Saturday, November 22, 2008

Gönülçelenler Peşinde, Anılarımdan İki Gün

İş Sevgisi, Doğa Sevgisi
06 Şubat 2004, Cuma,

Mehmet Reşit Güven ile geliyoruz İzmit’e. D–100 üzerinde, Bağ-kur önünden İzmit Deka’da çalışan Tuğba’yı alıyor. İstanbul’dan her gün İzmit’e gidip geliyormuş. Bir kız arkadaşı ile Yuvam Konutları’nda ev kiralamışlar. Kaç para alıyordur Deka’dan? Ekemem parası işte. İzmit’te oturacak ve ger gün İstanbul’dan İzmit’e gidip gelmeyecek. Demek İstanbul’da iş bulamamış. Buraya taşınmayı göze aldığına göre. Bir sürü insan İstanbul’a gidiyor çalışmaya. Bazıları ise tersine.

Onca iş arasında İzmit’ten bir telefon. Arayan Şehiriçi Dergisi’nde Yaşar Sevim. Benden bu ay ki dergi için kısa bir yazı istiyor. Ama hemen. Hemen olmazsa yarın. Bana email adresini verecek (!). başımı kaşıyacak durumda değilim. Olanaksız diyorum. Sen benim emailimi yaz diyor. Yazamam diyorum. Lütfen sen yaz benim mailimi. Söylemeye çabalıyorum ama o yazmak istemiyor. Biraz aceleye geldi ama ne yapalım diyor! Belki ayrın diyorum. Ama kesin değil. Bana Yahoo Email adresime yazacakmış mail adresini. Ne zaman yazacağım adama “Doğa Sevgisi”ni anlatan kısa yazıyı. Bakalım. Belki. Unutmazsam.

Olmuş gece yarısı. Bilgisayarın başındayım. Yaşar Sevim’in Şehiriçi Dergisi için “Doğa Sevgisi” üzerine yazı yazacağım. Yaşar Sevim’de Yahoo Mail adresime kendi mail adresini yollayacaktı. Unutmayıp, yaparsa doğal olarak. Belki de boşuna uykusuz kalacağım. Olsun bir kayıt çıkmış olacak ortaya.

Bir şeyler toparlamak kolay mı? Düşün. Tasarla. Kurgula ve yazıya dök. Yazım yanlışlarını, tanımlama ve belirtme kelimelerini gözden geçir. Saat oldu sabaha karşı bilmem kaç. Gözlerim ağrıyor. Sabah saat 08.00’de Deka’dan Mehmet Reşit Güven beni Kuruçeşme Gişeleri İzmit Batı Girişi’nde alacak. Ortaya çıkan yazı güzeldi bana göre. Üzerinde kaç kez durdum. Ekleme ve çıkartmalar yaptım. Özde yaşananları, duyumsadıklarımızı ve anımsadıklarımızı yitirdiğimiz ve özlemini çektiğimiz sevimizle örtüştürdüm. Bakalım neler yazmışım; “Güzellikleri Seviyorum, Hele Yaşanmış ve Yaşanacak Olanları.”.

Bizim kız. Sinem Eren. Sabahtan geldi ve saat 09.00’da izin alıp geri döndü. Yarın nikahı var. Bayram sonrası. İşler azmış. Şimdi yalnız başınayım. Yiğit Bitikoğlu bana destek verecek. Söylesen kimse inanmaz. Bizde işler kafa yediriyor. Yoğun. Tanımlama için gerçekten uygun kelime yok. Sinirler geriliyor. Vakit dar. Telefonlar. Arayanlar. İşlemlerin ameleliği çok. Koşturması fazla. İmza alma. Fotokopi. İleti ekine taraflara bilgi. Yanlışlar. Düzeltmeler. Faturaların bir yerlere faks ile iletilmesi. Ne olur çalma diyorum telefona. “Sen gerildin ya ağbi” diyor Melih Ören. Erhan Karsak, işler yetişecek mi yarına ağbi?” diye başımda...

Bir telefon. “Buyrun benim??” diyorum. Telefon kafamla omzumun arasında. “Ben Yaşar” (!!) diyor karşı taraf. “Erkan Bey ile görüşmek istiyorum” sözüne “Buyrun benim” tekrarım üzerine. Hangi Yaşar!! İnanılmaz dağılmışım. Toparlayacak halim yok. Mehmet Reşit Güven; “Erkan ağbi işler yetişir mi, fazla bekler miyim?” diyor arkamdan. Alıcı omzumdan düştü düşecek. Bir yanda AS410’den bilgi aktarım Excel’e macrolarla aktarıyor ve verileri elleçliyorum. “Bu ay ki Şehirci Dergisi’nde sevgiyi işliyoruz. İnsan sevgisi, doğa sevgisi filan. Sen geldim aklıma. Biliyorum. Sen sürekli geziyorsun. Doğanın güzelliklerini biliyorsun. Kısa bir doğa sevgisi yazısı. Ama hemen. Hemen olmazsa yarın”(!).” diyor Yaşar Sevim. Ne desem inanmaz adam. Bu olanaksız diyorum. İşlerim başımdan aşkın. Olanaksız. Belki yarın. Emin değilim. Yazarsam size ileteyim. Email adresimi yazın diyorum. Ama o bana kendi emailini vermeye çabalıyor. Telefon alıcısını tutacak halde değilim. Emailimi senin Yahoo adresine atarım diyor.

Sevgi. Aşk. Tutku. Bağlılık. Kendini verme. Adama. Adanma. Ben işime bağlıyım! İşimi seviyorum! Ölürcesine. Ismarlama sevgi yazısı olur mu? Olsa da buna vakit var mı? İşimi öyle seviyorum ki paydostan sonra şirkette kimseler kalmadı. Bir ben. Bir Harun Reşit Güven. Bir de sürekli çalan telefonlar. İstanbul’da, İzmir’den. Mesaiye kalan Hakan Akar; “İşte” diyor. “Postaneden tekaüt Erkan ağbimiz”. “Şirketi için kendisini feda ediyor, Seviyor onu. Taparcasına..”. “İşini seviyor. Ama bir de öyle kötü kokmasa!” diye takılıyor arada bana. Kokuyorum. Doğru. Hem de nasıl! Tekeler gibi. Gerilmişim. İki yapı arasında koşturmuşum. Fotokopi. Faks. Dosyalar. Kaç saattir ağzıma sigara koyamamışım. Kafam dumanlı. Saat olmuş 19.00. Daha İzmit’e gideceğiz. Şirintepe dolmuşu. Eve gideceğim. Yemek. Duş alacağım. Bilgisayar başına oturacağım.

İşte bilgisayar başındayım. Saat 24.00 filan. Sevgi üzerine bir şeyler yazacağım. Doğa sevgisi üzerine. Tabiat. İçinde yaşadığımız ortam. Güzellikler. Bir bütün. Ben doğayı seviyorum. İçindeki tüm güzellikleriyle. Geziyorum. Dolaşıyorum. Gözlüyorum. Dinliyorum. Görüntülüyorum. Hepsini harmanlayıp, içine biraz sevgi, tutku ve sevda koyup yazıya döküyorum. “Düş ve zaman gezgini” olarak gezip gördüklerimi duyup işittiklerimi deneme gezi yazıları olarak kaleme alıyorum. Bir sürü yazım var. Bir kısmı İnternet ortamında. Başka bir sürü de düzenlemesi ve yazı yanlışlıkları tamamlanmamış olanlar var. Onlar yayınlanmamış. Yazıklarımdan belki bir ikisine rastlamışsınızdır. Rastlamadıysanız önemli değil. Belki bir gün. Okur da beğenmezseniz. Bana yazın.
erkankiraz@yahoo.com Beğenirseniz bir şey yok.

Çocukluğum bahçeli bir evde geçti. Yoksul bir işçi çocuğu olarak. Derince’nin “Topçular Mevkii”nde. Tek ev. Başka bir ev yok. Evimiz bahçenin gerisinde. Eskilerde tüm evler, bahçelerin gerisindeydi. Ön tarafta güller, çiçekler. Yetiştirilen sebzeler. Çok sonraları yakınımıza, “44 Evler” kuruldu. Felaketzede evleri. İzmit Bağçeşme’deki heyelandan ve Bekirdere’deki su baskınından mağdur olanlar için. Çevremiz ormanlık, çalılık ve fundalık. Doğa ile iç içe. Yazın yabansı çiçekler, mantarlar, otlar ve çimenler. Kışın kar buz. Derince’de ikinci okul yapılmış. Derince Cumhuriyet İlkokulu. Gitmek için Çenedere’nin tahta köprüsünden geçmek gerek. Sular köprü üstünden akıyor. Gel de geç. İlkokul çocuğu nasıl geçsin! Askeriyenin Reo’larıyla ilkokula giderdik. Kar diz boyu. Eller ayaklar donar. Karda yürümek, buz tutan gölcüklerin buzlarında kaymak eğlencemiz. Bu buz temiz, diyerek buz yemek harika. Hele temiz karı avuçlayıp yemek! Üşütmek olmasa. Uyuşan ayaklarımızı ısıtırken ağlardık sobanın karşısında.

Yazın Çenedere’nin ulu Çınar Ağaçları’nın gölgelendirdiği alacakaranlıklı kuytularında “Derebalığı” yakalardık. Kurbağaları taşlardık. Dere kıyısı kaynaklardan giderirdik susuzluğumuzu. Açlığa dayanıklıydık. Derince. O zamanların “Subay Mahallesi” olan “Turan Sokak”taki tek bakkalından, iğde alırdık açlığımızı gidermek için. Sonrası değişim. Briketler. İçi boş tuğlalar. Betonarme. Yapılar değişti. Konutlar bahçelerin önüne geçti. Çiçekler ve sebzeler kayboldu. Güzellikler bir bir yitti gözümüzün önünden. Taşlaşan bir çevreye hapis olduk. Doğa ve doğal ortam kayboldu. Börtü böcek, kelebekler, uğur böcekleri kuşlar uzaklaştı. Hele ateş böceklerini hiç göremez olduk artık. Nesilleri tükendi belki de. Bize kargalar, serçeler, kediler ve köpekler kaldı. Sonrası herkesi bir yaşam savaşı sardı. Ayakta durabilme savaşı. Ekmek kavgası. Bazıları için ise rant kavgası. Yıkalım. Tekrar yapalım. Yıkmayacağız da ne edeceğiz düşüncesi galebe çaldı. Yıllar akıp gitti.

Ben kentlerden sıkılır oldum. Çocukluğumun güzelliklerini arar oldum. Neyi aradığımı biliyordum. Ama kentte artık yoktu bunlar. Neler yoktu! Ağaçlar, çiçekler, yeşillikler, değerler, tarihi değerler, camiler, hamamlar, tarihi kalıntılar, mezarlıklar, Türk, Müslüman, Ermeni ve Yahudi. Yalılar, konaklar, Osmanlı çeşmeleri. Temiz hava, mavi deniz, balıklar, martılar. Deniz kıyısı. Sahildeki midye kabukları. Daha neler neler! Hep yoklar artık. Ya nerede varlar? Kırsal kesimde, köylerde, göç olmayan, getirim hesabı yapılmayan yerlerde. Kandıra, Akçaova, Ağva, Kızderbent, Yuvacık, Saraylı, Tatarköy, Ayvazpınar. Geyve, Göynük, Taraklı, Mudurnu, Akçakoca, Karadeniz Ereğlisi, Safranbolu, Gölpazarı, Oylat, Söğüt vb yerlerde..

Şimdi hep geziyoruz. Ailecek. Ablam Heyecan Kiraz, kayınpederim Ali Osman Aykan, kızlarım Bengisu ve Aybüke Beren ile. Çocuklarımın, güzellikleri yerinde görmelerini istiyorum. Babaları gibi buz tutan gölcüklerin üzerine taş atmalarını, buzu kırıp ısırmalarını, dere içinde yürümelerini, kır çiçeklerini toplamalarını, yabanı mantarın hangisinin yenildiğini tanımalarını istiyorum.

Bayram öncesi Karamürsel-Akçat Yolu üzerindeki Başdeğirmen Alabalık ve Konaklama Tesisleri’ne gittik. İki gece iki gün. Gidişte yoğun sis. Karapınar Köyü’nü aşmak neredeyse olanaksız. Gece yarısı ulaştık tesise. Evler iki katlı. Ahşaptan. İçleri merkezi ısıtmalı. Alan kocaman bir Y biçiminde. Doğusunda ve batısında vadiler var. Vadilerden akan iki dere. Şırıl şırıl. Çevre ormanlık. İnanılmaz bir sessizlik. Temiz hava. Sabahleyin ise ayaz mı ayaz. Çiğ. Her yer bembeyaz olmuş.

Kahvaltı öncesi dere boyu yürüyüşe çıkıyoruz. Bereler, eldivenler, kaşkollar. Akan burunlar. Çıtırdayan yaprak ve dallar ayaklarımızın altında. Tesise su aktaran kanallar var, yan tarafta. Tüm sular buz tutmuş. Tepelerden akıp gelen yada sızan sular, ağaç dalları arasından akarken kristalleşmiş. Camdan süs olmuş adeta. Kızlarımla buz kırıyoruz. Buzlanmış yolda nasıl yüründüğünü anlatıyorum onlara. Kuş seslerini dinliyoruz. Kardan eğilip devrilen çınar ağaçlarına acıyoruz. Ağaçsız bırakılan alanlardan akan toprağın kayıp olduğuna yanıyoruz.

Akşam sıcacık evdeyiz. Dışarıda sessizlik. Ben, sürgün Macar “Prens Rakoczi”nin yaveri, Kelemen Mikes’in kitabını okuyorum. 1817’lerden itibaren 37 sene sürgün yaşadıkları Edirne, İstanbul ve Tekirdağ’daki yaşamlarından aktardığı anılarını. Bağbozumu, kavun karpuz, bayramlar, Rum, Ermeni ve Yahudi Cemaatleri’nin günlük yaşamları, Macarlar’ın geri dönüş umutları, savaşlar, veba salgınları, depremler. Pekmezin nasıl yapıldığı, Sahilde gezintileri.

Polonya TVN kanalında “All You Need is Love” adlı bir program var. Yan gözle izliyorum. Bu bizim Sinan Çetin’in sunduğu “Film Gibi” programın başka sürümü. Vistül Irmağı’ndaki buzları kepçe ve bombalarla kırıyorlar. Kar diz boyu. Her yer yeşil. Kalkıyorum. Pencereden bakıyorum. Fıskiyeden şırıl şırıl su akıyor. Hafiften çiğ yağmakta. Sessizlik ve karanlık. İçerisi sıcak. Çocuklar çerez yiyorlar. İşte çocukluğundayım. Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Çocukluk” şiirini bilir misiniz? “Affan babaya para saydım / Sattı bana çocukluğumu...”.

“Babacığım teşekkür ederiz bizi buralara getirdiğin için” diyor kızlarım. Baharla birlikte Oylat, İznik, Kalkın, Trilye ve Göynük’e tekrar gideceğiz değil mi babacım?” diye soruyorlar. Bazı yerlerin isimlerini hiç unutmadılar. Aslında unutmadıkları doğanın güzellikleri ve bozulmadan kalan her türlü değerimiz. İnsanlık. Sevgi. Hürmet. Hoş geldiniz. Sefa getirdiniz candanlığı. Sevgi. Hürmet. Bunlar hep var. Yaşıyor. Yaşatılıyor. Ama kentler de değil. Ben gidebiliyorum. Arabam var. Sevgim de. Herkes gibi. Farkı istediğini yapma tutkusu. Yiten güzellikleri, değerleri ve sevgiyi kente geri getirebilir miyiz? Hayır. Kentten uzaklaşabilir miyiz? Yarı evet. Parasal olanaklarımızla koşut.

Bahçeli konutlar, villalar ve özel siteler. Ama para kentte birçoğumuz için. Benim için boş zamanlar, tatiller ve bayramlar kaçış için en uygun zamanlar. Sevgimi görüntüleyerek gezip gördüklerimi, duyup işittiklerimi ise sonraki nesillere anlatmak için yazarak kayda geçiyorum. Resim çekip yazıyorum. Biz koruyamadık. Belki onlar sahip çıkarlar umuduyla. Umudum ise sonuz. Çevremde doğaseverlerin, sevgi ve değerlerinin ayrımında olan gencecik insanları görüyor olmam sevincimi arttırıyor. Ben “Zaman ve düş gezgini” kayıt düştüm. Umarım zevkle okursunuz. Beğenileriniz sizin olsun. Eleştirileriniz başım üstüne. Sevgiyle kalın. Erkan Kiraz, Şirintepe-İzmit. 06.02.04, Cuma, saat 00.55.
erkankiraz@yahoo.com.”

Bulutlar Üzerinde Gezinti
07 Şubat 2004, Cumartesi,

Allah’tan Hanife tam zamanında uyanmış. Telaşla beni de uyandırıyor. Saat 07.40. Saat 08.00’de Mehmet Reşit Güven, Kuruçeşme Gişeleri İzmit Batı Girişi’nde olacak. Hızla giyiniyorum. Dün Mehmet Reşit Güven (1) bana, “sabah bana iyi bir kahvaltı ısmarlarsın.” demişti. Gariban adam. Dürüst. Sadık. Çalışkan. Benden iki yaş büyük. Geç evlenmiş. Aslen Urfalı. Babaları İstanbul’a göçmüşler vakti zamanında. Gençliğinde top oynarmış. Serserilik yapmamış. Ailesinin geçim derdini omuzlarına yüklemiş erkenden. Kardeşleri tek tek evlenmişler. Kendisi en sona kalmış. Otuzundan sonra evlenmiş. Spor kulübü sayesinde İstanbul Otoyol’da işe başlamış. Yıllarını vermiş. Zaman akıp gitmiş. Kiradan bıktığında, bir fırsatı değerlendirmiş ve işinden tazminatını alarak emekli olmuş. Aldığı parayla başını sokacak bir konut almış. Kiradan kurtarmış kendisini. Ama emekli geliri yeter mi çocukları genç yaşta olan adama? İkinci gelir gerek.

TMMT’nin (
2) yıllardır gümrük komisyonculuğunu yapan Deka’ya (3) kurye sürücüsü olarak işe girmiş. Şimdi her gün İstanbul Maltepe’den Sakarya TMMT’ye günde en az iki kez gidip geliyor, Deka’nın “Kiralama” (4) kurye aracı “Fiat Palio”suyla. Fenerbahçeli. İyi taraftar. Sıkı. Gönüllü taraftarlardan. Feberbahçe’nin İstanbul maçlarında stadyumda görev alıyormuş. Gün başına da 20 milyon lira ödüyorlarmış ona. “Allah bereket versin, çoluk çocuğumun rızkına katkı oluyor ağbi” diyor. “Bir de başka destek ve ek gelir elde edebilsem! Ama olmuyor işte” yakınıyor. Ama asla isyankar değil. Tevekküllü. Aza kanaatkar. Allah’a şükranlı. “Buna da şükür,” diyor. “Ya bunlar da olmasa o zaman ne olacak!”. “Dizlerim de ağrıyor.” Yürürken aksıyor Harun Reşit Ağbi. Sorduğumda öyle diyor.

Hanife bırakıyor beni SKK İzmit Müdürlüğü önünde. Fiat Palio yolun kıyısında. Mehmet Reşit Güven sürekli yolun üst tarafına bakıyor. Kuzeye doğru. Ara sıra beni Kuruçeşme Gişeleri İzmit Batı Çıkışı’nda bırakıyor ya. Bir de biliyor ben Şirintepe’de oturuyorum. Oradan geleceğimi düşünüyor. Şaşırtıyorum onu. Birden arabanın camını hızla vurarak. Yüzü gülüyor. Saat 07.55. “Ben dakik adamım ağbi” diyorum. “Sen nereden çıktın. Ben seni yukarı taraftan bekliyorum?”. Haydi topukla diyorum. Daha İzmit şehir içine gireceğiz. Sana kahvaltı ziyafetim var. Adam düşünceli. Yük olmaktan yüreği hopluyor. Olmaz ağbi, sana külfet olur diye sızlanıyor. Haydi, haydi diyorum.

Mehmet Reşit Güven ağbime şurada bir kahvaltı sunma şansı elde etmişim. Ondan beni mahrum etme diyorum. “Eski Garajlar Kavşağı”, Osmanlı zamanlarının “İzmit Tersanesi”, “Askeri Kışlası”, günümüz zamanlarının “Merkez Bankası Sapağı”dan dönüyoruz. “Ağbi burada çok eskilerde Otobüs Garajı yok muydu?” diye soruyor, birden geçmişine gidiveren Mehmet Reşit Güven. Şimdi sağa dön diyorum. Burası Osmanlı zamanlarının “İmre Tökeli Bulvarı” (
5). Hey koca geçmiş. Şimdilerde sen kimin umurundasın! Demiryolu İzmit’in içinden geçtikten (6) sonra ise “Demiryolu Bulvarı” adını almış olan ana caddedeyiz. Çocukluğumdaki adı ise “Hürriyet Caddesi”ydi. Şimdilerde ise değerli başkanlarımızın ilkin “Yürüyüş Yolu” dedikleri bu ana caddenin adını meclis kararı ile “Lozan Barış Bulvarı” olarak değiştiriverdiler (!!).

Geçmişini unutan, geleceğinde gözlerini yitirir. Halkımız ise hala bu ana caddeye “Demiryolu” demeyi sürdürüyor. Kimlik? Benlik? Anlamını nerede bulur? Geçmişine sahip çıkmada. Ben nerden gelip nereye gittiğimi biliyorum. Bireysel olarak yapabileceği ne var? Rant savaşımına ne denli engel olabilirim? Hiç. Sıfır. Ama görüntüleyerek, kayda geçerek, okuyarak ve tekrar yazarak onu diri tutabilirim. Ben yalnız değilim. Bir sürü İzmit sevdalısı var. Yakup Özkan, Yavuz Ulugün, Soner Kılıç, Numan Gülşah, Muhittin Bakan..

İleriden sola dönüyoruz. “Yürüyüş Yolu”nu geçtik. Eskilerin çan-çanları ve bekçi kulübeleri yok artık. “Alemdar Caddesi”. Şu onarılmış eski konağın önünde park et ağbiciğim diyorum. Onarılan konağın adı “Konak”. Ara sokağın gerisinde, kentin kalbine hançer biçimi sokulan “Belediye Sarayı” var. Roma ana kent kalıntılarının üzerine dökülen betondan demirden hançer burası. Bile bile “İnsanlık Mirası” üzerine dikilen ruhsuz yapı. Güney ucuna “manzara” oluşturmak için tarihi “Tütün Depoları”nın yakıldığı ya da yaktırıldığı ileri sürülen “Çağdaş Kentin Yüzakı” diye övünülen yer(?).

“Avrupa Kenti’nin Camlı Yüzü”. Çağdaş adı “Belsa Plaza”. Neden acaba? Belsa; “Belediye Sarayı” kısaltması. Plaza ne demek? Latince. Belediye, Saray hep hep Türkçe dışı kelimeler (
7). Ama Türkçeleşmişler. Tamam. Daha fazlasına ne gerek var? Nerede bizim, zengin, matematiksel, tını gibi Türkçe’miz? Oktay Sinanoğlu (8) boşuna çırpınmıyor güzel Türkçe’miz için. Tıpkı TEMA Vakfı kurucusu Hayrettin Karaca gibi (9)! Hayır çabalar boşa değil. Ben varım. Bizler varız. Yalnız değiliz ki! Öyle değil mi?

Belediye Sarayı’nın batı tarafında bir börekçimiz var. Bu sabah kendisi kasa başında. Müşterisine gülen yüzle bakıyor. Selam verip elini sıkıyorum. Nasılsınız diye hal hatır soruyorum. Kaç şubesi ya da “İsim Hakkı” (
10) üyesi oldu bu börekçinin? Böreklerden börek seç diyorum Mehmet Reşit Güven Ağbiye. Patatesli, kıymalı, peynirli börekler, suböreği, Kürt böreği. Yarımşar porsiyondan kıymalı börek ve suböreği. Çayla mideye ziyafet çekeceğiz yolda. Ödemeyi yapıyorum. Ayrılıyoruz oradan (11). Şimdi İnönü Caddesi’ne çıkmak üzereyiz. Karşıda eskilerin “Çocuk Parkı”. Oranın da adını değiştirdiler. Ne oluyor bize! Yaka yıka, değiştire değiştire nereye ulaşacağız? Bu ana cadde, kentin doğudan batıya uzanan tek uzun caddesi.

Çok eskilerin “Baç Kapısı”dan “Üçyol Ayrımı” ile “Adapazarı Şosesi”ne bağlanıyordu. D-100’e erişmek için “Üçyol”a gitmemiz gerek. Buradan hemen sağa güneye dönüp “Leyla Atakan Caddesi”ne gireceğiz. Sonrası trafik ışıkları, yine eskilerin “Kandıra Sapağı” günümüzü ise “Bekirpaşa Sapağı” ve “Yeni Kandıra Yolu” ve “Yahya Kaptan Mahallesi” hizalarındaki benzinciye gireceğiz ağbiciğim diyorum. Saat erken. Biz erkenden yola çıktık. TMMT’deki arkadaşlar saat 10.00’da gelecekler. Şimdilerde kaç kişi biliyor, Tavşancıl’da evinde kıstırılıp şehit düşen, “Türk Milliyetçileri” diye bilinen Atatürk ve arkadaşlarının bağımsızlık savaşına destek vermiş Yahya Kaptan’ını? Şimdi sadece bir semtin adı! İşte o kadar. Tıpkı Fevziye Camisi’ne adını vermiş olan Fevzi Paşa gibi.

Bu benzin istasyonu her hafta sonu ya da tatil ve bayramlarda benim sabahları ilk mola yerim. Her şey var. Akaryakıt. Araç yıkama. Taze çay. Poğaça ve börek. Gazete. Alışveriş olanağı. Arabayı kafeteryanın önüne park ediyoruz. Günlük yerel gazetemi alıyorum. Kendimize iki büyük çay söylüyoruz. Paketleri açıyor Mehmet Reşit Güven. O spor ekini okuyor. Ben ise haberlere göz atıyorum.

Kentimde neler olmuş. Yerel siyaset yarışında kimler var. Her partiden 25, 37 hatta daha fazla aday. Adaylıklar için postun değeri”ne göre para veriliyor partilere. Paralar partiye bağış, gelir olarak alıkonuluyor. Neden bu denli fazla hizmet aşkı? Nerede kendi adına seçilecek olan kişileri merak edene halkımız? Hep bir avuç “partilerden geçinen”ler ve sayıları beşi onu aşmayan “gerçek partililer”. Gerisi kimsenin umurunda değil. Çünkü adı konulmuş; “Kirli Siyaset”. Ücretini ödüyoruz içtiklerimizin (
12).

Şimdi sırasıyla Kullar, Kentsa ve Köseköy ışıklarını aşacağız ve sonra Uzunçiftlik karşısından otoyola gireceğiz. Acısı, Maşukiye, Sapanca ve Arifiye hizalarını geçip Adapazarı’ndan ayrılacağız yoldan. Adapazarı-Bilecik yönüne dönüp TMMT yoluna sapacağız. Saat 08:50 filan. Kapıda okutuyoruz kimliklerimizi turnikelere. İçerideyiz. Havanın 18° olacağı söylenmişti. Bahar sabahı adeta. Sıcaklık kendisini gösteriyor. Yeni Yönetim Yapısı’ndayız. PCD’den bir sürü arkadaş hafta sonu mesaisine gelmiş. Kimler var, adlarını anımsadıklarımdan; Hakan Akar, Mehmet Sak, Sedat Savaş, Murat Erer..

Hakkı Kazancı ortalıkta yok henüz. Masama geçiyorum. Buraya neden geldim bugün? Herkes şaşırıyor. Bizim işimiz devletle ve hafta sonu devlet çalışmıyor. Düzenlemesini Cuma gününden yapmışız. Mesaili iş yapacağız bugün. Bir aracın iş emrini hazırlayıp, kuryemiz Mehmet Reşit Güven ile Deka’ya ulaştıracağım. Dönüşte o beni İzmit’e bırakacak.

As400 üzerinden bana bilgi geldikten sonra iş emrini hazırlıyorum. Çek Cumhuriyeti’ne gidecek olan TIR, oradan yük alıp geri gelecek. Bu işin bir döngüsü. “Döngü süresi” dar. Türkçe Fatura üretmem gerek şimdi. Finansman Departmanı diğer yapıda. Oraya gitmeliyim. Gökhan Yiğit, Kadri Uyar, Hakan Doğan ve Gürhan Çelik mesaideler. Gürhan Çelik dışında diğer arkadaşlar İzmit ve Derince’den. Hemşerilerim yani. Ama ben ayrımsız çoğu arkadaşımı seviyorum. Bana, boş sürekli kağıdın yazıcıya, nasıl takılacağında yardımcı oluyorlar. Birlikte Cevat Kuş’un bilgisayarını açıp yazıcıyı çalıştırıyorum. Fatura üretiliyor. İş tamam. Bir iki ayaküstü laflama. Masama dönüyorum.

Deka’dan Güvenç Küçük’e faks ile aktarıyorum Türkçe Fatura’yı. İleti ekinde ise tüm taraflara gönderiyorum iş emrinin Excel dosyasını. Dün İzmit Şehiriçi Dergisi için, Yaşar Sevim’in ricası yazımı onun bendeki emailine aktarıyorum. Ama o da ne! Mail adresi iptal edilmiş. Yahoo Mail adresime yeni mail adresini de yollamamış. Güvenç Küçük ile telefonda iletişim kuruyoruz. İşler tamam. Geri dönüş zamanı. Otoyol ile İzmit’e döneceğiz. Kentiçine giriyor Kandıra Sapağı Gişeleri’nde Mehmet Reşit Güven. Ben araçtan Derince Mersincik Mahallesi sırtlarında ineceğim. Kızlarım telefon ediyorlar. Babacığım Sinem Eren ablanın nikahına ne zaman gideceğiz diye. Hazırlanın, ben gelmek üzereyim diyorum. Eve ulaştığımda 12.30 sularıydı.

Nikah SAÜ Kampusu, Sosyal Tesisleri’nde saat 14.00’de (
13). Daha zamanımız var. Bizim nikah sonrasına gezi programımız var. Dönüşte Sakarya Kazımpaşa’da köfte keyfi yapacağız (14). Eski Adapazarı-İzmit Yolu ile İzmit’e geri döneceğiz. Dönüşte Akmeşe’ye uğrayacağız. Dostlarım Ali Yıldızhan ve Yakup Özkan’lara aile ziyaretleri yapacağız çat-kapı. Önceden telefonla konuşmuştuk. Zaten Ali Yızldızhan bizde çalışıyor. Kızlarımız Bengisu ve Aybüke Beren bayılıyorlar Akmeşe’ye. Ben ise, sormayın tanımlama için kelimeler yetersiz. Hava “Bahardan çalınma harika bir gün”. Çok denk düştü. Kayınvalidem Zeliha Aykan da bizimle gelecek. Bir de ablam Heyecan Kiraz’a haber vermiştim. Ama onlar, kız kardeşim Huriye [Kiraz] Ofluoğlu’larla birlikte “İstanbuldere Alabalık Tesisleri”ne gideceklermiş (15).

İzmit-Adapazarı Yolu ile gidiyoruz. Bu tarihi yol Uzunçiftlik’teki Özdilek Alışveriş Merkezi’ne dek ikili biçime getirildi. Diğer taraftaki çalışmalar İzmit Uzuntarla ve Adapazarı Yukarıdereköy civarında sürdürülüyor. Yol boş. Pek trafik yok. Eşim Hanife sürekli söyleniyor. Bayıyor beni. Bu denli fazla konuşmadan ne zevk alırsınız diyorum (?). Bu, biz bayanların işi diye yanıtlıyor. Doğru. Biz Mars’tan onlar Venüs’ten. Başka yanıt yok. Yaradılış. Allah’ın işi... Daha zamanımız var aslında. Nikah saat 14.00’de. Yukarıdereköy’den sonra Metin Restoran’dan önce yoldan sola sapacağız. Kampus, Sapanca Gölü bitiminin, tam kuzey tepelerinde. Bir ara yolla iki dakika sonra yerleşkenin içindeyiz. Kapıda bekçi sandalyesini güneşe çıkartmış. Yolu tanımlıyor bize.

Fakülte yapıları, yol kıyısı yemyeşil çamlar. Aşağılarda Sapanca Gölü’nün Çark Deresi’ne sularını boşalttığı doğu ucu. Sazlık alan. Yarısı bataklık. Manzara dillere destan. Gezginlerin vurulduğu bölge. Bu Çark Deresi vakti zamanında, Roma krallarından Jüstitinyen adına yaptırılmış köprünün altından akarken Sakarya Nehri, onunla birleştirirmiş sularını. Şimdilerde köprüyü onarmışlar. “Jüstinyen Köprüsü” ya da “Beşköprü”. Harika bir “İnsanlık Mirası”. Dipdiri. Ayakta. Ama Sakarya Nehri başı doğuda, dolanarak Adapazarı’nın doğu taraflarından Karadeniz’e dökülüyor ta İ.S. 570’lern beri neredeyse.

Şimdi kafeteryanın önündeyiz. Yapının önünde birkaç küme insan beklemede. Bazıları ise ön tarafta kalan parktaki banklarda güneşleniyorlar. Tanıdık kimseler yok. Nerede bu millet? Hanife’ye dönüp yarım saat önce geldik de ödül mü aldık diyorum! Saat 15.00’de doğru TMMT İthalat ve İhracat Departmanı’ndan İstanbul’dan Erdem Peren, İzmit’ten Murat Özön, Adapazarı’ndan Şule Kapkın ve eski stajyerlerimizden Merve Doğru ve TMEM’de çalışan ve İstanbul’dan gelen Öykü-Emre Arıkan geliyorlar. Biz kız tarafı sayılırız. Ama ne tarafa oturduğumuzu da bilmiyoruz hani! Rahatlıyorum. Çene yapacağız. Vakit hoş geçecek. Çok sonra gelin arabası gelecek onları izleyen konvoyla birlikte.

Nikah salonunu dolduruyor davetli ve konuklar. Biz de giriyoruz neden sonra. Salon büyük. Masalar ve sandalyeler süslenmiş. Burası üniversite öğrencileri tarafından işletiliyor. Uygulamalı mesleki gelişim yani. Ama KOÜ Büyük Derbent Uygulama Oteli (
16) kadar şık ve düzenli değil burası. Her yer hala, yapım altında. Her tarafta inşaat kalıntısı, çamur ve pislik var. Salonun batı-kuzey köşesine büyük bir perde çekilmiş. Neden acaba! Nikah masası orta yerde. Kız ve erkek tarafları. Şık hanımlar. Tıraşlı beyler. Süslü giysili küçük kız çocukları. Kravatlar ve takım elbiseler. Bizim çocuklarda aynı biçimde. Penguenler benzeri. Ben değilim. Serseri kılıklı. Ben Öykü-Emre Arıkan’ların Büyük Derbent Oteli’ndeki düğünlerine yazın şort ve atletle gitmiştim. Bu saygısızlık değil bana göre. Belki de öyledir! Bilemiyorum. Yazdı. Hava sıcak. Gezip dolaşıyorum. Görüntü alıyorum. Notlar alıyorum. Benim kıyafetlerim rahat, gelişigüzel ve bol cepli Olmalı. Boynumda sayısal makinem. Kalemler, kağıtlar. Bugün ise mavi renkli bir kadifeden kot. Ayaklarımda spor LCW pabuçlar. Sırtımda mavi renkli ince gömlek ve mavi-siya renkli çift taraflı kolsuz, sentetik kumaştan yelek.

Sinem Eren’in anne babası konuklarla ilgileniyorlar. Naciye ve Süheyl Eren. Şık. Güleç yüzlü ve sürekli tebessümlüler. Onlara kendimi tanıtacağım. Beni gıyaben biliyorlar. Sinem Eren sürekli benden söz etmiş onlara. Sinem Eren benim iş ortağım. Çömezim yani. İşe gireli pek olmadı. Daha taze. Üniversite arkadaşı Kağan Ağar ile evlenecek bugün. Muradına erecek. Her gün karşımda kafamı şişirmişti. Kim bilir Türktelekom’a ne fatura bedelleri ödemiştir! Departman arkadaşları olarak aramızda destek parası toplamıştık. Bununla Şule Kapkın, adımıza bir şeyler almıştı. Bugün adımıza gelin ve damada hediyemiz olarak takacak.

Nikah kıyılıyor. Kızın adı, erkeğin adı, seceresi. Tanıkların ayrıntıları. İmzalar. Ve karı kocalık ilanı. İlk dans. Düğün pastası. Pastaya ilk darbe. Kocaman, kat kat pasta dağıtım için içeriye alınıyor. Dilimlenecek ve konuklara dağıtılacak. Ardından takı merasimi. Yakınların, tanıdıkların ve arkadaşların yeni evlenenlere çam sakızı çoban armağanı destekleri. Güzel bir gelenek. Abartılmadıkça! Evlilere iyi bir soluklanma sağlıyor. Şimdi kuyruk uzun.

Biz masada bekliyoruz Yiğit Bitikoğlu, Alp Yıldırımalp ve Kerem Dedeler yok. Kerem Dedeler, Kurban Bayramı tatili sonrası Perşembe ve Cuma günleri için izin almıştı. Hafta sonu dönememiş olmalı. Alp Yıldırımalp’e ne oldu? O mutlaka gelirdi! Belki İstanbul’a gitmiştir diyorum ben. Ya “Bitik Bitikoğlu”muz nerede! O da koşuşturma peşinde olmalı. Bebek bekliyorlar da. Gerilerde bir yerde duran Naciye ve Süheyl Eren’in yanına yaklaşıyorum bizim masadan bir iki kişi takı kuyruğuna girdiğinde. “Ben Erkan Kiraz” diyorum. “Ben adımdan biliyor olmalısınız. Sinem Eren çok söz etmiş olmalı”. “Mutluluklar dilerim. Hayırlı olsun”. Yüzleri gülüyor. “Ah evet. Bilseydik. İlgilenirdik.” “Evet çok söz etti sizden. Adınızı ezberledik.”

“Aybüke Beren’e ağbisi Murat Özön uçan balon alır” diye emri vaki yapıyorum sızlanan kızıma. O da alıyor. Şimdi elinde balon sırada, çiçeği burnunda evlileri tebrik için bizimkilerle. Resimler. Gülümsemeler. Salondan çıkınca gelin arabası önünde toplu görüntüler. Vedalaşmalar. Öykü-Emre Arıkan çifti eski yoldan Köseköy’e dek gidecekler. Sonrası otoyol. Erdem Peren ve Murat Özön de onları izleyecek. Yolda Özdilek’te (
17) mola verip kazınan karınlarının sesini kesecekler. Biz ise Şule Kapkın ve Merve Doğru’ların arabasını izleyeceğiz Adapazarı Serdivan trafik göbeğine dek. Onlar kentiçine gidecekler. Biz sola dönüp kuzeye doğru ilerleyeceğiz.

İlk duraklama Selahiye Köyü. Karnımız zil çalıyor. Sürekli gittiğimiz bir yer var. Yamaçta. Sakarya Ovası gözler önünde. Kuzey sırtlarında deprem sonrası yapılan Kalıcı Konutlar var. Camili ve Karaman Konutları. Gerilerinde ise yükseler nükleer santral bacasına benzer baca. İlk tabela “Köfteci Erdoğan”a ait. Ama Biz “Köşk” müdavimiyiz. Dar yolda yukarı tırmanıyoruz. Alanın güney tarafında otopark var. Alan eğimli. 30° filan. Parkta birkaç araç var. Kış koşulları. İnsanlar dışarıda değil? Hava inadına bahar aslında. Açık mekanları hizmet dışı bırakmışlar. Giriş kısmının üst katında hizmet veriyorlar. Camekanlı, kapalı alan burası. İçeride bir iki grup var. Biz cam dibine yerleşiyoruz. Uçan balonu ise Aybüke Beren’in sandalyesine bağlıyorum.

Önce ”Hafif”, toprak kaselerde yoğurt. Ardından odun ekmeği, pamuk gibi kabarık ekmekler. Dilimlenmiş. Sepetlerde. Ardından “Karışık”. Üç köfte, bir çöp şiş ve bir tutam biftek. Biftekler iyi değil. Tümü sinirli etten. Köfteler harika. Çöpşişler de. Tatlı. Sadece Kaymaklı Ekmek Kadayıfı var. Kapanış olarak taze çay ve şekerli kahve içiyoruz. Hesabı Hanife ödüyor kredi kartıyla (
18). Kaç kişiydik? Üç yetişkin ve iki çocuk. Kayınvalide çok sevdi buraları. Başka zamanlarda giderseniz beni de getirin böyle güzel yerlere diyor. Biraz da kafası karıştı. Eski yol nerede kaldı, Sakarya Nehri nerede diye soruyor. Ayrı yerlerden gidiyoruz ayrımına varamadı. İlk kez geziyor buraları.

Koluna bağladığı uçan balonu ile Aybüke Beren uçuyor yokuş alanda. “Uçuyorum, uçuyorum” diye şakıyor. Bu sevincinin müsebbibi Murat Özön ağbisi. Kırmadı onu uçan balon aldı. Karınları doydu. Ne güzel çocuk olmak. Hele ayrı ve güzel yerlerde geziniyorlarsa. Bir de bugün Akmeşe’deki arkadaşlarını görecekler. Melike, Özge ve Fulya. Ev ekmeği yiyecekler. Kaz seslerini duyacaklar. Üzerine zıplayan köpekleri sevecekler. Ölüyorlar böylesi güzel yerlerde. Geri dönmek istemeyecekler yine. Bu gece burada kalalım diye ısrar edecekler.

Yola giriyoruz. Selahiye, Kazımpaşa, Kuruçeşme, Camili Konutları Sapağı, Kızılcık ve Beşevler. Sakarya İl Sınırı burada bitiyor. Beşevler’e tırmanırken sol tarafta, yolun altında kalan “Gür Çiftliği”nin (
19) bacaları tütmüyor. Kış dönemi. Kapalı. Sadece çiftliğin bakıcı ailesi yaşıyor. Beşevler’in içinden “İzmit” yönüne dönüyoruz. Ta İzmit İl Sınırı’nın en uç köylerinden olan Süleymaniye Köyü’ne (Kobaklı) ulaşacağız ilkin. Orasını geçince ünlü “İzmit-Sakarya-Akmeşe Üçyol Ağzı”na. Buradan uzun ve kıvrımlı bir yol var Akmeşe’ye ulaşmak için. Yolda Bengisu’ya cep telefonumdan Ali Yıldızhan’ı aratıyorum ama erişemiyoruz. Yakup Özkan’ı aramamız önemli değil. O mutlaka zahireci dükkanındadır. Onu bulmak kolay.

Kavşaktan döne dolaşa kuzeye doğru tırmanıyoruz. İzmit bölgesinin en yüksek noktalarından birisinde Akmeşe. Kar yağınca diz boyu olur. Geçenlerdeki karda arabalar kaybolmuş karın kalınlığında. Bir metreden fazlaymış kar buralarda. Yolun ilerisinde solda, tamamen bitmiş dört beş villa var. Harika olmuşlar. İleride de çeşme sapağı. Yol inip çıkıyor tepelerde ve çukurluklarda. Yan taraflar hep ağaç. Oldukça da dar. Kamyonlar geçerken dikkatli olmak gerek. Kasabanın girişindeyiz. Önce sağa dönüyoruz. Mezarlık. Şimdilerde duvarı yapılmış, boyanmış ve giriş kapısının üst tarafındaki sebil çeşme onarılmış. Sarı renge boyamışlar. Bundan sonra tekrar sağ, aşağıya dik ve tekrar sağa dönüş. Ural Ataman Gençlik Parkı. Parkın batısında kalan villa konut kimin acaba? Aşağıda Ermenilerden kalan tek ikinci miras. Kubbeli Büyük Çeşme. Ermenice yazılı mermer taşlar yıkık okul bahçesinde duruyor mudur acaba? Onun gerisinde bir zamanlar var olan Kilise, Papaz Okulu, Eklenti yapılar ve Matbaa’nın yerinde şimdi cami ve ilköğretim okulları var. Sadece Matbaa çöplük biçiminde varlığını sürdürüyor. Akmeşe’nin güney-doğu ucunda akan dere ütünde ise Akmeşe Değirmeni hala ayakta.

Parkın hemen doğu altında Jandarma Kışlası’nın eski yapısı. Yenisi Akmeşe’nin girişinde, yolun kuzey tarafına yapılmış. Daha aşağıda ise benzin istasyonu. İniyoruz yokuş aşağıya doğru. Ana bulvar burası aslında. Yunanistan’dan göçen “Yerdeğişim Göçmenleri”nin 1924’lerden ta 1930’lara dek yerleştirildikleri yer burası. Bir kaç hane de Bulgaristan göçmeni yerleştirilmiş aralarına. Yerdiğişim Göçmenleri (Mübadil Muhacirleri) konusunda Yakup Özkan bir uzman. Osmanlı zamanlarının “Armaşa”sı yani burası. “İzmit İlbaylığı” sınırları içinde kalan en büyük Ermeni yerleşim alanı. Dostum Yakup Özkan’ın (
20) zahireci dükkanına uğrayacağız. Selam verip, ilkin Ali Yıldızhan’lara (21) gideceğimizi ve ardından onun Kantar’ına uğrayacağımızı söyleyeceğiz.

Dostum Ali Yıldızhan, bugün işteymiş. Adam elektrik bakımcısı. Bakımcıların işi zor vallahi. Herkes tatil yaparken onlar bakımdadırlar hep. Babaları evde. Babası ile adı aynı. Yakup Özkan ile kucaklaşıyoruz. Ayaküstü hal hatır. Saat 18.00’de Kantar’dayım diyor. Biz devam ediyoruz. Ali Yıldızhan’ların iki katlı konutları yol üzerinde. Aşağıya inişte solda. Yakup Özkan’ın Kantar’ı ise Kaymaz Sapağı’nın döndükten sonra iki km aşağıda, yolun sağında. Bu yol aşağıda At Çiftlikleri ve Kaymaz’a (Araman) gitmek üzere ikiye ayrılıyor. At Çiftliklerine giden yolu köprüyle geçer geçmez, Akmeşe Değirmeni, derenin hemen solunda. Gerilerde bir sürü at çiftliği, villa ve özel çiftlik var. Ural Ataman Çiftliği, Hasan Cemal Villası, Armaş Villası, Maltepe At Çiftliği, Ayışığı At Çiftliği ve Bosphorus Harası bilip dolaştığım, görüntülerini aldığım yerler.

Melike Yıldızhan kapının önünde kendisinden daha uzun boylu bir kız arkadaşıyla istop oynuyor. Bizi görünce bir an duralıyor. Hızla seğirtip eve dalıyor. Annesine haber vermek için. Araçtan iniyoruz. Evde Ali Amca ve Azime Teyze, Ali’nin eşi Nuran hanım. Diğer çocuklar Mahir ve Mustafa. TV karşısındalar. Çizgi film izliyorlar. Büyükler ayakta karşılıyorlar bizi. Kurban Bayramı’nda niyetlenmiştik ama olmamıştı.

Geçmiş bayramınız kutlu olsun diyor Azime Teyze. Evin üst katına iç merdivenle çıkılıyor. Biz kocadık. İnip çıkmak zor oluyordu. Biz de artık alt kattayız çocuklarımızla diyor teyzemiz. Oda geniş. İçeride dışı emaye kaplı bir “Kuzine Sobası” var. Meşe odunu yakılıyor ısınmak için. Dışarısı sıcak. Büyükler ve torunlar bir arada. Böyle aileler pek yok artık. Çocukluğumun günleri. Isınma kuzine sobasıyla. Oturulan yerler, ağaçtan el yapımı sedirler. Biz burada yatıyoruz çocuklarla diyor teyze. Soba var. Sıcak oluyor. Çocukların bilgisayarını da indirdik buraya diyor Nuran Hanım. Sürekli üşütüyordu. Şimdi rahatladı. Sobanın üzerine yemek pişiyor. Diğer ocağın üzerinde ise alüminyumdan su kabı. Sıcak su gereksinimi için hazır. Hem ısınma hem de evin diğer gereksinimlerini karşılama olayı bir arada. Nuran Hanım bir çırpıda Türk Kahvesi pişiriyor bize.

Yakup Özkan geçerken pencereye tıklatıyor. Ali Amca dışarı çıkıp bakıyor. Eve gittiğini ve bize haber vermesini rica ediyormuş Yakup Özkan geçerken. İzin istiyoruz. Çocuklar bilgisayarda “Rosso Rabbit” adlı bir oyunu oynuyorlardı. Mahir hemen bir kopyasını çıkartıyor oyunun. Aybüke Beren çok mutlu. Evde zevkle oynadığı “Putt Putt”a çok benziyor oyun. Basit ama zevkli. Kolunda sepet, beyaz-gri renkli sevimli bir tavşan patikalar üzerinde havuç ve Paskalya Yumurtası topluyor. Bir sürü engel var. CD ceplerinde. Mutlular. Şimdi arabaya biniyoruz. Bayanlar vedalaşıyorlar. Kayınvalidenin çok hoşuna gidiyor dostluk, sevecenlik ve sıcaklık. Karşımda “Kaymaz” tabelası, mavi zemin üzerinde beyaz fosforlu rengiyle parlıyor. Levhadan sola dönüp aşağıya doğru gideceğiz.

Yakup Özkan, evini, Kantar’ın gerisinde kalan deposunun yanına yaptırdığı konuta taşımış. Geçen sene çalışması sürüyordu. Burası güney-kuzey doğrultusunda, aşağılarda yer alan vadiye dek uzanan bir yer. Toplam yedi dönüm. Güney yamaçlarda meyvelik alan var. Onun üstündeki alanda ise tavuklar ve kazlar. Kantarın alanı düzleştirilmiş iki üç dönümlük bir yer. Geçen sene karlar altında, bahçenin güney-doğu köşesindeki söğüt acının altında mangal piknik yapmıştık. İrfan Koç’lar (
22) da gelmişlerdi. Harikaydı doğrusu. Çocuklar hemen onu anımsadılar. Bahçe kapısından içeriye sokuyorum arabayı. Alanın batı-güney köşesinde yuvarlak, iki katlı, üstü çatılı kule benzeri bir yapı var. Yakup Özkan dibinde bir şeyle uğraşmakta. Daha arabadan inmeden evin kapısında bitiyor Fulya, Özge ve Nefise hanım. Fulya oldukça boy atmış.

Arabadan inince ben kuleye doğru gidiyorum. El sıkışıyoruz. Su hortumu ile uğraşıyor Yakup Özkan. Köpeği sürekli hortumu ısırmaktaymış. Engelleyemiyorum diye şikayetçi. Ardım sıra Aybüke Beren ve Bengisu da geliyorlar. Gel yukarı çıkalım diyor Yakup Özkan. Dolanarak çıkan demirden bir merdiven. Üst katta ise tam kule havası var. Ortada bir piknik masası. Köşede ise güdük kalmış elma ve ayvalar bir köşeye yığılmış. Bahçesinden. Çok harika. Güzel mekan olmuş.

Bir sonraki muhabbetimiz burada olacak diyorum. Sonra bayanlar da yanımızda. Konuşmadan zaman bulup eve geçemeyeceğiz galiba. Aşağıya inince duvarın dibinden Aybüke Beren ile kazlara bakıyoruz. Kazlar bizi görünce bağırmaya başlıyorlar. Tavuklar çoktan yatmış. Kızlar deliye döndüler mutluluktan. Geçen sefer bir gece kalmıştık. Sabah kalktıklarında yumurta toplamışlardı kümesten. Eve geçiyoruz. Ev inanılmaz güzel olmuş. Salonda emaye bir soba var. Meşe odunu yanıyor içinde.

Bir zamanlar Akmeşe çevresi Meşe ağaçlarından oluşma bir denizmiş. “Ağaç Denizi” denilen bölgenin ortasıymış buralar. Adını da zaten Meşe Ağacı’nın “Ak”ından alıyor. Meşe Ağacı’nın bir de “Sarı” türü olanı var. O da Maşukiye’ye giderken, Acısu’ya varmadan yoldan sağa sapılarak gidilen “Sarımeşe”de çokmuş. Ben dişlemekte olduğum ayva artığını önüne bırakıyorum. İç ortam boyası “Fenerbahçeli” olmuş. “Aslında benim pek sporla ilgim yok. Ama gençliğimde Galatasaraylı’ydım” diyor Yakup Özkan. Biz TV yakınına, bayanlar ise salonun diğer köşesine kümeleniyor. Çocuklar ise diğer odaya. Bilgisayar başına. Oyun oynayacaklar. İçerisi çok sıcak. Dışarısı da. Isı hala 16°’lerde geziniyor.

Yakup Özkan gönüllü bir Akmeşeli. Beldesini seviyor. Geçmişine sadık. Bilgisini sürekli arttırıyor. İlk Akmeşe gezinmemde tanımıştım onunla. Doğrudan ona göndermişlerdi beni. Zahireci. Dükkanda yemler, tahıl, bir sürü malzeme satılmaktaydı. Bir yardımcısı ve ortağı vardı o zamanlar. Dükkanına girmiştim. Daracık bir idari bölümde, masasının gerisinde oturmaktaydı. Arkasındaki yeşil çuha duvarlık gibi yerde ise, bir sürü siyah-beyaz eski Akmeşe resimleri asılıydı. Şaşkındım. Meraklıydım. Güleç yüzlü ama ciddi bir tip. Sözleri okşayıcı. Bilge. Yaşamın yoğurduğu bir kişilik. Ne güzeldi ilk anlar. Birden bilgi deryasının ortasına yuvarlanıvermiştim. Hangi zamandı? Görüntülerin altındaki tarihe bakmak gerek. O gündür bu gündür tanışırız. Temasımız kopmaz. Telefon, iletiler ve haberleşmeler.

Kendisi göçmen çocuğu her Akmeşeli yerleşik gibi. Buralara ataları 1924’lerde gelmişler. Ermeniler terk etmeye başladıktan sonra. Ermeni Göçü’nden sonra hiç Ermeni kalmamış geride. Kasaba yıkık dökük. Yunanistan’dan gönderilen “Mübadele Muhacirleri” tüm eşyaları, tarım gereçleri ve hayvanları ile daracık, çamurlu yollardan geçerek ilkin Karaabdülbaki (Karabat) Köyü’ne, ardından ise Sapakpınar Köyü’ne ulaşmışlar. Köylerin eski yerleşikleri “Mühacirler”in beraberinde getirdiklerine şaşkınlıkla bakıyorlarmış. Ben de bir “Muhacir” çocuğuyum. Ama bir ayrımla. Anne tarafım Romanya’dan göçmüşler Derince’ye. İşte o “çocukluk düşlerim”i kaleme alma istek ve çabam değil mi beni buralara getiren, Yakup Özkan’nın Akmeşe’sinden tutun da, ta Avcıköy (Merdigöz) Fulacık Köyü’ne dek birçok yere sürükleyen! Avcıköy bir Ermeni, Fulacık ise bir Rum Köyü imiş. Keşke bir gün sınırları aşıp annelerimin sökülüp geldiği Romanya Tutrakan civarlarında olan Ahmatlar Köyü’ne de gidebilsem.

Oda sıcak. Üstümüzdekileri bir bir çıkartıyoruz. Odaların kapılarını açmalarını rica ediyorum. Eriyip muma döneceğim aksi durumda diyorum Yakup Özkan’a. Nefise hanım çayları demlemiş. Kızı Fulya ise bize servis yapıyor. Biz gündemin ana konusu yerel siyasetten, kokuşmuşluktan ve Yakup Özkan’ın CHP’den Akmeşe Belediye Başkanlığı adaylığından söz ediyoruz. Sonra adaylığını geri çekmiş. Uğraşamamış çirkefliklerle. Yakup Özkan eski tüfeklerden. Düşünceleri sade, yalın, temiz ve dürüst. Siyasette döndürülen oyunlarla aşık atamaz.

Bu aralar Şevket Süreyya Aydemir, Talat ve Enver Paşa ve Liman Von Sanders Paşa ile ilgili kitaplar okuduğundan söz ediyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’na çekilişinin gerçek nedenlerini çok merak ediyormuş. Ben de, bu aralar çok çeşitli kitaplar okuyorum diyorum ona. Kitapların adlarından söz ediyorum. Memnun oluyor. En son okuduklarım ise “Matrix Avcısı” (
23) ve “Prens Rakoczi” (24). Ondan önce de bir sürü geçmişi, günümüzü ve yaşanılan anları anlatan kitap okuduğumu söylüyorum (25). “Eğitim şart” diyorum. Ama “Okumak da”. Okumazsak nasıl bilip anımsayacağız! Bu “Popstar” uyuşturucularıyla nasıl savaşırız diyor.

Bizden önce ziyaretçileri varmış. İstanbul’dan Ermeni asıllı diyor Yakup Özkan. Kitabımız üzerine görüşüyoruz (!). “Ne kitabı!” diyorum. Bunu duymadım. Söz etmedin hiç. Bir sürü konu diyor. Onun da adı Yakup. Yani Agop. Ermenice Yakup demek. Ben de Yakup’um diyor gülümseme dudaklarında. Bu aralar ne fazla örtüşme oldu Ermenilerle yine. Onlar Osmanlı’dan bize kalan içimizden birileri aslında. Ayırmak ne olanak? Her şeyimiz yüz yıllar içinde iç içe geçmiş örtüşmüş. Kelemen Mikes anılarında Tekirdağ’da Ermeni Mahallesi’ne yakın Rum Mahallesi kıyısında oluşturulan sokakta oturduklarından söz ediyor kitabında.

Willim Gibsom “Matrix Avcısı”nda kurguyu İstanbul’a taşıyor. Harbiye Orduevi’nden söz ediyor. Hilton Oteli’nde buluştukları Terzibaşyan adlı Ermeni’yle dolaşıyorlar Kapalı Çarşı’yı ve Mısır Çarşısı’nı. Sonra Yakup Özkan sizden önce İstanbul’dan Agop’lar buradaydı diyor. Ona bir türlü Mesrob II (
26) ziyarete edemedim. Onu da davet edemedim. Bir ara Agos Gazetesi’nden Sevan Ataoğlu (27) ile yazışmıştım dedim. Ne dersin birlikte bir hafta sonu gidelim mi ziyarete. Yakup Özkan, ben Mesrob II’nin yardımcısı Vağarşak Seropyan’ı gayet iyi tanırım. Neden olmasın. Kısmet diye yanıtladı (28).

Geçen seneydi. Aret Anusyan, Mesrob II ve daha sonra bana erişen Agos Gazetesi’nden Sevan Ataoğlu’yla yazışmıştım. Araya bir sürü iş girdi. Mesrob II o zamanlar Türkiye’nin AB Üyeliği için gün alma koşuşturmasında Cumhurbaşkanı Necdet Sezer’in ricasıyla Paris’e gidip Türk Büyükelçiliği’nde çaba sarf etmişti. Ardından ise bir sürü programa katıldığını gazetelerden izlemiştim. Günler hızla akıp geçiyor. Yapılması gerekenleri yapmayınca “Aaa ne kadar zaman olmuş!” diyoruz. Laf lafı kovalıyor. Saatler ilerliyor. Muhabbete doyum yok. İzin istiyoruz kalkmak için. Ama çocukların yüzleri asık. Onlar burada kalmak istiyorlar bu gece.

Dışarıda araba başındayız. Yakup Özkan 1997 model bir Toyota almış ikinci elden. Doğru karar diyorum. Toyota’da çalıştığımdan değil. Toyota kullanıcısı olarak konuşuyorum. Dertsiz tasasız araçtır. Seni asla yolda bırakmaz, tamirci yüzü göstermez sana diyorum. Ama bir koşulla. Bakımını zamanında ve sürekli yaptırırsan. Arabaya binemedik.

Tekrar kazlara bakma, köpekleri sevme. Ortalıkta koşuşturma. Kuleye çıkma istekleri. Kızlar bu gece burada kalalım diye yalvarıyorlar. Emri vaki olmaz diyoruz. Bir daha sefere. Önce bilgi vermek, izin almak gerekiyor. Ama onlara göre her şey kolay. Çocuklar yalın. Usul, yol yordam onlar için önemsiz. Zırlıyorlar. Sızlanıyorlar. Anneleri olumsuz. Ben ise şakalaşmayı sürdürdüğüm için bana dönüyorlar. “Hadi babaaaa” diye yalvarıyorlar. Geçerken Ali Yılzdıhan’larda unuttuğumuz çantayı alıyoruz.

Akmeşe’nin yokuş caddesine tırmanıyoruz. Gecenin güzelliği. Sessizlik. Kısa sürede ıssız yollardayız. Yolun sağında kırmızı, solunda beyaz ışıldaklar parlıyor. Dönemeçlerde ise kırmızı oklu levhalar. Yol cillop. Trafik yok. Akmeşe Kavşağı, Karabat, Sapakpınar ve Ketence Sapağı. Bir tek araca rastladık. Kirazoğlu Sapağı’nı da geçince kilometrelerce dümdüz yol. Arasıra Kavak ağaçlarından bölümler. Gerisi ekili düz alanlar. Sağda Tuğla Fabrikası ve dönemeçten sonra mezarlık. Orayı geçince sağ kolda Trakya Yağ. Şimdi D-100’in kuzeyinde kalan ikincil yoldayız. Çelik Halat Fabrikası’nın geçince D-100’e çıkacağız ve normal yoldan ilerleyeceğiz. Ne güzel bir gündü. Bir çok olay ve mutluluğu bir arada yaşadık. Allah nicelerini nasip eder umarım.


Açıklamalar & Dipnotlar
(1). Harun Reşit Güven; [Babası; Halil, annen; Fadile, eşi; Günnur, çocukları; Funda, Tuğba, Tuğçe. Aslen Urfalı]. Ev Adresi; Esatpaşa Nergis Sk. No; 18, K; 2, Esatpaşa-Üsküdar-İstanbul. Ev Tel; 0216-317 87 51. GSM; 0533-441 71 05.
(2). TMMT; Toyota Motor Manufacturing Turkey Inc.
(3). De-ka Gümrük Müşavirlik Hizmetleri A.Ş; Feyzullah Cad. Kumru Sk. No:9/3, 81530, Maltepe-İstanbul. Tel: +90-216-459 40 43 pbx, Fax: +91-216-370 87 33, 442 92 34, http://www.de-ka.com.tr.
(4). Kiralama; Leasing.
(5). Imre Tökeli (Imre Thököly, Emerich Thökely, Emeric Thokoly, Tökeli İmre), Macar Kruc Prensi. İzmit’in (Nicomedia), karşı taraflarında “Champ Fileuri” diye adlandırılan, olaslılıkla bugünkü “Tararköy” (İhsaniye) yaşamıştı. Öldüğünde şimdilerde “Eski İzmit Stadı” olan Osmanlı zamanalrının “Büyük Ermeni Mezarlığı”nda defnedilmişti.
(6). “Demiryolu Bulvarı” adı, İzmit-Haydarpaşa Demiryolu Hattı’nın 1873 yılında tamamlanmasından sonraki adımı olan ilk ayak İzmit-Sapak (Arifiye) Hattı’nın İzmit’in içinden geçirilmesinden sonra bu ana caddeye verilmişti. Hattın İzmit’in içinden geçirilmesi 3000 yıllık İnsanlık Mirası”nı parçalamış ve günümüze dek, bir tane izinin dahil kalmasına izin vermeyecek bir anlayışın sürmesine ilk taşı koymuştur. İlk darbeyi “İzmit Tersanesi” yemiştir. İkinci darbeyi Roma kent kalıntıları, üçüncü darbeyi “Yahudi Mahallesi, Havra ve Mezarlığı” ve, neredeyse yok olmaz üzere olan “İzmit Dış Kent Duvarları” yemiştir.
(7). Belediye; Arapça Beledi; bir yerleşim yerine ait kelimesinden çekimli Osmanlıca kelime. Saray; Farsça; ev, kamu yapısı anlamında Osmanlıca bir kelime. Redhouse Sözlüğü; Türkçe-Osmanlıca-İngilizce, Sev Matbaacılık ve Yayıncılık A.Ş., Editörler; U.Bahadır Alkım, Nazime Antel, Robert Avery, Janos Eckmann, Sofi Huri, Fahir İz, Macdud Mansuroğlu (ö. 1963), Andreas Tietze, 17. Basım Ağustos 1999, ISBN 975 8176 11 0, [CarrefourSA - İnkilap Kitapevi - İzmit, 16.11.1999, 12,950,000 TL]. Sf. 153, Beledi ve Belediye maddesi ve Sf. 985 Saray Maddesi. Ya Plaza; İspanyolca’dan Latince’ye geçmiş bir kelime. Platea; Cadde anlamında. Bir alışveriş merkezi yada belli kamu işlerine ayrılmış yüksekçe yapı demek. Webster’s New World Dictionary Of The American Language; David B. Guralnik, Popular Library-New York,1974, [İzmit, Garajlar (Merkez Banaksı, I. Geçit Karşısı) İzmit, 26.05.1979, 65 TL], Sf. 458 Plaza Maddesi.
(8). Okuduğum eserlerinden sadece ikisi; Bye Bye Türkçe; Bir New York Rüyası. Oktay Sinanoğlu. 6. Basım – Nisan 2002. ISBN 975–8410–13-X. Otopal. otopsiyayinevi@hotmail.com [Sanat Sokağı, Pasaj İçi Sahaf, İzmit, 25.07.2001, 5.000.000 TL] ve Büyük Uyanış; Oktay Sinanoğlu. 7. Basım – Ekim 2002. Otopal. otopsiyayinevi@hotmail.com ISBN 975–8410–27-X. [Sanat Sokağı, Pasaj İçi Sahaf, İzmit, 25.07.2001, 5.000.000 TL].
(9). Tema Vakfı; Kurucusu ve Vakıf Başkanı; Hayrettin Karaca. Merkez; Çayırçimen Sk. Emlak Kredi Blokları, A/2, D.6, Levent 80620, İstanbul; Tel; 0212–283 78 16, Ankara TL; 0312–419 73 00.
(10). İsim Haklı; İngilizcesi Frenchising. Tıpkı İzmit’te işletilen McDonald’s Şubesi gibi.
(11). Sarıyer Börekçisi; Kocaeli Gıda Ltd. Şti. Belsa Plaza 5,6 Blok No: 2, İzmit. Ödeme tutarı 4 milyon lira.
(12). Akbir Petrol; Total Benzin İstasyonu. D–100 Karayolu üzeri, Yahya Kaptan Mah. Karşısı. İki büyük bardak çay tutarı 1 milyon lira.
(13). Sinem Eren-Kağan Ağar Düğün Davetiyesi; Naciye-Süheyl Eren, Nesrin-Zafer Ağar, 7 Şubat 2004, saat 14.00–17.00, Sakarya Üniversitesi Kampus Kafeterya, Esentepe-Sakarya.
(14). Kazımpaşa’da Köfte Keyfi, [İzmit-Kocaeli Uzunçiftlik’ ten, Adapazarı-Sakarya Kazımpaşa’ ya]. Yayınlanmamış çalışma.
http://www.mtuncel.com, http://www.gezinotlari.net ve http://bolsohays.com/ siteleri altında bazı yazılarım yer almaktadır.
(15). İstanbuldere Alabalık Evi; Murat Tıknaz. Erdemli Köyü (İstanbuldere) – Sapanca- Adapazarı. Tel: ++90–264- 582 67 39. GSM: 0542–215 32 06. http://www.istanbuldere.net
(16). Derbent Uygulama Oteli KOÜ; Ayfer Özmen ve Zafer Gül. 41800, Büyük Derbent - İzmit-Kocaeli. Tel:+90–262–353 43 71 – 4 Lines. Fax: ++90–262–353 43 75, http://www.dou.edu.tr derbent@kou.edu.tr.
(17). Özdilek Alışveriş Merkezi; Uzunçiftlik, 8. Km. İzmit. Restoran, çocuk eğlence merkezi, alışveriş bölümü, sinemaları olan bir yer. Ama İzmit kent merkezine oldukça uzak. Daha çok Sakaryalılara hizmet vermekte.
(18). Köşk Kasap ve Köfte Salonu; Kazımpaşa Yolu Üzeri, Selahiye-Adapazarı. Tel; 0264–339 13 11. Ödediğimiz tutar sadece 27 milyon lira.
(19). Yeşil Vadi Gür Çiftliği; Beşevler Köyü, Adapazarı. Yıldıray-Asiye Gür: GSM: 535–783 28 17 –0535–339 53 92.
(20). Yakup Özkan; [Eşi; Nefise, çocukları; Özge, Fulya]. İş Adresi; Akmeşe Merkez Ticaret Akmeşe - İzmit-Kocaeli. Tel: ++90- 262–362 22 64. Fax: ++90- 262–362 22 64. GSM: 532–294 70 62. yakupozkan@mynet.com.
(21). Ali Yıldızhan; [Babası; Ali, annesi; Azime, eşi; Nuran, çocukları; Mahir, Mustafa, Melike] Ev Adresi: Atatürk Mah. 53. Sok. Akmeşe-İzmit. Ev Tel: 0262–326 20 91, GSM: 533–216 80 54.
(22). İrfan Koç; [Babası; Münir, annesi; Nurhan, kardeşleri; Orhan, çocukları; Özge, Ege Baran. Eşi; Ülkü (Balkan). Aslen Akçakoca-Düzceli]. Ev Adresi; Kuruçeşme-İzmit. Ev Tel: 0262–226 49 25, GSM; +90–532–702 56 95. İş Adresi; Çelik Halat A.Ş. Tel: 0262–371 12 80–321, Fax: 262–321 94 76.
(23). Matrix Avcısı; (Neuromancer), William Gibson; © Willim Gibson, Altın Kitaplar Yayınevi, I. Basım, Mayıs 2003, ISBN; 975–21–0367–7, [Erkan Kiraz, Fethiye Cad. Hamamyanı Sokak Kitap Satıcısı, İzmit, 02.01.04, 3.000.000 TL], [Erkan Kiraz, 2. El Kitap Market, İzmit, 02.01.04, 5.000.000 TL].
(24). Prens Rakoczi; Osmanlı’da Bir Macar Konuk ve Mikes’in Türkiye Mektupları; (Törökorzsagi Levelek), Kelmen Mikes. Çeviri Edit Tasnedi, Türkçeye uyarlayan Figen Turna. Aksoy yayıncılık, ISBN 975–312–221–7, [Erkan Kiraz, İzmit Migros Çarşı Mağazası, 20.12.03, 5.250.000 TL], http://www.frankfurt.matav.hu
(25). Nina B. Olayı; (Affaire Nina B.), Johannes Mario Simmel, © J.M.Simmel, Çeviri; Çiğdem Bozdoğan, İnkilap Kitapevi, İstanbul 1990, [Erkan Kiraz, Real Alışveriş Merkezi, II. El Kitapları, İzmit, 20.01.04, 2.499.000 TL], Vatan Sağ Olsun; (Lieb Vaterland Magst Ruhig Sein) Johannes Mario Simmel, I. Baskı, çeviri; Zeyyat Selimoğlu, E Yayınları, [Erkan Kiraz, II. El Kitaplar, Sahaf, Sanat Sokağı, Pasaj İçi İzmit. 13.12.2003, 5.000.000 TL], İslam Ve AvrupaA, İnanç Ayrılığı-Yaşam Birliği; (Islam Och Europa, SaMlevnad Eller Konfrontation?), Igmar KARLSSON, çeviri; Gülseren Ergün, Cem Yayınları, II. Baskı, Eylül 2000, ISBN 975–406–574–8, 5.000.000 TL, Sokak Savaşı Yılları; 60’lı Yılların Bir Özyaşam Öyküsü (Street Fighting Years; An Autobiography of The 60s), Tariq Ali, Çeviren Osman Yener, İletişim Yayınları, ISBN 975–470–466-x, 1. baskı, Mart 1995, [Real Alışveriş Merkezi, İzmit. 28.10.03, II. El Kitaplar, 4.450.000 TL], Hacı (Haj); Leon Uris, Çeviren Belkıs Çorakçı, İnkılap Kitabevi, 1985. [Real Alışveriş Merkezi, İzmit. 28.10.03, II.El Kitaplar, 2.999.000 TL], Odessa; (The Odessa File) Frederic Forsyth, Çeviri Fikret Arıt. E Yayınları. 1972. 20 TL. [Erkan Kiraz, II. El Kitaplar, Sahaf, Sanat Sokağı, Pasaj İçi İzmit. 24.11.2003, 2.500.000 TL], Kissinger; Marvin Kalb & Berrnard Kalb, çeviri Belkıs Çorakçı. Nebioğlu Yayınları. 1975. 75 TL. [Erkan Kiraz, II. El Kitaplar, Sahaf, Sanat Sokağı, Pasaj İçi İzmit. 24.11.2003, 2.500.000 TL], Polonez; (Polonaise) Pier Paul Read, Milliyet Yayınları, 1976. I. Baskı 1979 İstanbul. 90 TL. [Erkan Kiraz, II. El Kitaplar, Sahaf, Sanat Sokağı, Pasaj İçi İzmit. 24.11.2003, 2.500.000 TL], Bitmeyen Acı; (Poland), James A.Michener, Çeviri; Mehmet Harmancı. İnkilap Kitabevi Yayın San. & Tic. A.Ş. ISBN; İstanbul 1987, [Erkan Kiraz, Real Alışveriş Merkezi, İzmit. II. El Kitaplar. 2.999.000 TL. 29.11.2003], Onurun Bedeli; (Price of Honor), Jan Goodwin, ©1994, Jan Goodwin. ISBN 975–434–180–4, Varlık Yayınları. İkinci Basım 1998. http://www.varlik.com.tr varlik@varlik.com.tr [Erkan Kiraz, Real Alışveriş Merkezi, İzmit. II. El Kitaplar. 5.999.000 TL, 29.11.2003].
(26). Mesrob II Mutafyan; Ermeni Ortodoks Patrikhanesi Patriği; 20 Şarapnel Sokak 34480, Kumkapı-İstanbul.
(27). Sevan Ataoğlu; Editor, AGOS, İstanbul'da yayınlanan haftalık Türkçe-Ermenice bir gazete. www.agos.com.tr agos_gazetesi@yahoo.com
(28). Vağarşak Seropyan; Ermeni Yazar. Merhum araştırmacı yazar Kevork Pamukçiyan'ın "çırağı". Ermeni Patriği Mesrob II’nin yardımcısı; 20 Şarapnel Sokak 34480, Kumkapı İstanbul.
(29). Cuma ve Cumartesi € kuru 1.661.036 TL.

Erkan Kiraz, 06–07.02.2004 Cuma- Cumartesi, Şirintepe-İzmit,
erkankiraz@yahoo.com, erkankiraz@superposta.com

© Copyright Hakkı Erkan Kiraz’a Aittir. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazı ancak kaleme alanın izni alınarak tekrar yayınlanabilir ya da dağıtılabilir.
© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
This study may be re-copied or re-distributed only with prior consent of its Author.
Written & Edited By Erkan Kiraz
erkankiraz@yahoo.com on 07/02/04.