Saturday, November 22, 2008

Lajos Kossuth, Sürgünde Bir Macar & Kolonisi; Kütahya [1848–1849]

Bu sabah erken kalkmayıp yeterinden fazla uyuyacaktık. Kızlar da çok yorulmuşlardı. Genelde en erken Aybüke Beren kalkardı. Bu kez ben kalkmıştım. Onlar uyuyorlardı. Hanife mutfağa geçip kahvaltıyı hazırlamaya başladı. Ben bilgisayarın başına geçtim. 2006’nın Aralık ayından beri işlenmemiş görüntüler vardı. Hepsini bitirip tamamlamak istiyordum. Yenileri de gelecekti ardından.

Kahvaltıyı birlikte yaptık. Patates kızartması, çilek reçeli, beyaz peynir, siyah zeytin, kaşar, süt, çay ve meyve suyu. Bengisu hava serinledi, Kentsa Sosyal Tesisleri’ne gidecek miyiz diye soruyordu. Aybüke Beren ise gelmek istemiyordu. İsteksizliği bizi şaşırtmıştı. Arkadaşını çağıracakmış eve. Monopoly oynayacaklarmış. Sonradan anlaşılacaktı isteksizliğinin nedeni! Üşütmüştü. Ateşi yükselmeye başlayacaktı.

Toparlandık. Aybüke Beren arkadaşı ile odasında oynuyordu. Baktık yatağında. Bedenini yokladık. Yanıyor. Hemen sayısal derece ile ölçtük. 37.9. Çok yüksek. Yan komşumuz Fatma Pınar’dan Ateş Şurubu alıp geldi Hanife. Verdik bir kaşık. Bizi ara diye uyardık. Otoyolun güneyi boyunca uzanan Alikahya Yolu ilerledik. Kentsa Fabrikaları ve 15. Kolordu askeri alanı arasından geçen yola döndük. Kentsa Sosyal Tesisleri doğu girişinden girdik.

Kapıda kimlik soruldu. Gösterdik Toyota kimliğimizi. Aracın camında asılı olan Kentsa Sitesi çıkartması yeterli olmadı. Kentsa Fabrikaları araç çıkartmanız yok denildi! Çalışan değilim ki dedim. Sosyal Tesisleri’nde pek kimse yoktu. Bir iki kişi yüzüyordu havuzda. Akşam yapılacak bir düğünün hazırlığına girişmişti çalışanlar. Her yeri mavi-beyaz balonlarla süslüyorlardı. Beyaz mavi örtülü masa ve sandalyeler. Elma ağaçları altında bir kaç masa doluydu. Eski TMMT çalışanlarından Erol Alpay ve Alper. Aileleriyle gelmişler.

Erol Alpay bu sene şirketten ayrılmış ve Bursa Organize Sanayi’de bir firmaya ortak olmuştu. Alper ise önceki senelerde ayrılmış ve bir Sabancı Fabrikası’nda işe başlamıştı. Erol Alpay konuk olarak gelmişti tesise anlaşılan. Onlara daha sonra PUD’da çalışırken ayrılan Çevre Mühendisi Ecder Dombaycı da katılacaktı.

İki küçük havuzdan kuzeyde olanın kenarında bir masaya oturduk. Ne yiyecektik! Hafif bir şeyler. Balık Mevsimi açılmıştı 1 Eylül 2007 tarihi itibarıyla. Şimdilerde taze balık var, öneririm diyordu şefim. Bengisu ben Hamsi alırım demişti. Hanife ise ben Çupra alayım dedi. Ben de dedim. Öncesinde bir Miller Bira. Yemeğimizi yedik. Üstüne Fırında Sütlaç dedim. Olur denildi. Geri geldi garson. Kalmamış, üzgünüm, başka bir şey ister misiniz! Hayır teşekkürler.

Hava parçalı bulutlu. Gökyüzü bulutlardan görünmüyor. Hava hafiften rüzgarlı. Esintinin serinliği rahatlatıcı. Ara sıra Aybüke Beren’e telefon ediyoruz. Ateşini ölçüyorum kendisi. Elinde sayısal derece var. Derece bellekli. Bir önceki ölçümü de gösteriyor. Ateşi hala yüksek. Şurup içmesini söylüyoruz.

Gelirken Kentsa Sitesi içinde Ülkü-İrfan Koç’ların aracını görmüştük. Durmuştuk. Bengisu bir koşu gidip onları Kentsa’ya davet etmişti. Sabah gelmişler Akçakoca’dan. Ülkü-İrfan Koç çalıştıkları Çelik Halat A.Ş.’den 31 Ağustos Cuma günü için izin almış Akçakoca’ya gitmişlerdi dört gün için.

Yorgunuz. Yemek yiyeceğiz. Eşyaları toparlayacağız demiş Ülkü Koç. Bengisu arkadaşı Özge Koç ile cep telefonundan çağrılaşıyordu. Tekrar davet ettik. Dışarıya çıkmış İrfan Koç kızı ile.

Arabanın bagajındaydı Tenis raketleri ve topları. Tenis Alanı boştu. Biraz ter atalım dedik. Tenis konusu bizim için yeni. Alan ve top bilgimiz, vuruşlar ve hareketlere dair her tür bilgimiz İnternet ortamından öğrendiklerimiz. Bir de TV’lerde gösterilen karşılaşmalar. Bu aralar izlediğimiz karşılaşmalar Amerikan Open karşılaşmaları. TV’lerin naklen verdiği karşılaşmalar USTAP Karşılaşmaları. Oyuncular dünya çapında önemli kişiler.

Elimizde iki top kaldı. İki adedi tel örgülerin ötesinde. Kapısı asma kilitle kapalı. Alamıyoruz. Yedek top almamız gerek. İlkin ısındık. Hanife batı yarı sahasına geçti. Gün batımı. Gün ışığı gözlerimi alıyor. Topa vurmanın değil de kaçırılan ya da tersi köşelere giden topların peşinde koşmaktan yorulduk. Yine de eğil, kalk, top topla, kaçan topların peşinden fırla ve ağa takılan topları toparla. Tüm bu koşuşturmalar etkisini gösteriyor. Başlıyoruz terlemeye.

Bir ara verip devam ediyoruz. İyice terledik. Yorulduk da. Her akşam oynayabilsen ne iyi olur diyoruz. Hanife kız kardeşi Nalan Aykan ile ders alacaktı. Kentsa Sosyal Tesisleri’ndeki görevli hocayla da görüşmüşlerdi. İki kişi için saati YTL 40.00 demiş hoca. Ama bir türlü izin günlerini ayarlayamadılar.

İyice yorulduk. Bırakalım dedik. Masamıza döndük. Bengisu kitabını okuyor. Kitabı yeni almış [1]. Ben de yanımda Tekirdağ Ferenc Rakoczi Macar Müzesi’nden satın aldığım kitapları getirmiştim. Tekirdağ’a sürgün gönderilip burada, sürgünde ölen Ferenc Rakoczi’nin [2] ve İzmit’e sürgün gelen ve İzmit Körfezi’nin karşı kıyısında, bugünkü İhsaniye ile Gölcük Şirinköy arasında bir yerlerde, Macar Köyü’nde ölen Imre Thököly’nin yaşamlarını anlatan iki kitap [3]. Şimdi okuduğum Ferenc Rakoczi’nin kitabı.

Imre Thököly’nin [4] yaşamını incelerken rastlamıştım Ferenc Rakoczi’nin adına. Imre Thököly ile yaşamları annesi Zrinyi Ilona [5] nedeniyle kesişmişti. Derince’nin Öyküsü’nü yazarken bir biçimde İzmit ve çevresinde Sürgündeki Macarlar’ın yaşamlarına dalmıştım. İlkin İzmit. Sonrası Kütahya ve Tekirdağ. İleride demiştim bir biçimde gideceğim Kütahya ve Tekirdağ’a. İki kere gittim Kütahya’ya. İlk gidişimde ciddi bir yenileştirme ve iyileştirme girişimi vardı Kütahya Lojos Kossuth Macar Evi & Müzesi’nde. İkinci gidişimizde gezebilmiştim müzeyi. 20 Ağustos 2007 tarihinde.

Tekirdağ ve Kütahya’da yıllar ama yıllar öncelerinde başlatılan but dostluk ve iyi girişim hareketleri anı evi-müze ve park alanlarına dikilen heykeller biçiminde sonuçlanırken İzmit’te Imre Thököly adına hiç bir girişim yapılmamıştı. Son yıllarda ise Eski İzmit Seka Müessesi alanı içinde, Imre Thököly’nın mezar taşından bir parçanın yer aldığı bir anıt yapılabilmişti. Imre Thököly adı verilmiş ne bir sokak, cadde, ne bir semt ne de bir yer vardı!

Sürgün Macarlar’dan [6] Tekirdağ’da yaşayanlar Tekirdağ’ın Osmanlı İmparatorluğu zamanındaki Rumca adından dolayı kente Rodosto demişlerdi. Lajos Kossuth ve beraberindekiler Kütahya’yı nasıl isimlendirmişlerdi bilmiyorum. İzmit’te yaşayanlar ise kentin antik adın Nikomedia’yı kullanmışlar.

Macaristan Özgürlük Savaşları ve Özgürlük Savaşçıları biçiminde algıladığı bu konularda 1905’lerden itibaren büyük ilgi göstermeye başlamıştı. Sürgün Macarlar’ın anılarına bölgeyi gezip dolaşan Alman, Avustıryalı ve Fransız Gezginler’in yazdığı Seyahatanmeler’den öğrenmişlerdi. Bu konuya ciddi biçimde el atmış ve oluşturulan özel ekiplerle Osmanlı topraklarına gelip Tekirdağ, İzmit ve Kütahya’da araştırma yapmışlar ve Ferenc Rakoczi, Imre Thököly ve Lajos Kossuth’un mezarlarına erişmişlerdi. Sürgün Macarların onurları iade edilmiş ve kemikleri ilgili kilise mezarlıklarından alını 1907’lerde o zamanların Macaristan toprakları içinde kalan çeşitli kentlere tekrar gömülmüştü. O kentler şimdilerin sınır çizgileri ile farklı topraklar içinde kalmaktadır.

Bir tesadüftü. Çok sevinmiştim. İzmit Çarşı Migros Alışveriş Merkezi’nde Mikes Kelemens’in kaleme aldığı Ferenc Rakoczi’nin anılar kitabına rastlamıştım [7]. Kitabı soluksuzca okumaya başlamış ve bitirmiştim. Bir hafta sonu gezi deneme yazımda da söz etmiştim. Öylesine etkilenmiştim ki okuduklarımdan. Neden benzer bir kitap Imre Thököly için yazılmadı diye hayıflanmıştım. Araştırmalarıma göre Imre Thököly’nin kaleme aldığı söylenen anıların sadece Macarcası vardı.

Yıllar önce merakla aradığım Imre Thököly’nin anıları kitabını Tekirdağ Ferenc Rakoczi Anıevi Müzesi’nden alacaktım. Kütahya’da gezip dolaştığım Lajos Kossuth Macar Anıevi Müzesi’nde ise ne yazık ki Lajos Kossuth’un anılarının yer aldığı ne bir kitap ne de bir broşür bulabilecektim.

2007 yılı benim için inanılmaz bir yol oldu. Bu sene çocukluk ve gençlik dönemleri anıları canlandırma, özlemle gidilmesi umulan yerlere gitme ve okuduğum Seyahatname, Anılar ve Belgeler gibi kitaplarda söz edilen mekanları yerinde görüp inceleme. Bağı teması kopmuş Romanya Göçmenleri’nin izlerini sürme. 27 sene öncelerinde, 1980’lerde askerlik görevimin bir bölümünü yaptığım yerleri tekrar görme şansı. Tüm bunları elde etmiş oldum. Bu benim içim inanılmaz bir şeydi! Kırklareli Pınarhisar ve Kaynarca.

Şimdi. Bir başka duyumsuyorum kendimi. Canlanmış. Daha diri. Daha özlem dolu. Sivas’a da gideceğim bir gün diyorum. Gençlik dostum Abdullah Erinmez ve ailesini bulmak için. İstanbul Zeytinburnu’na İrfan Kurnaz ve ailesini bulmak için! Kafamı biraz kurcaladığımda, birçok anı, olay, özyaşam kitaplarında yer alan yerler ve kendi belleğimde yer alan yerleri görme isteği o denli depreşti ki! Bunu tanımlamam olanaksız adeta!

İlkin 23 Nisan 2007’de Amasya ve Merzifon’a gidiyoruz dedim. Bir sürü şey okumuştum Manisa’ya dair. Yeşilırmak’ın böldüğü, dağların sarmaladığı bir kent. Osmanlı şehzadelerinin yetiştiği yer. Antik zamanlardan günümüze uzanan bir cennet köşesi. Ünlü Coğrafyacı, geçmiş zamanların en ünlü gezgin yazması Geografika’nın yazarı, Strabon’un kenti. Ünlü aşıkların, Ferhad & Şirin’in kenti. Kayalara oyulan Kral Mezarları’nın Hareşna Dağı’na kazındığı kent!

Board “Bir Amerikan Misyoneri’nin Anıları” kitabında okuduklarımın izlerini sürmüştüm Amasya Merzifon’da. Adım adım. Ermeni Mahallesi, Ermeni Evleri, terkedilmiş büyük Protestan Ermeni Kilisesi yıkıntıları. Ve sora soruştura, kimselerin hemen anımsayamadığı, Osmanlı Zamanları’nın o ünlü Amerikan Board Misyon Ermeni Lisesi’nin kalıntılarını bulduk. Yanlarda yer alan eklenti yapıları. Harabe ve viraneye dönüşen Ermeni Kilisesi’ni.

Merzifon ne çok şeye merkezlik ediyordu. Okuduğum anı kitaplarında hep karşıma çıkıyordu. Ya Osmanlı Ermenileri ile ya da Kara Mustafa Paşa’sı ile. Kara Mustafa Paşa’nın büyük bir heykeli var ilçenin girişindeki dönel kavşak ortasında [8]. Macar Sürgünler Imre Thököly, II. Ferenc Rakoczi ve Lajos Kossuth’un Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ile kara yazgıları birleşmiş.

Kara Mustafa Paşa, Viyana Bozgu’nun bedelini kellesini vererek ödemiş [9]. Osmanlı’dan yana olan Macar Sürgünleri ise yaşamlarını sürgünde, vatan özlemleri ile sonlandırmışlar! Ben ise 2007 yılında tüm bu anıları ve yaşanmışları, kişileri ve olayları yaşatan yerlerde adeta bir araya getiriyorum. Bilmiyorum belki yanımda onların da ruhları vardı... Bunu duyumsadığımda tüylerimin diken diken olduğunun ayrımına vardım. Değişik bir kan devinimiydi bedenimde duyumsadığım...

Sonraları ne oldu! İki kez Kütahya’ya gittim. Lajos Kossuth’un Anıevi Müzesi’ni buldum. Gezdim. Bu seneki TMMT Genel Duruş Yıllık İzni’mde ise değişik bir dolanma planladım. Planımı adım adım uyguladım. Önce Bursa Balıkesir. Oradan Karacabey-Biga Ayrımı. 1974’lerde Derince’deki evimizde bir kiracımız vardı. Meliha-İbrahim Turgay. Bir oğulları vardı. Ayhan Turgay. Ne bir adres ne bir telefon numarası. Sadece Biga’da emekli polis İbrahim Turgay bilgisi.

Bulduk. İsteyen her şeyi başarır denir. Gerçekten doğru. Denetim yapan trafik ekinine sorduk ilkin. Bir bayan ve erkek sivil görevli ilgilendi bizimle. Ok ilgilendiler. Bir sürü telefon konuşması yaptılar. Sonra bizi bir kahveye yönlendirdiler. Tüm polislerin uğradığı bir mekan. Oradan başka telefonlar. Sonunda buldu bizi Ayhan Turgay. İbrahim Turgay üç sene önce vefat etmiş!

Köyüne gidip mezarında dualar okuduk. Aksaz ve Karabiga’ya gittik. Biga’dan sabahın erkeninde yola çıkıp Lapseki’ye eriştik. Arabalı vapurla sabahın 07.01’inde Gelibolu’ya. Gelibolu, Keşan, Uzunköprü ve Edirne. İzmit İmam Hatip Lisesi’nde okurken bir sürü kent gezmezi yapardık. Edirne ve Tekirdağ’a gitmiştik. Edirne’deki anılarım harabe görüntüleri ile doluydu. Selimiye ve Eskicami. Kırkpınar ve harabe halindeki II. Beyazıd Şifahanesi.

Edirne’den Kapıkule’ye ve oradan Kırklareli’ne. 1980’lerde yedek subay olarak görev yaptığım Çorlu, Kırklareli Pınarhisar ve Kaynarca’yı görmek istiyordum. 27 sene önceleri gitmek ne demektir anlatılamaz! Bunu yaşamak gerek. Haritadan görülen, İnternet’te bakılan Demirköy, İğneada, Limanköy’ü gidip yerinde görmek gerek. İçinden geçip gittiğimiz Vize’de bir sürü tarihi yer vardı. Bizans Surları dibinde de Derinceli bir gençle tanışmak varmış; Ferdağ Öztoplu. Israr etmişti. İlla Kıyıköy’ü görün. Yarım saatinizi almaz. Giderseniz eminim ki bir gece kalacaksınız. Öyle de olmuştu gerçekten.

Vize inanılmaz bir yermiş meğer. Osmanlı Hamamı, Rum Aya Sofya Kilise Camisi, Bizans Surları ve Eski Roma Tiyatrosu. Hepsi de onarılmış. Kıyıköy’den dönüşte Tekirdağ’a uğrayacaktık. Bir gece geçirecektik orada. İki şey vardı benim için Tekirdağ’da. Sürgün Macarlar’ın kenti Rodosto [10] ve Romanya Göçmenleri’nin ilçesi Silivri ve ona bağlı Büyük Kılıçlı Köyü.

Kelemen Mikes’in kaleme aldığı Prens Rakoczi’nin Anıları kitabında okumuştum Macar Sürgünleri ve Ferenc Rakoczi’nin yaşam öykülerini. Macaristan’dan sürgünlerini, Osmanlı’ya kabul edilişlerini ve Tekfurdağı yani Rodosto’ya yerleşmelerini. Teyzesine mektuplar biçiminde anlatmıştı yazar Sürgün Macarlar’ın anavatan özlemi dolu yaşamlarını.

İlkin Osmanlı Eserleri’nin yer aldığı bölgeyi aradık. Belleğimde çok eski zamanların ziyaret görüntüleri var. Silik. Puslu. Sisli. Bir merdivenli yokuş yol var. Sağında solunca cami ve kapalı çarşı benzeri yerler. Bedesten ya da Arasta. Bu yokuş yolla Tekirdağ Sahili’ne inmiştik. Eski Çanakkale Yolu kentin içinden geçerdi. Birde Prens Rakoczi’nin anıları.

Hepsini bulduk. Adım adım. Sora sora. Dolaşa dolaşa. Macar Mahallesi’ni buldum. Sokak ve caddeler arasında dolaştım. Nasıl bir duygudur bu bilir misiniz? 1860’lı yılların anıları arasında dolaşmak. Onarılan Macar Aşevi, Prens Rakoczi Anıevi Müzesi’ne dönüştürülmüş! Osmanlı Rumları’ndan geriye pek bir şey kalmamış gibi. Ne bir ev ne bir mezarlık ne bir kilise! Sürgün Macarlar koskoca bir Osmanlı Rum Mahallesi içinde yaşamışlar 1905’lere dek. Ya sonraları ne oldu! Nereye gitti onca Macar, Rum ve Ermeni!

Emperyalist Batılı Güçler’in Osmanlı İmparatorluğu’nu bölmek için uyguladıkları Misyonerlik Hareketleri ve Misyoner Okulları işe yaramış. Rumları misyonerleştirememişler. Ama Protestan Ermenileri’n ayrı bir ulus ve kimlik olduklarını işlemiş, yeri ve zamanı gelince onları kendi çıkarlarına göre Osmanlı İmparatorluğu’nu bölme ve parçalama girişimlerinde kullanmışlar...

Tekirdağ’daki Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve oraya yurt edinmiş Macarlar ne zaman terk etmeye başlamışlar Tekirdağ’ı ilmiyorum. Bu konuda okuduklarım arasında pek bilgi yoktu. İsteyerek ve bilerek mi yoksa o zamanların koşulları gereği istemeye istemeye mi bilinmez! Olayların örtüşmesi bana göre değişmiyor. Hiç kimse yaşadığı yerleri bilerek ve isteyerek terk etmiyor. Ya zorlanıyor, ya sürülüyor, ya sosyal ya da ekonomik nedenlerle terk ediyor yaşadığı yerleri. Zorunlu Romanya Yerdeğişim Göçmenleri gibi...

Osmanlı Sürgün Macarları Tekirdağı’nın batısında yer alan Rum Mahallesi’nin en batı ucuna yerleştirmiş. Rumlar Ortodoks ama Sürgün Macarlar Protestan. Rum Mahallesi’nin Marmara Denizi’ne bakan yamaçlarında kümelenmiş Macarlar. Bir Macar Mahallesi oluşmuş orada...

Silivri’ye bağlı Büyük Kılıçlı Köyü’ne 1935 Zorunlu Büyük Yerdeğişim Göçü göçmenlerinden büyük bir bölüm yerleştirilmişti. Oraya yerleştirilenler arasında annemin annesi Huriye Ortaç’ın kızkardeşi de vardı. Onların çocuklarından Ahmet, Mehmet, Mahmut ve Ayşe Zıroğlu’larını ziyaretlere giderdik. Daha çocuktum. Ya düğünler için ya da başka nedenlerle.

Başka bir zamanda da annemin büyük ağabeyi Ahmet Ortaç’ın oğullarından İbrahim Ortaç ile gitmiştim. İlkin İstanbul’a. Oradan Topkapı Otogarı’ndan kalkan otobüslerle Silivri’ye. Silivri’den de başak otobüslerle Büyük Kılıçlı Köyü’ne. Başka bir zamanda da eskilerin İzmit Seka Müessesi’ne saman çeken Mahmut Zıroğlu’nun kamyonu ile.

Her şey geçmiş yılların tozlu anıları içinde belirsiz biçimlerdeydi. Her şey hayal meyaldı. Silivri ve Büyük Kılıçlı Köyü, yaşadığımız yer Derince İzmit’te öylesine uzaklardaydı ki! Yıllar 1970’li yıllar. Zaman ve mekanların bir birlerine fersah fersah uzak olduğu zamanlar. En azından bizim durumumuzda olanlar için... Çok az şeyi anımsıyordum.

Şimdilerde ise çok şey değişmişti. Zaman ve mekanlar daralmış, kısalmış ve her yer en kısa zamanda ulaşılır olmuştu. Ama gitme isteklerimizi gerçeğe dönüştürme koşuluyla... Büyük Kılıçlı’ya gidecek ve köy kahvesi önünde duracaktım. Arabadan inip soracaktım soyadı Zıroğlu olan birisini arıyorum diye. Kim çıkarsa karşıma! Ya çıkacaktı. Ya da çıkmayacaktı. Çıkarsa anlatacaktım. Geçmişin dehlizlerinden gelen bilgileri söyleyecektim. Çıkmazsa geri dönecektim köyü şöyle bir dolaştıktan sonra.

Şanslıydım. Mehmet Zıroğlu doğruldu oturduğu sandalyeden. Şaşkın ve anlamsız bir yüzle bakıyordu bana. Açıkladım... Bir anlam ifade etmedi. Tekrar anlattım. Değişen olmadı bakışlarında. Kahvenin önüne çekmiş traktörün römorkunu. Üstü karpuz kavun dolu. Satış yapıyormuş. Vakit geçirmek için de yarenleriyle oyun oynuyormuş. Gidelim dedi bizim eve. Ben önde o arkadan geliyordu. İnanılmaz bir şey. Adeta 17 ya da 18 yaşlarındaydım. BüyükKılıçlı Köyü’nün tozlu yükselen sokaklarındayım. Zamanda yolculuk gibi bir şey bu!

Köyün en batı ucundaki şekli şemali çok az değişmiş bahçeli eve vardık. Bizi evin kuzey tarafındaki bahçeye aldılar. Bir telaş. Masayı silme. Hortumla yıkama. Eşi Kadriye Hanım soruyor. Kimsiniz kimlerdensiniz??? Romanya Göçmenleri’nden İzmit Derince’ye yerleştirilen Huriye-Halil Ortaç’ın büyük kızı Necmiye [Ortaç] Kiraz’ın oğluyum! Bir duraksama. Bir boşluk. Sisler arasından bilgi kırıntıları. Kümeleniyor. Yüzü gülüyor Mehmet Zıroğlu’nun.

Evet, tamam diyor Mehmet Zıroğlu. Hoş geldiniz. Sefalar getirdiniz. Nerden gelir nereye gidersiniz? Özetledik kısaca. Nereden geldiğimizi ve buraya niçin uğradığımızı. Kimsenin içimdeki keşfetme ve silik anıları yeni görüntülerle değiştirme özlemimi anlamasını beklemiyorum. Ama konuşunca herkesi sarıyor tatlı anılar. Geçmişin letafeti ya da zorlukları...

1975’ler filan. 20 yaşlarında var ya da yokum. Nasılını nicesini bilmiyorum. İki kez gitmiştim İstanbul Şile’ye. Üsküdar Yolu ile de bir kez gitmiştim. Kiminleydi anımsamıyorum. Bir kez de Belçikalı bir kaptanı kiraladığı aracıyla götürmüştüm İzmit Kandıra üzerinden Eski İstanbul Yolu ile Ağva ve Şile’ye. O zamanlar İzmit’te Mannessmann-Sümerbank Boru Endüstrisi T.A.Ş. adlı şirkette çalışıyordum. Şimdi bu şirket oldu Borusan A.Ş. 1985-1990’lar arasında bir seneydi. Şile’ye dair anılarım 1975 ile 1985–1990 yıllarına dair. Ama Ağva anılarım taze. Oldukça yeni. Dört sene önce gitmiştik Ağva’ya. Ağva’dan Düzce Akçakoca Karadeniz Sahil Yolu gezinmesi yapmıştık Ülkü-İrfan Koç’lar ile.

Bu kez Şile’ye yeni yolla gidecektim. Silivri’den sonra Marmara Ereğlisi. Buradan girmiştim otoyola. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü ile Anadolu tarafına geçtim. Ümraniye Sapağı’ndan sapıp bir sürü kentiçi altyapı çalışmaları arasından, tabela filan olmadan Yeni Şile Yolu’na girdim. Yolu dağların tepelerinden uçurmuşlar. Tepeden tepeye kondurmuşlar. İnanılmaz bir güzellik sunuyordu yol güzergahı.

Bengisu geç oldu artık gidelim mi babacığım diye sordu. Kafamı kaldırdım okuduğum kitaptan. Evet, gidelim dedim. Hem okuyor hem de gezip dolandığım yerlerde yaşanmışları, anıları, bireyleri ve onların özyaşm öykülerini düşünüyordum. Bir kitabı okurken ara verip hoş düşüncelere dalıp gitmek ne hoştur bilir misiniz?

Açıklamalar & Dipnotlar
[1].
[2]. II. Ferenc Rakoczi’nin Hayatı ve Türkiye’deki Sürgün Günleri, Tekirdağ Macar Dostluk Derneği, ISBN 963 218 279 0, Yayınlayan: Macar-Türk Dostluk Derneği, H–1062 Budapeşte, Bajza u. 54. ©Magyar-Török Baráti Társaság, Budapeśt, 2005. Minden jog fenntartva, Her hakkı saklıdır. Printed in Hungary. [Erkan Kiraz, Ferenc Rakoczi Anıevi Müzesi, Tekirdağ, 14.08.07, YTL 5.00].
[3]. Imre Thököly ve Türkiye, István Seres, Türkçesi: Yılmaz Gülen, Çeviriyi aslıyla karşılaştıran: Edit Tasnádi, Bu kitabın iki dilde yayımlanmasını ve Türkiye’de dağıtımını destekleyenler: Macar Bilimler Akademisi, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Szigetvar Onursal Konsolosu László Horváth, © Macar-Türk Dostluk Derneği, 2006, 1062 Budapest, Bajza u. 54. Türkçe çevirisi: Yılmaz Gülen, 2006. ISBN 963 05 8409 3. [Erkan Kiraz, Tekirdağ, II. Ferenc Rakoczi Anıevi Müzesi, 14.08.07, YTL 10.00].
[4]. Emeric Thokely (Imre Thököly, Emerich Thökely, Emeric Thokoly, Tökeli İmre)- 1657-1705: 1693 yılında Macaristan’da Habsburg Hanedanlığı’na karşı ayaklanmıştır. Avcı Mehmet Dönemi: Fadıl Ahmet Paşa’nın 1676 yılında ölmesi üzerine Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sadrazamlığa gelmiştir. Orta Macar Kralı Emeric Thokely (Tökeli İmre)’ye berat sağlamış gereksiz olduğu halde, Avusturya saldırısı başarısızılıkla sonlanarak savaş sonunda devletin çökme kapısı aralanmıştır. Bu başarısız savaş sonunda Tököli İmre yenilgi suçlarından dolayı İstanbul’a getirilmiştir. II. Mustafa Dönemi: 1691 yılında Fadıl Mustafa Paşa’nın sadrazamlığı döneminde yeniden krallığına kavuşan Tököli İmre’nin sınır boylarında kazandığı bölgesel başarılar üzerine Avusturya’ya yeniden sefer açılır. Ama yenilgi üzerine II. Mustafa İstanbul’a sınır boylarında ikide bir tedirginliğe sebep olan Tököli İmre’yi de beraberine alarak getirir. Bir süre sonrada Macar Kralı İzmit’te oturmak istediğini belirtirek buraya yerleşir. Emerich Thokely’nin İstanbul’a getirilmesinden sonra İzmit’in kendisine isteğine bağlı yerleşim yeri olarak belirlenir. İzmit’i seçtikten sonra kent civarinda Champ Fileuri [Çiçekli Çayır] denilen yerde yerleşerek 13.09.1705 yılındaki ölümüne değin sürgün yıllarını İzmit’de geçirir. Bazı belgelere göre kendisinin sürgün değil bir devletin onur konuğu olarak korunduğu belirtilir. [Nicomedia Yöresinde Yeni Bulgularla İzmit Tarihi, Avni Öztüre, Sf:105–106].
[5]. Zrinyi Ilona’nın da yaşamı İzmit’te sonlanmış. Cesedi İstanbul Beyoğğlu’daki İtalyan St. Atoine Kilisesi bahçesine gömülmüş. 1906 yılında mezarı açılmış ve geriye kalanlar Macaristan’a aktarılmış.
[6]. Bujdoso: Mülteciler ya da Sürgünler.
[7]. Türk-Macar Münasebetleri Işığı Altında II. Rakaoczi Ferenc & Macar Mülteciler Sempozyumu. Macaristan Cumhuriyeti Büyükelçiliği, Tekirdağ Belediyesi’nin katkılarıyla. [31 Mayıs- 3 Haziran 1976-İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi]. II. Baskı Haziran 2003. ISBN 975–92300–0–3. İletişim Adresi: Sancak Mah. 1. Cad. No: 3, Çankaya-Ankara- Email:
huembtur@isnet.net.tr.
[8]. Kara Mustafa Paşa Anıtı-Merzifon-Amasya.
[9]. Kara Mustafa Paşa Anıtı-Merzifon-Amasya.
[10]. Sürgün Macarlar Tekirdağ’ın Osmanlı zamanlarındaki Rumca adı olan Redestos ya da Rhaedestos’dan dolayı kente Rodosto demişlerdir. Bu kelime Macarca bir kelimeye uygun düştüğü için bunu benimsemişler.
[11]. Yazıda ad ve adresleri geçen mekanlar ve ticari işletmeler bilgi sağlama amacıyla zikredilmiştir. Her hangi bir ticari bağlantı söz konusu değildir. Sözü edilen mekan ve işletmelerin parasal desteği söz konusu değildir. Zaman içinde erişim bilgilerinde oluşacak değişiklikler bireysel olarak yazarı bağlamaz.
[12]. Yazıda söz edilen mekanlara ait bilgi ve yorumlar sadece bilgi sağlamayı amaçlamaktadır. Her hangi bir yergi ya da yüceltme söz konusu değildir. Amaç yaşanılan anları ve yaşananları bireysel gözlem ve yorumla olduğu gibi aktarmaktır.
[13]. Sözü edilen bedeller ilgili tarihlerde geçerli olup ne bireysel olarak yazarı ne de ilgili yerlerin sahip ve işletmecilerini bağlar.
[14]. YTL / € Paritesi 1,7658.
[J]. Hata ve yanlışlıklar müstesnadır. Olası birey, yer ve mekan adları ile örtüşme durumları, herhangi bir birey ya da tüzel kişiye yazıda değişiklik yapılması isteme hakkı doğurmaz.


Erkan Kiraz, 02.09.2007 Pazar, Saat: 23.00, Kentsa Sitesi, Alikahya-İzmit, GSM: 90–532–613 31 02 Emails: erkankiraz@yahoo.com & erkankiraz-41@hotmail.com.

© Copyright Hakkı Erkan Kiraz’a Aittir. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazı ancak kaleme alanın izni alınarak tekrar yayınlanabilir ya da dağıtılabilir.
© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
This study may be re-copied or re-distributed only with prior consent of its Author.
Written & Edited By Erkan Kiraz
erkankiraz@yahoo.com on 02.09.07.

Imre Thököly’nin Çiçekli Çayır’ı Nerede; Karatepe’de mi Yoksa Saraylı’da mı!

Değişik rüyalar görüyordum. Hanife erkenden kalkıp yatak odasının penceresini açmıştı. Dışarıdaki serinliğin yerini günün gittikçe artan erken sıcaklığı alıyordu. Aşırı sıcaktan olmalıydı kabuz benzeri rüyalarım. Bengisu derin uykudayken, erken kalkan kızımız Aybüke Beren’in odasından PlaySatation’daki oyununun sesleri geliyordu.

Annesiyle mutfakta kahvaltı masasını hazırlayan Aybüke Beren hızlıydı. Onları bir süre izledim uyuşuk, ve uykulu gözlerle kapıdan. Elimi yüzümü yıkadım. Salona geçtim. TV kanlarlını gezindim. İznlenecek bir şey yok. National Geographics kanalında İsveç ve Norveç silah üretici firmalarnın, kendini gizleyen tam donanımlı ve üstün vurucu güce sahip yeni tür deniz gücü gemilerinin üretimlerini anlatan bir belgesele daldım. ABD bu konuda İsveç ve Norveç’i geriden izliyebiliyormuş! İskandinav ülkelerinden bu iki küçük ülke, yaklaşık altı yedi milyon nüfuslarıyla ne işler başarıyordu!

İzmit’in her yerini kaplayan ve İzmit Büyükşehir Belediyesi’nin sloganı olan “çalışlınca oluyor” övünmelerini anımsadım. Evet çalışınca oluyordu da biz Türkler hala lafla övünüyorduk. Hanife KanalTürk’ün İnternet sitesinde Hürriyet Gazetesi yazarı Bekir Coşkun’un Başbakan RTE’nin Uğur Dündar ile yaptığı ve dün akşam bir TV kanalında yayınlanan, özel söyleşide kendisine yönelik “istemiyorsa bu ülkeyi terk etsin” tehdidine karşılık yaptığı açıklamayı özetliyordu bana.

Aydın Doğan’ın Hürriyet Gazetesi’nden kovulmasını emrettiği Emin Çölaşan’ın gazeteden atılması günlerinde Bekir Coşkun ve Cüneyt Ülsever’in adları da geçmişti. AKP İktidarı’nın ABD ve AB ülkeleriyle aynı koşutta detskleyen ve Türk Halkı’na dayatan “sözümona” Türk Aydınları’nın dilleri lal olmuştu. Aydınlık adına, doğruluk adına, konuşma ve ifade özgürlüğü adına kimseler durmamıştı Emin Çölaşan, Bekir Coşkun ve Cüneyt Ülsever’in yanında!

Türk Tarih Kurumu Başkanı Halaçoğlu’nun tarihi belgelere dayanarak yaptğı, 1915 Ermeni Tehciri öncesi ve sonrasında bir çok Ermeni’nin koşullar gereği bölgelerinde yada geçtikleri alanlarda egeme yerleşikler olan Alevi, Kürt, Türk yada Çingene olmalarını, Osmanlı Belgeleri’nde bazı Türkmen kökenli aşiretlerin sonraları Kürt Aişeretleri’ne dönüşmesini, Ermenilerin kendilerini Alevi Kürt yada Alevi Kürt Aşiretleri biçiminde gösterdiklerini açıklaması “Türk Bası”nında anında çarptırılmış ve Yusuf Halaçoğulu’nun “Kürtlere, Alevilere ve Ermenilere hakaret ettiği, derhal özür dilemesi ve istifa etmesi” gerektiği biçimine dönüşüvermişti!!

Benim gibi sıradan birisi dahi Ermeni Tehciri öncesi ve sonrası belge ve bilgileri okuyan bilirdiki Yusuf Halaçoğlu’nun söz ettiği konular gerçekti. Bu gerçekler Ermeni Araştırmacı ve Tarihçileri’nin bir çok eserine yansımıştı. Ailesinin Ermeni kökenli olduğunu öğrenen bir çok sıradan kişi bu bilgileri yazdıkları kitaplarında dillendirmişti! Yusuf Halaçoğlu kendisine yöneltilen bu anlamsız açıklama ve suçlamalara basın toplantısıyla yanıt vermek zorunda bırakılmıştı!

Artık Türkiye’de “Türküm” demek suç oluyordu. Ermeni, Kürt, Alevi yada başka bir şeyim demek ise adeta ödüllendiriliyordu. Bekir Coşkun gibi bir yazar ve aydınlar bizzat bu ülkenin Başbakanı tarafından tehdit edilebiliyor, ülkeyi terk etmesi söyleniyorsa, varın düşünün sıradan kişilerin başına nelerin gelebileceğini!

Ama aynı basın ve “sözümona yazar ve çizer kesimi” ile “AKP İktidarı”nı ve Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesini “Allah emri gibi koşulsuz ve sorgusuz” destekleyen ve sorgulatmayan “bir takım dinci basın yazar çizerleri”, Bekir Coşkun’u vatandaşlıktan çıksın “tehdidi” için ne özür dilesin ne de siyasetten çekilsin diye bir şey söylüyordu!!

Tekirdağ Prens Rakoczi Müzesi’nden satın aldığım II. Ferenc Rakoczi’nin Hayatı ve Türkiye’deki Sürgün Günleri [1] ile İmre Thököly ve Türkiye [2] adlı kitapların sayfalarını karıştırdım hızla. İkisi de bir biçimde İzmit’in geçmişiyle ilgiliydi. Derince’nin Öyküsü adlı bitmemiş ve yayınlanmamış çalışmamı yazarken İmre Thökely’nin İzmit’te, Körfez’in karşı kıyısında Gölcük’ün güneyinde, Tatar-İhaniye, Şirinköy, Saraylı ve Örcün köylerini adım adım dolaşmıştım. Macar Dağı’nı, Macar Deresi’ni, Macar Bayırı’nı, Macar Deresi’ni, Macar Köyü ve Macar Mezarlığı’nın nerede olabileceğini araştırıp durdum. Yerleşiklerle muhabbet ettim. En fazla ilgimi Saraylı köyü çekmişti. Büyük bir mezarlığı vardı ve içinde eski zamanlara ait bir sürü taş malzeme vardı… Sonuç yoktu. O zamanalrda Gölcük Belediye Başkanı ile yazıştım. Belediye hiç Macar Mezar Taşı’na rastlamış olabilirmiydi çevre düzenlemeleri yaparken. O da beni başka bir kişiye yönlendirmişti!

Ama elimde var olan Avni Öztüre’nin kitabında [3] bölük pörçük söz ettiği bililerdi. Bir Fransız gezginin bir zamanlar İmre Thököly’yi Çiçekli Çayır’nde ziyaret ettiğinden söz ediyordu. Ama kitaplara göz atınca görülüyordu ki bir sürü gezgin ziyaret etmiş ve anılarını kaleme almıştı. Bu anılarda İmre Thököly’den ve İzmit’ten söz ediliyordu.

Ev telefonu çaldı. Arayan kızkardeşim Hanife Kiraz’dı. Hal hatır sorma, nasılsın ağabey diye sorma… Sab rım kalmamıştı! Ablamız Heyecan Kiraz’ın durumunda kötü bir durum mu var dedim kısa ve net olarak! Bilmiyorum. Ateşi arttı. Bir de bedeninde kırmızı noktalar oluşmuş sanırım. Huriye Kiraz Ofluoğlu ile konuştum. KOÜ Hastanesi’ne görümeni rica ediyor dedi. Diğer taraftan ven telefonum çalıyordu. Eşim Hanife açtı ve arayan Huriye Ofluoğlu ile o konuştu. Tamam dedim. Hemen geleceğiz.

Bengisu’ya bizimle gelmesini ve biz hastaneye gidince Yiğit’le evde kalmasını söyledik. Hanife ile hazırlandık ve Gündoğdu Deprem Konutları, 9. Ada’ya çıktık. Arabayı geri geri III. Blok önüne çektim. Merdivenleri çıktık. Zile bastık. Eve girdik. Kapıda Hanife ve Yiğit vardı. Yiğit bizi görmekten mutluydu. Ablamın odasına geçtik. Onu kollarına girerek arabaya götrdük. Hala gücü yerindeydi. Zor da olsa yürüyebiliyordu. Oldukça fazla kilo vermişti. Yüzündeki ve kollarındaki yaralar henüz geçmemişti.

Hava öylesine sıcaktı ki! Bir zamanlar Hot Dog Days [4] adlı bir Amerikan romanı okumuştum. Aşırı sıcakların egemen olduğu Ağustos ayında bir küçük yerleşim yerinde insanların nasılda normal davranışlarındna çıkıp beklenmedik ve istenmeyen eylem ve edimlere girdiğinden sözediyordu. İngilizce’de bu tabir Aşırı Sıcak Günleri anlatmak için kullanılıyordu. Arabadaki ısı göstergesi 38 derece diyordu. Ben iklimlendirme açık olduğu halde sicim sicim terliyordum. Direksiyon tutulmuyordu bindiğimde. Gündoğdu Tepesi bir derece ve Umuttepe bir derece daha az sıcaktı. Derece burada 36’yı gösteriyordu.

Aracı ilkin Acil Poliklinik Yapısı önüne çekip, Huriye’nin gelemesini bekledik. Kızkardeşim Hanife hasta yürüteci almak istemişti. Buna gerek kalmadı. Ablamın kanı arabada alındı. Değerlendirme yapılırken biz onu Acil Yapısı önüne götürecektik. Kan alımı bitti. Ablamı acil önüne götürdük. Aabanın öününde KOÜ Serbest Giriş Kartı vardı. Kızkardeşim Hanife kavga gürültü bir hasta yürüteci alıp getirdi. Ablamı üstüne bindirdik ve acil bölüme götürdük. Bir süre sonra Huriye elinde değelendirme kağıtları ile işlem bölümüne geldi.

Elindeki değerleri açıkladı. Kırmızı ve Beyaz Kan değerleri aynı düzeyde. Yani ek kana verimek gereksiz. Ama dört beş değer var. Onlar yanıt vermiyor. Gömrdüğün gibi karşılıkları yok. Bir de Plast sayısı 19 binlerede geziniyor. Bu rakam çok yüksek. Plast, olgunlaşmamış Trombosit demketi. Olgunlaşmayan Plast sayısı artıkça kemik içindeki ilik oluşumu azalıyor demekti.

Alamaız Heyecan Kiraz’a gıda desteği olması ve ağrılarını dindirmesi için destekli serumla ağrı kesici serum verildi. Bir süre onu bekledik. Huriye ile Hanife onun yanındayken biz eşim Hanife ile salonda bekledik. Sigara içtim iki kez. Dışarıda dolandım. Görüntü aldım. Almamın birkaç AVI Filmi’ni çektim Samsung Sayısal Fotoğraf makinesi ile. Hastanae kantininde oturduk. Aldığımız sözümona soğuk su ile simitleri yedik [5].

Serum verimi bittiğinde Huriye telefon edip, onu eve götürebiliriz dedi. Hava hala yanıyordu. Gökyüzünde bir tutam bulut yoktu. Güneş gökyüzünde dünyayı kavuruyordu adeta. Ablamı eve bıraktık. Yiğit rahat vermiyormuş Hanife’ye. Biz onu alıp eve götürelim dedik. Gerekli eşyaları bir torbaya kondu. Biberonu unutulmuş. Bir de kalın giysileri. Bengisu biz hastanedeyken iyi bakıp ilgilenişti Yiğit ile.

Eve döndük. Aybüke Beren memnundu Yiğit’in gelmesinden. Evde yalnuzlık çekiyordu. Zaten Yiğit’i pek seviyorlardı. Onunla ilgilnedi. Oynadı. Üçlü koltuğa ayaklarını uzatıp uyutmayı denedi. Ama Yiğit sütü olmadan uyumuyordu. Yarım litrelik bir PVC su şişesinin kapağını delmiş, içine Neskafeli süt koymuştu. Ondan süt içmeye çalılşıyordu Yiğit. Ben uyumuş uyanmıştım ama o uyumamıştı. Öğle yemeği yerine geçen yemeğin ardından Hanife uzanmıştı Yiğit ile koltuğa. Aybüke Beren de odasında PlayStation oynamak için Ege Baran Koç’u çağırmıştı. Ege Baran gelince uzun saatler Shrek’in Treasure Hunt oyununu oynamışlardı TV’de.

Saat 19:30 suları filandı. Kapı zili çaldı. Açtık. Gelenler Ülkü-İrfan Koç’lardı. Çıkın site içinde dolaşalım diyorlardı. Evimizin içi çok sıcak! Tamam dedik. Hazırlanıp çıktık. Dışarısı biraz olsun esintiliydi. Yiğit, Ege Baran Koç ve Aybüke Beren evde kalmıştı. Bengisu ise arkadaşı Özge Koç ile site içinde koşturup duruyordu. Gelip bizden para istemişlerdi. Üzerimizde kuruş yoktu. Bir iki kez dolaştık. Sitenin orta yerinde bir üçgen var. Su deposu ve su kuyusu burada. Çimlerin bir bölümü yeni biçilmiş. Burada Servi Ağaçları dikili. İyice büyüdüler. Yanlarında tek bir doğal ağaç var.

Buradaki banka oturduk. İrfan Koç evinden bir Werzalit sandalye getirdi. Kızlar yanımıza gelip geçince, ocağın üstüne çaydanlığı koymalarını rica ettik. Kısa süre sonra Ülkü Koç eve gidip çay bardakları ve demlikle geldi. Aybüke Beren ev telefonundan beni aradı. Yanımıza çağırdım onları. Yanımıza gelince dondurma oarası istediler. Yanımızda yok, evde var. Gidip alın ve oradan köşedeki büfeye gidip kendinize ve bana dondurma alın dedim.

Algida dondurmasının farklı türlerinde almışlardı. Yiğit’e de en ufak olanından. Hava hafiften esiyordu. Çimenleri sulayan sulama düzeneği sıra sıra devreye gidiyordu. Beklenmedik anda yanıbaşımızdaki fıskıyeler devreye gidince hepimiz çığlıklarla kaçıştık. Neredeyse yarı yarıya ıslanmıştık. Kalktık. Vedalaştık. Bekir Ofluoğlu geç vakitte geldi Yiğit için. Huriye Kiraz Ofluoğlu, Yiğit’i getirmesini istemiş. Özlüyor haliyle. Ne Yiğit gitmek istiyordu ne de Aybüke Beren onun gitmesini! Ama gönderdik.


Açıklamalar & Dipnotlar
[1].
[2].
[3].
[4].
[5].
[6].
[7].
[8].
[9].
[10].
[Tamamlanmamis yazi. Hata ve yanlışlıklar müstesnadır. Olası birey, yer ve mekan adları ile örtüşme durumları, herhangi bir birey ya da tüzel kişiye yazıda değişiklik yapılması isteme hakkı doğurmaz.]
Erkan Kiraz, 22.08.2007 Pazartesi, Saat: 23.00, Kentsa Sitesi, Alikahya-İzmit, GSM: 90–532–613 31 02 Emails: erkankiraz@yahoo.com & erkankiraz-41@hotmail.com.

© Copyright Hakkı Erkan Kiraz’a Aittir. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazı ancak kaleme alanın izni alınarak tekrar yayınlanabilir ya da dağıtılabilir.
© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
This study may be re-copied or re-distributed only with prior consent of its Author.
Written & Edited By Erkan Kiraz
erkankiraz@yahoo.com on 22.08.07.

Romanya Muhacirleri & Macar Sürgünleri, Büyük Kılıçlı & Derince & Tekirdağ-İzmit & Kütahya

Bugün üç haftalık iznimin ilk günü. Erken kalkma alışkanlığı var. Saat 07.00’de uyandım. Yatak keyfi. Yataktan dönüp durma. Sonrasında uyanma. Saat kaç? Henüz 08.30. Hanife kalkıp pencereleri açmış. İçeriye sabahın serinliği giriyor. Ben kahvaltı masasını hazırlayayım diyor. Bengisu ve Aybüke Beren derin bir uykuda.

Keyif çayımı yudumlarken TV kanallarını geziniyorum. Yaz Programları. Tümü tekrar filmler. Çocuklar için çizgi filmler. İzleme değer bir şey yok. National Geograpihcs kanalında kelebeklerin tırtıldan kelebeğe dönüşme programı var. Kaç kez izledik bunu! Ünlü Amerikan Kral Kelebekleri’nin dönüşüm ve Kanada’dan ABD’ye ve oradan Meksika’ya göç serüvenleri…

Çocuklar öğleye doğru uyanıyor. Hanife onlara kahvaltı hazırlayacak. Trakya Bölgesi’nde Kırklareli, Tekirdağ ve Edirne dolanmamız ve ardından olası Şile, Ağva, Kandıra, Kaynarca, Karasu, Kocaali, Melenağzı, Akçakoca ve Karadeniz Ereğlisi dolanmamız için Türkiye Haritası’ndan yollara bakıyoruz. İlkin Bursa, Karacabey, Bandırma, Biga ve Lapseki yolunu kullanalım diyorum. Buralarını hiç dolaşmadık. Giderken Meliha-İbrahim Turgay’lara uğrarız. Onlar bizim Derince Yıldırım Caddesi üzerindeki eski briket evimizde kiracılarımızdı. Çok iyi insanlardı.

İbrahim Turgay İzmit’te trafik polisiydi. Bir oğulları vardı; Ayhan. Bizim evden taşındıktan sonra uzun süre Yendioğan’ın gerilerinde bir eve taşınmışlardı. Ortaokul ve lise yıllarımda, okul sonraları onların eve çok sık gittiğimi anımsıyorum. Bir anne yakınlığını bulurdum Meliha Abla’da.

Lapseki’den arabalı vapurla Gelibolu’ya geçeriz. Gelibolu’dan Keşan, Meriç ve Uzunköprü ile Edirne’ye. Edirne’de bir iki gece kalırız. Edirne çevresini gezer dolaşırız. Edirne’den Kırklareli’ne. Kırklareli’nin Kardeniz kıyılarını dolaşırız. Bir iki gece orada konaklarız. Dönüşte ise Pınarhisar ve Kaynarca’ya. Pınarhisar Kaynarca’da 1980’lerde bir ar Amerikan Nükleer Müfrezesi ile tatbikatta kalmıştım.

Kaynarca’da kaynaklar çevresinde kümelenen alkollü mekanlarda yemek yemiştik. Pınarhisar Orduevi’nde bir öğle yemeği yemiştik. Çorlu Orduevi’nde kalmıştık iki gece. Çorlu’dan Tekirdağ’a geçeriz. Tekirdağ, Marmara Denizi kıyısında bir kent. Şimdilerde İstanbul Büyükkenti’nin yutup sindirdiği bir kent oldu. Osmanlı zamanlarında önemli bir Rum kenti [1]. Rumlarla Türkler kentin eşit yarısını oluştururlar. Macaristan’ın bağımsızlık savaşlarında Osmanlı İmparatorluğu ile çıkarları gereği işbirliği yapan önemli Macar Prensleri’in sürgünü gönderilip yaşamlarını geçirmeleri için kabul edildiği üç önemli kentimizden birisi.

İlki İzmit’tir. Macar Sığınmacıları’nın güvenli bir sığınak bulduğu yerlerden. İzmit’te Yukarı Macaristan Prensi, Thököly Imre [2] ve sonradan kendisiyle evlenip eşi olan Zriny Ilona ve onlarla birlikte gelen Macar Kolonisi’dir gelenler. Bugünkü Tatarköy-İhsaniye çevresinde kendilerine tahsis edilen Macar Köyü’nde yaşamışlar ve ölmüşlerdir.

Tekirdağ ikinci kenttir Macar Sürgünleri için yerleşecek güvenli yer. Tekirdağ’da Rum Mahallesi yakınlarında bir bölgeye yerleştirilmişlerdir. Yaşamları bir gün Macaristan’a anavatanlarına dönme düşleri ve özlemleriyle son bulmuştur Tekirdağ’da. Tekirdağ’daki Macar Sürgünleri’nin özlem ve düşlerini Kelemens Mikes anlatmıştır kaleme aldığı Prens Ferenc Rakoczi isimli eserinde [3]. Kelemen Mikes, Macarlar’ın Tekirdağ’ın Rumca Redestos ya da Rhaedestos adından yola çıkarak Tekirdağ’a Macarca anlam da çağrıştıran Rodosto dediklerini yazar. Osmalılar için kentin adı Tekfur Dağı [4] ya da Tekir Dağı’dır.

II. Ferenc [Francis] Rakoczi, Macaristan’ın 1703–1722 yılları arasında verilen Özgürlük Savaşı’na katılıp yenilen prenslerden birisidir. Sürgünde geçen tüm yaşamdan sonra, gömüldüğü Tekirdağ’daki mezarından yaklaşık 100 sene sonra, 29 Ekim 1906 yılında, kemikleri ve Prensliğinden geri kalanları ülkesi Macaristan’a geri götürülmüş ve Macaristan Koscie’deki [Kassa] St. Elizabeth Katedrali’nin bahçesine gömülmüştür. Tıpkı Thököly Imre’nin kemikleri ve Prenslik kalıntılarına ait geri kalanların İzmit’ten alınıp Macaristan’a götürülmesi gibi. Rakoczi 1676’da Macaristan’ın Borsi [günümüzde Borsa, Slovakya] kentinde doğmuş ve Tekirdağ’da vefat etmiş.

Prens Ferenc Rakoczi ile Thököly Imre arasında hem Habsburg Hanedanlığı’na karşı verilen Özgürlük Savaşları ile hem de Zrinyy Ilona’dan dolayı bir bağ vardır. Ilona [Helen] Zriny, Prens Ferenc Rakoczi’nin annesi ve Thököly Imre’nin ikinci eşidir.

Üçüncü kent Kütahya’dır Macar Sürgüleri’nin huzur buldukları. Kütahya’ya çok kez gittik. Lise yıllarında okul gezsileri ile. Yaz tatillerinde içinden geçerek ve geçen senelerde bir hafta sonunu orada geçirerek. En son ise ablamız Heyecan Kiraz için bitkisel ilaç almak için gittiğimizde. Kütahya Kalesi’nin hemen güney-doğu tarafında, Ulucami’nin üst mahallesinde bir yerde kalır ünlü Macar Evi.

Geçen sene gittiğimizde Macar Evi önemli bir bakım ve yenileşme altındaydı. Ablamız Heyecan Kiraz’a ilaç almaya gittiğimizde ise tekrar uğramıştık. Her şey bitmiş ve müze olarak halkın gezmesine açılmıştı. Giriş ücreti kişi başı YTL 1.00 filandı sanırım [5]. Evin güney tarafında kalan bahçesinde büyük bir heykeli yer alıyor. Kaideye asılan mermer levhada ise Macar Milli Kahramanı, Lajos Kossuth ile ilgili bilgiler yer alıyor [6].

Tekirdağ’dan Çorlu ve Silivri’ye geçmek istiyoruz. Silivri’ye bağlı Büyük Kılıçlı Köyü, Romanya Zorunlu Göçmenleri’nin yerleştirildiği yerlerden birisi. Annemizin annesi rahmetli Huriye Orataş’ın ya da eşi Hali Orataş’ın kızkardeşlerinden birisinin yaşadığı bir yer. Çocukluk ve gençlik yıllarımda kaç kez gitmiştik. İlki bir düğün nedeniyleydi. İstanbul Sirkeci’den Çorlu’ya. Neden Çorlu’ya gitmiştik trenle acaba? Sonraları ise torunlardan birisi olan Mahmut’un saman yükü taşıyan kamyonu ile.

İsimler anımsamıyorum. Büyük Kılıçlı’da yaşayanlara dair en taze bilgiler ablamız Heyecan Kiraz’da. Ablamızla konuşup bilgileri tazeleyeceğiz. Varsa telefon numaraları alacağız. İsimleri not edeceğiz. Türkiye haritasına [7] defalarca bakıp inceledik Hanife ile izlenecek yolları. Dolaşılacak yerleri. Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ’da ne var, nerelere gidip, tatil yerleri nereleridir benzeri bilgiler için ise Gezi’2000 Türkiye Tatil Rehberi’ni karıştırdık [8]. Bir de ayrıntılı yol bilgileri için Köy Köy Türkiye, Yol Atlası’na göz attık [9].

Hava çok sıcak. TV’lerde hava tahminlerine dikkat ediyoruz. İki gün için yağmur tahmini var ama dün akşamki siyah bulutlar ne yazık ki dertlere şifa olmadı. Trakya Bölgesi’nde ise sel ve su baskını uyarısı yapılıyor.

RTE yeni hükümet kurma görevini almak için Köşk’e çıkıp Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile görüştü. Şimdi ilk soru cumhurbaşkanı nasıl seçilecek? Halkoyuyla mı seçilecek yoksa AKP’li Abdullah Gül mü dayatılacak ülkeye ikinci kez! İkincisi Meclis Başkanı kim olacak ve üçüncüsü Bakanlar Kurulu kimlerden oluşacak?

Yahoo mailime bir rica iletisi gelmiş! Burhan Başaran adlı birisinde [10]! Bursa’dan ablamlar geliyor. Alkolsüz, bungalov türü bir yer bilgisi gerekli. İnternet’te gerekli bilgi bulamadım. Belki siz yardımcı olabilirsiniz diyen birisi! Bende kendisine kıza bir yanıt yazdım. İtsek biçimi ve iletinin yazılış biçimi çok kaba görünmüştü bana. Ona rağmen yanıt yazdım [11].

[....].[12].

Akşamüzeri. Hanife’ye Huriye [Kiraz] Ofluoğlu’larına gidelim diyorum. Hem aldığımız sebze-meyveleri götürürüz hem de ablamız Heyecan Kiraz’ı ziyaret ederiz. Sağlık durumundaki gelişmeleri öğreniriz. Bir de çıkacağımız Trakya Tatili ile ilgili bilgi vereceğiz. Biga’da yerleşik İbrahim Turgay ve Silivri Büyük Kılıçlı’da oturan Romanya Göçmenleri’nden ve annemin annesinin kızkardeşi Münire Teyze’nin çocuklarına dair bilgi tazelemesi yaparız.

Kızlara sesleniyorum. Kısa sürede hazırlanın diye. Aybüke Beren sokaktan yeni geldi. Bengisu ise öğleden sonra uykusundan uyanmıştı. Çabucak hazırlanıyorlar. Safalı Köyü’nden getirdiğimiz taze mısırlardan beş tanesini poşete koymuş Hanife. Evden çıkmadan Huriye’ye telefon ediyorum. Evdeyiz diyor. Fatma-Serdar Badal’lar da gelecekmiş. Onlar Mehmetalipaşa’nın Bağdat Caddesi üzerinde oturuyorlar. Kızları doğduktan beş ay sonramı ne bebek görmesine gitmiştik. Meriç şimdi kocaman olmuştur.

Arabayı Bayındırlık Deprem Konutları, 9. Ada, 2. Blok’un batı tarafında, tepenin hemen altında yapılmış geniş otoparka bırakıyoruz. Tepenin üstünde Muhtarlık Baraka Yapısı var. Rüzgar güçlü esiyor. Gökyüzü koyu külrengi bulutlarla kaplı. Havada ozon kokusu var. Yağmur Kokusu yani. Ama yağmur yağmayacak buralara. Rüzgarın gücü çok fazla. Aşağılarda, deniz düzeyinde bu esinti ve serinlik yok. Poşetleri yükleniyorum. Kızlar çoktan gittiler.

Abdullah Bekir Ofluoğlu mutfakta akşam yemeğini yiyordu. Yiğit babasının yanında. Karnını doyuruyor. Kızları görünce çok mutlu oldu. Üstünde tek parça mavi renkli bir tulum var. Altında ise çocuk bezi. Ablamız Heyecan Kiraz salondaki üçlü koltukta. Ağzını ve burnunu kapatan filtreli bez maske var. Saçları hala yok. Kafası bemyebaz. Kollarındaki morluklar duruyor. Ağız çevresinde ve yüzünün sol şakağındaki yaraların izleri var. Biraz bitkin. Güçsüz. Sesi canlı. Keyfi yok. Bizim için doğruluyor.

Sana herkesin selamı var diyorum. İyi dileklerini ve sağlıklı olma dualarını getirdim sana. Fatma-Sadettin Baykal, Hatice Sevinç, Ülkü-İrfan Koç’ların ve Fatma Baykal teyzenin kızkardeşi Emin Korkmaz ve kızları Tülay Güler’in. Ayrıca Kentsa Sitesi’nden Zeynep-İsmail Muslu’ların. Yüzü pek değişmiyor. Yaşam Sevinci yitmiş gibi. Bu çok önemli. Ne yapıp da onun yaşama sevincini geri döndürebiliriz! Sürekli olarak Allah inancını ve yaşma bağlanma güç ve isteğini diri tutmamız gerek.

Bir de diyorum, sana Safalı Köyü’nden taze mısır, karpuz ve kavun getirdik. Kilo vermişim diyor. Hem de tam beş kilo! Şaşırdığımı belli etmiyorum. Olur bu diyorum. Hastanendeyken sürekli olara ilaç ve serumlarla besleniyordun. Şimdi kendine bakman gerek. Kısa sürede toparlanırsın. Yeter ki gerekli gıdalarını al. Bir iyileş. Bak nerelere gideceğiz. Beraber gidip dolaştığımız Bağırganlı, Seyrek, Sarısı ve diğer tüm yerlere tekrar gideceğiz. Yeni fotoğraf makinenle daha rahat resim çekersin.

Geçen aylarda. Hastanedeyken. Ona yeni bir sayısal fotoğraf makinesi almıştım. Samsung marka. Türkçe menülü. Kullanımı kolay. Büyük ve geniş ekranlı. MS rahatsızlığı [13] geçirdiğinde %25’lik bir görme kaybı yaşamıştı. Gözlüklerini değiştirmişti. Görmeden biraz zorlanıyor. Bir de bu hastalığın yüklediği dermansızlık ve güzsüzlük var. Sana diyorum, çektiğim resimleri göstereceğim. Kızkardeşim Hanife Kiraz ablamızın gözlüklerini bulup getiriyor. Resimlere makinede nasıl bakacağını gösteriyorum. Düğmesine basmada zorlanıyor. Elleri ve ayakları uyuşukmuş. Bir süre bakıyor. Pek canlı ve istekli değil. Ben yardımcı oluyorum. Yoruluyor. Tamam, bu kadar diyorum. Şimdi sen biraz uzan ve dinlen.

Balkona geçiyorum. Ablamız Heyecan Kiraz’ın durumunu konuşuyoruz. Değerleri aynı. Kütahyalı Mustafa Sarıkaya’dan aldığımız Bitkisel İlaçlar’a başladık yine. Kilo kaybı kötü. Yemesi gerek. İnanç ve moralini de güçlendirmesi diyor. Kızkardeşim Hanife Kiraz da geldi yanımıza. İki hafta sürecek Trakya Dolanması’na çıkacağız diyorum Gidiş Yolu’nu Bursa, Karacabey, Biga ve Lapseki olarak yapacağız. Gitmişken İbrahim Turgay’lara da uğrayacağız. Telefonu var mı sizde diye soruyorum. Derince’deki evde diyor Hanife Kiraz. Huriye [Kiraz] Ofluoğlu da gittiğinizde Polisevi’ne sorarsınız diyor.

Lapseki’den Gelibolu’ya geçip Edirne’ye gideceğiz. Daha sonrasında ise Kırklareli ve Tekirdağ’a Dönüşte Çorlu ve Silivri-Büyük Kılıçlı Köyü’ne uğrayacağız. Burada kimler vardı anımsayan var mı diye soruyorum. Huriye ve Hanife annemin annesi Huriye Orataş’ın kızkardeşi Minire Zırlıoğlu diyorlar. Kocasının adını anımsayamıyorlar. Ben 1980’lerden sonra Yedek Subay askerken Çorlu, Kırklareli, Kırklareli, Pınarhisar Kaynarca’da geçirdiğim günlerden söz ediyorum. Bir de diyorum, İbrahim Ortaç ile İstanbul’dan trenle Çorlu’ya gitmişti. Çetin bir kıştı. Trakya soğuktan buz gibiydi. Her yer karla kaplıydı [14].

Fatma-Serdar Badal’lar Bekirdere Üçyol’dan gelip Asri Mezarlık önünden ilerleyen Eski Üçtepeler Yolu ile gelmişler Dünya Bankası Deprem Konutları önlerine. Huriye ile telefonda evin nerede olduğun u soruyorlar. İlki yer tanımlamada anlaşamıyorlar. Dışarıya çıkıyoruz. Birkaç telefon konuşmasından sonra anlaşıyoruz ki Tepeköy önlerinde yapılan yeni apartmanların altlarında açılan yerleri söylüyorlar bize. Toyota Yaris araçları varmış. Yukarı tırmanın diyoruz. Tırmanıyorlar tepeyi. Bizi görmeden kuzeye doğru geçip gidiyorlar. Başka bir telefon konuşması. Ben arabaya binip yola çıkıyorum. Yukarıda onları bulup, farlarımı yakıp söndürüyorum. Peşime takılıp geliyorlar.

Serdar Badal çok sıkılmış ve yorulmuş. Gece bilinmeyen yerler insana içinden çıkılmayacak denli karmaşık gelir. Bir bayram gecesi ben de Adapazarı içinde, Köfteci İsmail’in bulunduğu caddeye bir türlü erişememiştim. Onca yol sormama ve onca yol ve cadde tanımlamalarına karşın. Sıkılmış ve aşırı terlemiş. Kızkardeşimiz Hanife Kiraz, Meriç’i annesi Fatma Badal’ın kucağından alıp koşturuyor. Meriç çığlık çığlığa. Kemal Badal evde kalmış. Gelmek istememiş. Kocaman olmuş Meriç. Kaç aylık oldu diye sorunca, babası 15 aylık oldu diyor. Ön dişleri çıkmış. Alttan ve üstten ikişer diş. Saçları tepesinde tokalanmış. Kıvır kıvır. Bukle bukle sarı saçları var. Kıpır kıpır bir çocuk. Dur durak bilmiyor.

Hoş sohbetin ardından balkona çıkıyoruz Serdar Badal ile. Anneleri Meliha Badal rahatsızlanmış. Tedavi için kızına, İstanbul’a gitmiş. Torunu Burcu, Galatasaray Lisesi’nde okuyordu. Mezun olmuş. Üniversite Giriş Sınavı’nda istediği bölümü kazanamamış anladığımız. Sevmediği bölümde okuyacak ya da tekrar sınava girecek demek bu!

Huriye soğuk içecek mi yoksa çay mı diye soruyor. İkimiz de çay diyoruz. Genel Seçim 2007 sonuçları konumuz. Halkın Seçimi. Halk onca ağlamasına, şikayet etmesine rağmen %46,8 AKP dedi. Sorulduğunda kimse “oyumu AKP’ye verdim.” demiyor! “Aydın Doğan Medyası”nın radyo ve TV kanalları ile TMSF’nin el koyduğu, Uzan’ların ve Ciner’lerin tüm radyo ve TV’leri AKP’nin yayın organı gidi davrandı. Tüm Anketler anlaşmışçasına %34–43 arasında birinci parti AKP diyordu. Diğerleri % 10 Seçim barajı’nı aşamaz! Halk bu anketlerle iğdiş edildi diyorum. Zaten ANAP’ın başında Erkan Mumcu ve DYP’nin başında Mehmet Ağar DP’de birleşme konusunda parlak bir başarı elde edemediler. % 15’lik oyu ile MHP ikinci başarılı parti oldu. CHP ise DSP ile birleşmesine ve onca Komünist ve Sosyalist Oylar”a rağmen ancak %20 başarı sağladı!

“Aydın Doğan Medyası”, sözümona “Aydınlar” ve “Üniversite Biliminsanları” bu sonucun tüm bedelini CHP ve Deniz Baykal’a yıkma savaşındalar. Tek suçlu Deniz Baykal! Ya AKP’ye destek veren “Aydın Doğan Medyası” ve onun “sadık AKP yandaşı yayımcı ve programcıları”, “TÜSİAD”, “MÜSİAD”, “Aydınlar”, “Üniversite Biliminsanları”, gazetelerin “köşeyazarları” ve yazın ve düşün insanlarının tümü, neden tüm desteklerini sadece AKP’den yana koyduklarını ve TSK karşısında yer aldıklarını açıklamıyorlar!

Öyle ya da böyle diyorum. Bu halkın tercihi. Sonuç ne olursa olsun ona katlanmak zorundalar. İster iyi olsun sonuç isterse bin beter. Yeni AKP İktidarı hem istediği Cumhurbaşkanını, istediği Meclis Başkanı’nı seçecek hem de yakalaşan Yerel Yönetim Seçimleri’nde tüm Türkiye’de tüm belediyeler AKP’li yapacak. Türkiye yaklaşık 2020’lere dek AKP Zihniyeti ile yönetilecek. İleriki zamanlarda Türkiye’nin neler yaşayıp yaşamayacağını birlikte göreceğiz.

Bana göre tüm vebal Türk Halkı’ın değil, onu manipüle eden, “Aydınlar”ın, gazete “köşe yazarları”nın, Anketleri halka dayatanların, “Aydın Doğan Medyası”nın, MÜSİAD ve TÜSİAD ile kendilerini “Türk yazın ve düşün insanı olduğunu söyleyenler”in olacak! Öyle ya onlar her zaman Türk Halkı’nın sürekli olarak hep ilerisinde olmuşlar ve geleceği sıradan halktan daha iyi görmüşlerdir. Doğru bilip gördüklerini de “Tekelci Medya” kanalları ile 4,5 sene boyunca dayatmışlardı…

Açıklamalar & Dipnotlar
[1]. Tekirdağ’ın Osmanlı zamanlarındaki Rumca adı; Redestos ya da Rhaedestos‘dır [Ρωδεστό]. Sürgündeki Macarlar ona Rodosta demeye başlamışlardır.
[2]. Osmanlı kayıtlarında Thököly Imre, İmre Tökeli olarak geçer. İzmit’in içinden geçip giden, bir zamanların Demiryolu ve onun uzandığı bulvarın adı İmre Tökeli Caddesi’dir. Şimdilerde İzmit Büyükşehir Belediyesi onun adına, eski Seka İzmit Müessesi alanı içinde bir anıt yaptırmıştır. Mezarından arta kalan ve Macaristan Kruç Prensliğini sembolize eden bazı kabartmalar yer alır. Anıtın yanındaki levhada ise Türkçe ve Macarca kısa bilgi tabelası var.
[3]. Türk-Macar Münasebetleri Işığı Altında II. Rakaoczi Ferenc & Macar Mülteciler Sempozyumu. Macaristan Cumhuriyeti Büyükelçiliği, Tekirdağ Belediyesi’nin katkılarıyla. [31 Mayıs- 3 Haziran 1976-İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi]. II. Baskı Haziran 2003. ISBN 975–92300–0–3. İletişim Adresi: Sancak Mah. 1. Cad. No: 3, Çankaya-Ankara- Email:
huembtur@isnet.net.tr.
[4]. Tekfur: Ermenice bir kelime olup “taş taşıyıcı” demektir. Bu kullanım dağılan Doğu Roma [Bizans] İmparatorluğu’nun Prens ve Prenslikleri’ne verilen bir isimlendirmedir. Türkçe’ye Ermenice’den geçmiş olup kısaca Rum Prensi ya da Rum Prensliği anlamındadır. [Türkçe-Türkçe Etimolojik Sözlük, Erkan Kiraz CopyRight 2006–2007, Yayınlanmamış Eser.]
[5]. T.C. Turizm & Kültür Bakanlığı, Kütahya Müze Müdürlüğü, Kossut Müzesi.
[6]. Lajos Kossuth; 1802–1894. 1848–1849 Macar Devrimi ve Özgürlük Savaşı kahramanlarının ülkeye kabulünü, 150. yıldönümü dolayısıyla şükranla anıyoruz. Macar Bilimler Akademisi, Macar-Türk Dostluk Derneği.
[7]. Türkiye Haritası; 1:2.000.000 ölçek. Sabah ve Renault-Mais armağanıdır. Oldukça eski bir yol haritası. Renault’un Türkiye’de bir zamanlar piyasaya sürdüğü Renault 21 Concorde, Renault 9 Broadway, Renault 11 Rainbow ve Renault 12 Toros modellerinin reklamı için parasal destek verdiği bir harita.
[8]. Gezi’2000 Türkiye Tatil Rehberi; Ekin Yazım Merkezi. [Erkan Kiraz, İzmit Çarşı Migros, 13.09.00].
[9]. Köy Köy Türkiye, Yol Atlası; 1: 400.000. 1. Baskı, Eylül 2003. ISBN: 975–340–431-X. İki Nokta Bilişim Araştırma Basın Yayın Tic. Ltd. Şti. Atlaslar Dizisi, Yayın No: 32. [Erkan Kiraz, 20.12.03, İzmit Çarşı Migros, TL 25.000.000].
[10]. From: burhan basaran
burfan13@hotmail.com Subj: Re: yer? Selam, netteki yazınızı okudum ve yardımcı olabilrsiniz gibi geldi: ablamlar bursadan gelecek ve 3-4 gün kalabilecekleri alkolsüz, doğada bungalo tip evler yada apart odalar olabilir yerler sordular bana internette heryer yazılı değil bande sizden yardım istiyorum. karamürsel tarafıda yada izmit civarıda olur bana bu tür yerlerin tel.ve yerlerini yazarsanız çok çok memnun olurum saygılarımla, burhan barsan 05058111511, 05393680341.

[11]. From: erkankiraz@yahoo.com To: burfan13@hotmail.com, Re: yer? Slm, Izmit ve cevresine ilgi gostermeniz hos. Ilkin sunu aciklamama izin verin. Ben bir turizm gorevlisi yada temsilcisi degilim. Sadece gezip dolasan ve gezip dolastigi yerleri oldugu gibi anlatmaya cabalayan bir gonulluyum. Alkollu yada alkolsuz, bungolvlu yada apart... erisim bigileri... bu tur bilgileri netten elde debilirsiniz... Benim yapabilecegim sadece size animsadigim kadariyla yer isimleri vermek... Basdegirmen Alabalik Tesisleri-Karamursel-Akcat Yolu uzeri, Koruma Tesisleri-Balaban-Izmit, Turizm Oteli-Buyukderbent-Izmit, Bagirganli Koyu-Pansiyonlar-Izmit, Kerpe-Kefken-Pansiyonlar-Izmit, Varuna-Kerpe-Izmit, Annenin Ciftligi-Kullar Yolu uzeri-Izmit, Yasilvadi Apart Otel-Besevler Koyu, Izmit-Akmese-Kazimpasa-Adapazari Yolu uzeri. Selale Alabalik Tesileri-Mahmudiye-Vadisi-Kirkpinar-Adapazari, Butik Otel-Masukiye-Izmit, Vadi-Butik Otel ve Otel-Masukiye-Izmit... Animsayabildigim isimler bunlar. Nette aratip erisim nolari ve yol haritalarina gozatabilirsiniz... Saygilar ve Selamlar... EK.
[12]. [...].
[13]. MS: Multy Secleroz: Gzölerde oluşan bir tür rahatsızlık. Yüzde yüz görme kaybına da yol açabilen bir illet. Tedavisi pek kolay olamayan çağımız “veba”larından birisi.
[14]. Münire- X Zırlıoğlu. Çocukları; Ahmet, Mahmut ve Ayşe. Karamürsel Subaşı’ndan Beyti Özün’ün ablası gelin gitmişti Büyük Kılıçlı Köyü’ne.
[15]. Yazıda ad ve adresleri geçen mekanlar ve ticari işletmeler bilgi sağlama amacıyla zikredilmiştir. Her hangi bir ticari bağlantı söz konusu değildir. Sözü edilen mekan ve işletmelerin parasal desteği söz konusu değildir. Zaman içinde erişim bilgilerinde oluşacak değişiklikler bireysel olarak yazarı bağlamaz.
[16]. Yazıda söz edilen mekanlara ait bilgi ve yorumlar sadece bilgi sağlamayı amaçlamaktadır. Her hangi bir yergi ya da yüceltme söz konusu değildir. Amaç yaşanılan anları ve yaşananları bireysel gözlem ve yorumla olduğu gibi aktarmaktır.
[17]. Sözü edilen bedeller ilgili tarihlerde geçerli olup ne bireysel olarak yazarı ne de ilgili yerlerin sahip ve işletmecilerini bağlar.
[18]. YTL / € Paritesi 1,7606.
[J]. Hata ve yanlışlıklar müstesnadır. Olası birey, yer ve mekan adları ile örtüşme durumları, herhangi bir birey ya da tüzel kişiye yazıda değişiklik yapılması isteme hakkı doğurmaz.


Erkan Kiraz, 06.08.2007 Pazartesi, Saat: 23.00, Kentsa Sitesi, Alikahya-İzmit, GSM: 90–532–613 31 02 Emails: erkankiraz@yahoo.com & erkankiraz-41@hotmail.com.


© Copyright Hakkı Erkan Kiraz’a Aittir. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazı ancak kaleme alanın izni alınarak tekrar yayınlanabilir ya da dağıtılabilir.
© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
This study may be re-copied or re-distributed only with prior consent of its Author.
Written & Edited By Erkan Kiraz
erkankiraz@yahoo.com on 06.08.07.

Kelemen Mikes Anıları’ndan Kendi Anılarıma

Arefe Günü Öncesi

Israrla çalmakta olan zil sesleri. Ardı ardına. Uykumda mı! Beynimin içinde mi! Gözlerimi açtığımda seslerin saatlerden ve cep telefonundan geldiğinin ayrımına vardım. Tembellikle yatağın içinde döndüm. Yorganı bacaklarıma doladım. Uykunun tatlı derinliğine bıraktım kendimi. Ama Hanife’nin “Haydi kalk, arabayla gideceksin diye hiç kalkmaya niyetin yok galiba!” uyarısıyla kendime geldim. Ne oldu, eşyaları ne zaman düzenleyeceksiniz, akşam şirket yemeği var diyorsun, Bengisu’nun akşam yüzme kursu var, hep bir araya nasıl gelip de Bu gece Karamürsel’e yola çıkacağız diye şaşkınlıkla sordum. Meğer Hanife erkenden kalkmış, valizlere giysileri yerleştirmekteymiş. Onu da alalım, bunu da koyalım! Hırka, kazak, bere, kaşkol, eldiven, iç çamaşır, çorap, kaban derken küçücük valizde yer mi kalır! Elimi yüzümü yıkadım. Çocuklar hala uyuyor. Felix’de kırmızı renkli yatağında. Kıyısı köşesi yırtık pırtık. Kendisi parçaladı onu. Kafasını yatağının kıyısına koymuş uyukluyor. Ara sıra gözlerini açıp bana bakıyor. Kızların sesini duymadıkça yerinden kalkmaz. Ama Bengisu’nun sesini duyunca başlar miyavlamaya. Adeta yalvarır, ağlar. Gel beni al diye.

Kısa sürede giyindim. Bu sabah yeni kıyafet. Kışın kıyafet değiştirmek bana zor geliyor. Dokunan olmasa bir hafta giyerim aynı giysileri. Berem, eldivenlerim ve atkım bir çantaya. Kitaplarım ikincisine. Bir de not defteri. Botlar üçüncü torbaya. “Hanife arabanın ruhsatı neredeydi!”. Onu da iç cebe. Gözlük, arabanın anahtarları, sigara paketi ve çakmak. Cep telefonu. sayısal fotoğraf makinesi, bilgisayar ara kablosu, dizüstü bilgisayarının üstüne konulacak. Kızlar onu çantasına yerleştirecekler. Şarj gerecini ve kabloları ile kamerayı, Hanife yanına alıyor. Dışarıda yağmur başlamış. Ben “Nike” kirli beyaz “kanvas” yürüyüş ayakkabılarımı giyiyorum. Onlar rahat. Bir haftadır giydiğim, dokuz yıllık, emektar “Northern Extreme” botlarım sağ ayak başparmağımı örseledi. “Bizi bırak artık” diyorlar ama kimin umurunda. Yeni bir çift bot kaça biliyor musunuz? Servet vallahi! Ayakkabı dükkanındaki her hangi bir çalışan bir bot ederi kadar aylık almıyordur. İnanın bana.

Yola çıkıyorum. “Şirintepe-Mersincik Mahallesi” köprü altı yol kavşağı. Çamurlu sular hep yol üzerinden akıyor. Yan tarafı hemen dere. “Çınarlı Dere”. Düzenli ve uzun soluklusu biz Türklere yakışmaz. Derenin kıyısından gelen sular dahi caddeden yerleşim yerlerine doğru akmakta! Böylesi daha doğru. Mazgalmış, akakmış, altyapıymış. Bunlar bize göre işler değil. Koskoca devlet görevlileri böyle basit işlerle mi uğraşacaklar! Mercedes, BMW, Jeep ve benzeri araçlarla gittikleri sitelerin yollarında sorun yok ki! “Nihat Erim Caddesi”nde ilerleyip, “Çenesuyu” trafik ışıklarından D-100’e giriyorum. Şirintepe üst geçit altında, yolun geliş yönünden bir minibüs yolun gidiş yönüne geçiyor! İkili yolun arası engelle kapatılmamış burada. Kuruçeşme, Cezaevi ve SSK-Yenidoğan. Trafik rahat ve akışlı. Sıkışma yok. Gültepe kavşağından kırmızı ışıklara yakalanıyorum. Sonrası, Seka önü, Heykel, Eski Garajlar, Yeni Cuma Camii ve Leyla Atakan Caddesi girişi. Hep yeşil ışıklar. Ta Bekirpaşa Sapağı’na dek.

Biraz benzin almam gerek. Poğaça. Gazete. Akşam depoyu doldurmamız lazım (
1). Ama Hanife’nin kredi kartıyla. Onun kartının hesap kesimi yeni oldu. Biz ödeyebileceğimiz kadar harcama yapıyoruz. “Kenan Işık”ın bilgi yarışması programı “Kim 500 milyar kazanmak ister!” adlı programa, dün akşam çıkan, 1988 yılı Üniversite Giriş Sınavı birincisi, bir banka çalışanı gibi değiliz. Kazandığı 17 milyar lirayı kredi kartı borçlarını kapatmak için kullanacakmış! Neden böyle diye merakla soran Kenan Işık’a verdiği yanıt da harikaydı doğrusu bayanın. “Cahillik işte!.” Yola çıkıyorum. Trafik sıkıştı ve ağırlaştı. Binek araçlar ve servis otobüsleri. Hep yolun sol ve orta şeridindeler. Kentsa Sapağı’ndan sonra yol temiz olacak. Sulu sepken benzeri yağmur sürüyor. Tekerlerden çıkan çamurlu zerrecikler camlara yapışıyor. Sürekli sileceklerle temizlenmesi gerek. Köseköy ışıklarından sonra otoyola giriyorum. Gişelerde her çalışan uyuyor olmalı. Ortalıkta kimseler yok. En sağdaki gişede bilet kalmamış. Bakan yok. Bakacak, ilgilenecek görevli yok. Geri çıkıyorum. İkinci gişede Allah’tan var. Otoyola giriyorum. Yol sakin şimdilik. Önümde ilerleyen araçları ayırmak zorlaşıyor. Tekerlerinden çıkan çamurlu pus, görüntülerini bulut benzeri sarmalamış. Yol yer yer su tutmuş. Kasvetli, sıkıcı, puslu sisli bir hava var. Bu yağış biçimi sürüş için tehlikeli. Yollar kaygan ve çamurlu. Kir pas. Yağ. Maşukiye Sapağı, Sapanca yol ayrımı, Uzunkum dinlenme parkı ve Arifiye üst köprüsü. Bilecik Yolu’nun geçtiği otoyol kısmı. İleride Sakarya Sapağı var. Hızımı kesiyorum. Dönüş tam bir kıvrım yapıyor. Üç yüz altmış derece. İki gişede de kuyruk var. OGS (2) tarafında kimse yok. Sözde bu sistem yaygınlaştırılacaktı. Ama “kazları yolma yöntemi” olunca iş tavsamıştı.

“Sapanca Belediyesi”. Başkandan bayram tebriki (
3)!. Başkan beni tanımaz ki! Listeye girmiş olmam, onun basın danışmanı olan Sinan Karaağaç nedeniyle olmalı. Onunla Sapanca’yı görüntülemeye çalışırken tanışmıştım (4). Bilgili, kültürlü ve Sapanca’nın dünü ve bugünüyle yakından ilgili birisiydi. “Ketsa Yapı Kooperatifi”nden (5) Ayşegül hanım telefon etti. Kooperatif yönetiminin Şubat ayında bir toplantı yapacağını ve daveti bana aktarmak için benden bir faks numarası istediğini söyledi. Verdiğim faks numarama mesajı geçti (6). “Tahsin Koç”tan “Zamanda Yolculuk; Derince” yazıma yorum gelmişti. Teşekkür ediyor, yazıyı zevkle okuduğunu söylüyordu. Yazıyla ilgili bana ilk dönenlerdendi kedisi (7). “Kurban Bayram Tebriği” mesajları akmaya başladı. Henüz kimseye bir tebrik iletisi gönderemedim. Bir sürü kişiden bayram tebriği geliyordu (8). “Orhan Emir” in bayram tebrikine yanıt verdim ve onun da bana yanıtı oldu (9). Belçika’ya yerleşen “Müge Özmerzi”ye de bir ileti göndermiştim (10). O da evinde bir sürü konukla bana yanıt vermeye çabalamış. Sağ solun (11). “Ramazan Köftecisi”nde köfte (12). Kerem Dedeler, Murat Özön, Erdem Peren ve ben. Benim ücretimi Kerem Dedeler ödemeyi önceden kabullenmiş ve üstlenmişti (!). [Murat Özön]’ün yanında nakit para yoktu, cebimde kalan son nakit parayı, 20 milyonluğumu, ona vermiştim borç olarak. Ama Kerem Dedeler de para çekmemişti. Sonuçta parayı tümden [Murat Özön] ödemiş oldu. “Kemal Yazıcı ve Necdet Şentürk baş başa. TMEM’den Mustafa Diker, Belçika TMEM’e gönderilen ve şimdi Türkiye’de olan Emin Ataç, ve çalışma arkadaşları. Başka bir masada Oğuz Aydın ve arkadaşı.

“Bordro Dağıtımı” yemek arasında yapılacaktı ve biz ucu ucuna dönmüştük şirkete. Kızları salondan çıkarlarken yakalamış ve bordrolarımızı almıştık. Hesaba yatan para çok azdı. Kesintilerden sonra bu kadar kalmış olmalı. Zaten SSK Kesinti oranları artmış, vergi dilimleri değişmemiş, yoksul ve aciz devletimizi biz bordro mahkumlarının beslemesi sonucu bizlere kendi kazancımızdan bir şey kalmamış oluyordu (
13).

[Şule Kapkın], evlenecek olan Sinem Eren için düğün hediyesine katkı payı istemekteydi. Alacakları şey için adam başı bir mikar belirlemişler. Hemen bu tutarı kendisine takdim ettim. Kerem Dedeler de Kurban Bayramı tatili sonrası Perşembe ve Cuma günleri (05-06.02.04) için izin almaya çalışıyordu. O nedenle şirketten bir dizüstü bilgisayar alıp yapacağı işleri evden tamamlayıp, email eki olarak işyerine aktarmayı tasarlamaktaydı. Şimdi bazı işleri Sinem Eren’e öğretmeye çalışıyor. O yokken iş emirlerini hazırlayabilsin diye.

Akşamdan tüm ayrıntısını konuştuğumuz programımız var. Cuma akşamından başlayıp Pazartesi gününe dek uzanan. Bu akşam Türkkablı A.O. çalışanlarına ailecek yemek verecekti. Yemek, “Koruma Tesisleri”nde olacakmış (
14). Yıllar sonra. Finli sahip Nokia “High-Tech” geçtiği için elindeki kuruluşları devrediyordu. Bu iş artık onların gözünde “emek-yoğun” bir işti. Zaten tarihlerinde olmayan olaylar yaşamışlardı Finliler. “Fin Markkası” 1990’lı yıllarda iki üç kez değer yitirmişti. Dünyada tüm alacakları yarı yarıya değer yitirmişti. Finlandiya, dünyanın “iki kutuplu-iki eksenli” biçimlenmesine neden olan II. Dünya Savaşı’na bulaşmadan sıyrılmıştı. Sosyalist ülkelere mal karşılığı teknolojik ürün satmaya dayamışlardı ekonomilerini. Takas yani. Rusya 1990’lada çözüldü. Glasnost ve Prestroyka. Finlandiya ekonomisi de çökme noktasına geldi. Hemen yeni koşullara ayak uydurdular. Tüm “emek-yoğun” teknolojilerden çekildiler. Kone Inc., Nokia vb. Türkkablo A.O. da çekildikleri alanda kalıyordu. Kablo üreteceklerine, ağırlığı iletişim ve bilişim teknolojilerine kaydırdılar. Firmayı bir Türk yüklenici firması devralmıştı. İşte bu firma, ilk kez çalışanları ile bir araya gelecek, onlara ziyafet çekecekti memnuniyetinin karşılığı! 2003 Yılı ihracatlarını kutlama yemeği.


Arefe Günü

Sabah saat 10:00 sularında kalktık. Dışarısı soğuk ve ıslak. Çisil çisil, çok ince bir yağmur yağıyor. Alabalık Tesisleri’nin önünde, güney tarafta kalan vadiden akan dere boyunca yürüyeceğiz. Dere üzerine demirden iğreti bir köprü yapılmış. Dikkatle üzerinden geçip, karşı yakaya ulaştık. Tesisin olduğu alan, büyük bir “Y” harfi biçiminde. Kuzey tarafta kalan tepe, alana doğru tatlı bir eğimle sonlanıyor. Doğu tarafında derin bir vadi var. İçinden suyu gür, dere akıyor. Batı tarafta kalan vadiden ise, Akçat Yolu devam ediyor. Orası güneye doğru dümdüz uzanıyor adeta. Ta Akçat Çukurluğu’na dek. İki dere, tesisin güney ucunda birleşiyor. Suları artan dere daha geniş bir akak oluşturmuş vadide. Dere boyunca, doğu tarafta yer alan yamacın kıyısında, dar bir yol var. İleride alan genişliyor. Bu alandan önce, şimdi döküntü halinde olan alabalık üretme havuzları yapılmış. Sonrası terk edilmiş. Tepelerden aşağılara dek, bölgenin doğal bitki örtüsü oldukça zayıf. Meşe, Yabani Zeytin, Kocakarı Yemişi, Çınar ve Karaçalı Ağaçları hep genç. Kalınlıkları kol kalınlığından fazla değil. Düzensiz ve hesapsız ağaç kesimi, her yeri öldürmüş. Dağ taş denilen alan, tümden kayar ve akar toprak yapısında. Yağmur suları ve karlar alttan toprağı almış. Bir çok yer aşağılara göçmüş. Taş ve kaya yapısında değil tepeler. Vadi derin olduğundan, Çınar Ağaçları kalınlaşmadan uzamışlar. Rüzgar ve zayıf toprak. Bir çok çınarın ve ağacın devrilmesine ve kırılmasına yol açmış.

Yazın yeşeren yapraklarla, kışın gözlemlenen gerçekler gözlerden uzaklaşıyor. Yeşillikler içinde, ormanın ve ağaç türlerinin ne durumda olduğunu anlamak olanaksız. Kısa süre sonra, yörede ağaç denilebilecek bir şeyin kalmayacağı kesin. En büyük dert, dağ köyleri olmalı. Kışın ısınmak için hakları olan ağaç kesimi yapıyorlar. Ortalama hane sayısı 10 ile 40 hane arası değişiyor. Düzenli ve planlı ağaçlandırma ve kesim olmadığından, kışları neyle ısınacaklarını ise sanırım torunları düşünecek. Mutlaka ısınacaklar. Ama neyle? Kesecek ağaç kalmayacak. Başka seçeneklere yönelecekler. Şimdi ise böyle bir düşünceleri ve zorunlulukları yok gibi. Sıradan bir köy, kentte bir apartman sakini sayısında değil. Kentte olsalar, ısınmaları kimsenin derdi olmaz. Hemen yakınlarında ormanlık alan olsa bile, ağaç kesemezler. Ama böyle ormanlık alan içinde bir köyde ise yaşayanlar, ısınmak için ağaç kesme hakları var.

Geri dönüp lokanta kısmına gidiyoruz. Teraslarda masa ve sandalyeler toplanmış. İçerisi sıcak. Şöminede kocaman bir odun var. Yanıyor. İçeride bizden başka, üç aile daha var. Kahvaltıdalar. Kızların çekişmesinden masa seçemiyoruz. Pencere dibinde bir yer. Orada oturacağız. Önce ekmekler geliyor. Ardından Bal, tülbentte süzme Ev Peyniri, Siyah Zeytin, sövüş domates ve hıyar. Çay termosu ve doldurulmuş çay bardakları. Daha sonra ise Fırında Topak Peynir ve Fırında Sahan Yumurta. Kahvaltı sonrası evimize gidiyoruz. Ben bir daha evden çıkmayacağım. Gaz basıncı artıyor. Salonda, TV karşısında kitap okuyacağım. Kitapları yanımda getirdim. Uydu anten var. Türk kanallarıyla yabancı kanallar izlenebiliyor.

Önce DW TV’yi izliyorum. Dünya haberleri. Endonezya’da toprak kayması. Bir sürü ölü. Fransa’da Jupé suçlu bulunmuş ve 10 yıl hüküm giymiş. Ortalığı kasıp kavuran yeni virüs ”MyDoom”un yol açtığı yıkım ve maddi zarardan söz ediliyor. Virüsle ilgili bilgileri ve Microsoft’an Lou Gellos veriyor. ABD’nin New York kenti aşırı kar yağışından kötü etkilenmiş. Berlin’de “Berlinale 2004 Film Festivali” yakında başlayacakmış. Kanalları geziniyorum. Çeşitli kanallar. Aşina olduğum Polonya TV’leri. Lehçe artık aşina geliyor bana. TVN adlı kanalda alışık olduğumuz bir program var. “All You Need Is Love”. Bizdeki Sinan Çetin’in sunduğu “Film Gibi”. Demek benzer programlar hep lisanslı. Birileri düşünüyor, üretiyor ve diğerleri ise, düşüncenin ücretini ödeyip benzerini yapıyor.

Başka kanallar. Bu arada okumakta olduğum Kelemen Mikes’in “Prens Rakoczi” adlı kitaba devam ediyorum. Şimdi TRT2’de harika bir belgesel var. Kendi ülkemiz. Değerlerimiz. Döne dolaşa. Kütahya’da çini üretimi ve eski konaklar. Isparta-Yalvaç’ta tarihi kalıntılar. Konya’da Beyşehir Gölü. İzmir Şirince, Denizli Buldan. Sunucu “Gitmediğiniz görmediğiniz yer kalmasın” diyor. Programın adı “Mıknatıs”. Balıkesir Erdek ve Ayvalık, Bursa Trilye, Çanakkale Gelibolu, Asos, Aydın Kuşadası, Muğla Bordum, Fethiye, Dalaman ve Datça. Tüm bu yerlerdeki çeşitli güzelliklerden söz ediliyor. Doğa tutkunlarına yeni ufukların keşfini öneriyor sunucu. İskenderun Hatay, Nevşehir Ürgüp, Balıkesir Edremit, Erdek filan çeşitli yerlerde düzenlenen doğa sporları sıralanıyor. Ardından Termal Turizmi anlatılıyor. Balıkesir Gönen Kaplıcaları, Balıkesir Edremit’te Aganis Kaplıcaları, Kütahya Yorcalı’da Tütav Termal Tesisleri, Kütahya Simav’da Gölcük Dağı üzerindeki Gılan Kaplıcaları, Aydın Germencik’te, Kuşadası Davutlar’da yer alan çeşitli doğal sıcak sulardan söz ediliyor. Sunucu; “Ne büyük hazineye sahibiz farkında mısınız!” diye soruyor. Tadı damağımda kaldı.

Başka yerlere geçiyorum. Sonra yine TRT2. Magazini az, bilgilendirmesi fazla bir kanal. Bu kez Rüştü Asyalı, kitabı konu alan bir program sunuyor. “Kitabın Evrimi”. Kitabın iki sayfadan ibaret olduğu günlerden, Papirus ve Perşöman’ın bulunuşuna dek öyküsünü aktarıyor. Antik Yunan ve Roma dönemlerinde kütüphanelerden, kiliselerin el yazması kitapları saklaması ile oluşan kilise kütüphanelerinden, kiliseler arasında başlayan ödünç kitap alışverişinden, Avrupa Kültürü’nün bundan nasıl yararlandığından ve ardından kentlerin oluşması ile üniversitelerin kilise kütüphanelerinin yerini almasından söz ediyor sunucu. 1450’lerde matbaanın bulunması ve seri kitap üretimiyle günümüze dek geçirilen evrim. Şimdilerde ise sanal gerçeklik. “Ama” diyor “kitabın yerini, onu okşayışımızın verdiği zevki, asla bir CD yada benzeri bir nesne veremez”.

Akşam haberleri ardından Kanal D ekranlarda. Kızlar “Popstar”ı izleyecekler. Ben okuduğum kitaba sarılacağım. “Abidin” ve “Firdevs” adlı iki genç, sonuca kalmışlar. Eleme gelecek hafta. Seçici kurulda Ercan Saatçi, Zerrin Özer, Ahmet San ve Armağan Çağlayan adlı birileri var. Önceden İzmit’te avukatlık yaparmış Armağan Çağlayan. Zorunlu olmadıkça izlemem magazin denilen programları. Şimdi ise kitap dahi okusam, geri planda beynime girecek söylenenler. Kızlar çekyatları kurdular. Yumuşak, kocaman yastıklar. Üstlerine yorgan ve battaniye. Kaloriferler içerisini ısıtıyor. Her yerin ağaç olması, ısınmasını sağlıyor evin. Üst kat daha sıcak. Her tür malzeme çanta ve buzlukta. Çerez, cips, şarap, içecek, tosluk malzeme. Sadece şömine yanmıyor. Ben kitabıma dalıyorum. Son sayfalarda sayılırım. Burada kitap bitecek. “Metrix Avcısı”na (
15) devam edeceğim. Onu ara sıra okuyorum. Ağırlık şimdi Kelemen Mikes’in (16) yazdıklarında.


Bayram Sabahı

Kurban Bayramı sabahıydı. Dün akşam bizimle birlikte beş aile vardı. Sabah araba sayısının arttığının ayrımına vardık. Biz bugün ayrılacaktık. Dışarıda inanılmaz bir ayaz vardı. Her yer bembeyaz olmuştu akşam yağan çiğden. Sular çatır çatır buz tutmuştu. Ama yükselen güneş, bulutsuz gökyüzünde çevreyi hemen ısıtıvermişti. Bayram için özeldi adeta havanın bu hali. Kahvaltı öncesi yürüyüşe çıkacaktık hep birlikte. Uyumakta olan Bengisu’yu da uyandırdık. “Konaklama Villaları”nın kuzeyinde, yükselmekte olan yamacın üzerindeki yolda dolaşacaktık. Tesisin sahipleri, yamacı çam ağaçları ile donatmışlardı, ama yağan karlardan bir çok çam ağacı kökünden sökülüp yere yatmıştı. Zaten çam ağacı, yöreye özgü ağaç türü de değildi. Toprağa bir yararı olacağını düşünmüyorum. İleride yer alan bir köye gitmekte olan, eski bir yoldu ilerlediğimiz. Sürekli kesilen doğal ağaçların eksilmesi ile kaygan ve akar biçimli toprak kütlesi, yağmur ve karlarla kaymalar yapmıştı. Yol tehlikeli olunca gidiş geliş için bir üst taraftan yeni yol açılmıştı. İlerlediğimiz eski yolda, hala asfaltın kalıntıları vardı yer yer. Ama güneşin değmediği yerlerde, biriken su gölcüklerinin üzeri buzluydu tıpkı yol üzeri gibi. Hanife’ye ve kızlara, buzlu ve kaygan yolda nasıl yürümeleri gerektiğini anlattım. Çamurlu, ıslak yada taşlı yerlere dikkatle basarak yürümeleri gerektiği uyarısını yapıyordum.

Yolun kuzey köşesinden, boylu boyunca akaklar içinde su aktarılmaktaydı aşağıdaki tesise. Kanalların çoğu kayan topraklarla bozulmuştu. Yağmurun getirdiği sular, yer yer toprağın kaymasına zemin hazırlamaktaydı. Bir çok yerde yumuşayan topraktan, ufak parçaların nasıl hışırtılarla döküldüğünü gösterdim. İşte dedim, kendi insanımızın yol açtığı heyelan ve toprak kaybı budur. Belki bir gün konakladığımız bu tesisin üzerine de yukarıdaki yumuşayan kütle akıverecek. Önlem olarak ne bir taş duvar örülmüş ne de toprağın olası hareketini engelleyecek ciddi bir önlem alınmış.

Bir yerde, eski yolun neredeyse tamamını alıp aşağıda akan dereye dek götürmüştü kayma. Bu bölümden dikkatlice geçip ilerledik. İlerlediğimiz yol bir “S” harfi biçimindeydi. Aşağıda akmakta olan dere, Konaklama Tesisleri’nin güney ucunda birleşmekteydi, batı taraftaki vadiden akan dereyle. Kızlara buz tutmuş su birikintilerinde çocukluğumuzda nasıl eğlendiğimizi gösterdim. Ayaklarımızla nasıl buz kütlesini kırdığımızı, gölcüklerin orta yerlerindeki buzları ise, taş atarak nasıl çatlattığımızı anlattım. Aynısını onlarda denediler. Pek zevk aldılar, doğanın bu güzelliklerinin içinde olmaktan. Babalarının çocukluğunda yaşadıklarını yaşamaktan. Yukarılardan akıp gelen, cılız su akaklarının, ağaç köklerinden akarken nasıl da kristalleşip harika biçimler aldığını gösterdim. Oluşan buzlar buzdan çiçek demetleri biçimindeydi. Onca uyarmama karşın, Bengisu kayıp, kasesini kıracaktı az kalsın. Paçalarının çamura bulanması ile yırttı düşmekten kıç üstü. Dönüşte oldukça dikkatliydi. Sürekli resimler çekildik. Bir iki resmi, Aybüke Beren çekmişti. Sayısal makineyle resim çekmeyi de öğrenmişti. Çektiği resmi görmek için nasıl geri düğmesine basıldığını da, kısa sürede kavramıştı. Kendilerinin de fotoğraf makineleri vardı ama benim makineye hevesleniyorlardı.

Geri dönüşte, yukarıdan izlemekteydik Konaklama Villaları’nın yer aldığı alanı. Alanın kuzey-doğu köşesinde, yıkık dökük, iki katlı virane konut duruyordu ailenin. Onun hemen batı tarafındaki alanda, yukarıdan su taşıyan sistemin, paslanmış kalın borusunu sarmaşıklar sarmalamıştı. Çok eskilerde, burada oturmaktaymış “Baş Ailesi”. Alabalık Tesisleri ise oldukça eskiydi zaten. Sadece Konaklama Villaları sonradan yapılmıştı. Tesisin giriş yoluna ulaşınca, bizim gibi yürüyüşe çıkmış ailelere rastladık. Artık kahvaltı masasına oturabilirdik. Kahvaltı da yine aynı yiyecekler vardı. Bal, kızarmış ve kızartılmamış ekmeler, Fırında Top Peynir, Fırında Peynirli Yumurta, termos dolusu Çay, Siyah Zeytin, tülbentten süzme Ev Peyniri. Sabah gazetelerimizi de okuduktan sonra kasaya geçip borcumuzu ödedik (
17). Artık ayrılabilirdik. Tesis sahibi ve bize hizmet vermiş çalışanların da bayramlarını kutladık.

“9 Numaralı Dubleks” evimize dönüp, eşyalarımızı hazırlamaya başladık. Her şeyimizi, çantalarımızı yerleştirdik. Bir kısmını, dışarı çıkarken arabaya taşımıştık. Geriye pek az çanta kalmıştı. Çöpleri yanımızda getirdiğimiz poşete doldurduk ve çıkarken kapının önüne bıraktık. Anahtarı ise giriş kapısının üstünde bıraktık. Ama kışlık harika beremi unutmuştum restoranda. Eve gidince anlayacaktık bunu. Onca dikkat ve itinaya rağmen, her zaman bir yerlerde, bir şeylerimizi unutuyorduk. Arabanın üzerindeki buzlar erisin diye sabah su dökmüştüm üzerine. Şimdi ise bir şey kalmamıştı geriye.

Bölgenin birkaç kilometre kuzeyinde kalan ve Karmürsel-Akçat Yolu üzerinde, en yüksek yerde kuruluydu Karapınar Köyü. Oraya doğru yolu tırmanmaya başladık. Köyün hemen altında, onun hemen batı-güney tepelerinde özel villalar yapılmaktaydı. Köyün içine girmeden yol kenarında sıra sıra dizilmiş arabalara şaşırmıştım ilkin. Ama sonra, aklıma kurban kesiminin belli yerlerde yapılacağının açıklandığı gelince, anlatım yoğunluğu. Köyün aşağılarına dek, daracık yolda sıralanmıştı arabalar. İnsanlar dolaşmaktaydı yolda. Traktör römorklarına ise hayvanların iç organları doldurulmuştu. Daracık yolun kıyısından, kan oluk gibi aşağılara doğru, Karamürsel’in içinden geçen D-130’a akmaktaydı. Önlem, kesim için alınmıştı, ama kanın nereye akacağını düşünmemişlerdi. Karatepe Köyü’nü aşıp tepenin kuzey tarafına geçince, uygun bir yerde durdum. Kızlara, Hersek Vadisi’nin berrak günde, nasılda güzel görüldüğünü gösterdim buradan. Birlikte resimler çekildik. Yolumuza devam edip, tepenin doğu-güney sırtlarında yer alan Çamçukur ve Çamdibi köylerini gösterdim. Hanife’ye Tepeköy’den bu köylere ayrı yol olduğunu ve bu yaz kısmet olursa, Tepeköy’den bu köylere gelip görüntüleme yapacağımı söyledim. Yan yana olan bu iki köy, Karamürsel’e en yakın olan ve özgünlüğünü henüz yitirmemiş köylerdi.

Akçat kavşağına ulaşınca, trafik ışıklarından D-130 Yolu’na girdik ve bomboş olan yolda, gönül rahatlığı ile araç sürmeye başladık. Bu saatlerde herkes kurban kesme derdindeydi. Tepeköy, Gonca, Ulaşlı, Halıdere ve Değirmendere. Değirmendere’ye gelirken, aklıma burada oturmakta olan Adnan Yüksel Çevik’ler (
18) geldi. Geçerken uğrayalım dedim. Başka türlü fırsat olmaz. Adnan evde olmasa da, ailesi evdedir bu saatte. Trafik ışıklarından aşağıya indik, ilk aradan sağa sapıp ilerledik ve tekrar sağa döndük. Ara sokağın uygun yerine, aracı park ettik. Bayram sabahı. Ev hali. Adnan dışında, tüm aile bir aradaydı. Evdeydiler yani. Adnan, İzmit’e kurban kesimine gitmiş. Bizi kapıda görünce şaşırdılar. Toparlandılar hemen. Rahatınıza bakın dedik. İçeri buyur ettiler. Çok sevinmişlerdi. Yıllar olmuştu adeta görüşmeyeli. En son, Huriye [Kiraz] Ofluoğlu’nun kına gecesinde ve nikahında görüşmüştük. Kısa süreye sığdırıverdik kopan zamanlardaki bilgileri. Adnan’ı aradılar bir ara, bizden haber vermek için. Adnan, ağbisinin evinden aradı bizi. Konuştuk. Çok mutlu olmuştu gelişimize. Keşke ben de evde olsaydım diye hayıflandı. Kahvelerimizi içtikten sonra, izin isteyip yolumuza devam ettik.

Bayram için ne evimize, nede ziyaret edeceğimiz ailelere şeker filan almıştık. Değirmendere Yüzbaşılar’da, yol üzerine Oypa açılmıştı önceki senelerde. Daha sonra, ise burası Migros Türk A.Ş.’ye devredilmişti (
19). Buraya uğrayalım dedim Hanife’ye. Öğleden sonrası olmuştu ve alışveriş merkezi açılmış olmalı dedim. Gerçekten de açıktı. Bir çok da müşterisi vardı. Askeri alan önünde yer alan trafik ışıklarından dönüp, park alanına yanaştırdık arabamızı. Oldukça büyük bir alanda kurulmuştu merkez. İçeriye girdik ve çikolata ve şekerlemelerin sergilendiği reyona gittik doğrudan. Yedi paket çikolata aldık. Aldığımız paketleri hediyelik paketlere döndürdü görevliler. Arabada koyacak yer yoktu adeta aldıklarımızı. Buradan sonra Gölcük, İhsaniye, Hisareyn, Yeniköy, Döngel kavşağı, Bahçecik, Başiskele ve İzmit Sahilyolu ışıkları. Gölcük’e dek uzayan ikili yol, adeta “mühendislik harikası”. Yol boyunca sadece iki trafik ışığı vardı, yolun güney tarafına geçiş için. Bazı kısımlarda, arada bariyerler hiç yoktu. Yolun yüksekliği her iki tarafı ile bir ev katı kadar yükseltilmişti. Suyun nerelere akacağı hiç hesaplanmamıştı. Her şey “yaptım oldu” ile bitirilmiş ve yol hizmete açılmıştı. Gerisi Allah kerim.

Sahilyolu’nun hemen başladığı yerin deniz kıyısına, İngilizlerin şu ünlü iki katlı otobüslerine benzer bir otobüs konulmuş, dürüm satılıyordu. Gündüzleri pek sorun değildi. Ama İzmit’ten gelişte, karanlık yolda, hızla gelen araç sürücülerinin gözleri kararıveriyordu, otobüsün üzerinde ve çevresinde yapılmış ışıklandırmayla. Kim nasıl izin vermişti yolun bu tehlikeli kısmında, bu insanlara anlamak olanaksız! Sahilyolu’nu geçip, İzmit Büyük Şehir Belediyesi’nin yaptırdığı ve şimdilerde terk edilmiş projeler arasında yer alan, Interteks Fuar Merkezi ve Outlet Center önüne ulaştık. Buradan sonra trafik arttı. “Sefa Sirmen Bulvarı” adı verilen yolun, İtfaiye Merkezi ile D-100 üzerinde yer alan ucube köprüye dek olan kesimin ortasına, betondan ayraçlar yapılmıştı. Toprak ve birikintiler ise, yolun kıyısında bekliyordu. Yağışlı havalarda çamurlar araçlara zarar versin diye olmalı! Köprüyü geçip yola girdik. Çenesuyu ışıklarına dek yoğun bir trafikte yol aldık. İzmit’te herkes, yollara düşmüştü bile. Biz ilkin doğrudan eve gittik. Geçerken çocukları, kayınvalidelerin apartmanı önünde indirdik. Evin önüne gelince bagajdaki çantaları eve taşıdık. Biraz soluklandık. Ben hemen küveti sıcak suyla doldurup, harika bir duş hazırladım kendime. Bir süre dinlendikten sonra, Hanife’nin annelerine geçtik. Barış Aykan kedisi “Safinaz”la gelmişti. Biz de tatile giderken “Felix”i kayınvalidelere bırakmıştık. Çikolata paketini kızlar götürmüştü. Yukarıya çıktık. Zile bastık. Kapıyı Zeliha-Ali Osman Aykan ikilisi açtı. Bayramlaştık teker teker. Çikolatalar tutuldu, kolonyalar döküldü. Türk Kahveleri içildi. Öğle yemeği yerine geçen yemeği, yedi Hanife. Ben beğenmemiştim yemeği. Huriye Ofluoğlu’nu aradım. Ablam, Derince Yörük Mezarlığı’nda olduklarını söyledi. Annemi ve babamı ziyarete gitmişlerdi. Huriye’ye Bayındırlık Konutları’ndaki evlerinde ne zaman olacaklarını sordum. Saat 18:00’e doğru oluruz dedi. Eve gidince, bana bir Kırmızı Mercimek Çorbası ve Omlet hazırla dedim.

Evden çıkıp yoğun trafiğe girdik. Karman çorman Çenesuyu trafik ışıklarından, D-100. Kuruçeşme, Cezaevi, Köprü, Yenidoğan, Sümer Karakolu ve Gültepe Kavşağı. Dünya Bankası ve Bayındrılık Deprem Konutları’na rahat ve kısa yoldan ulaşma güzergahı burası. Biraz dolambaçlı ama Kandıra Yolu üzerinden daha iyi şimdilik. Kız kardeşim Bayındlık Konutları 9. Ada’da oturuyor. Onlardan sonra, yine 9. Ada’da oturmakta olan Halit Çamlıca’lar (
20) ve 7. Ada’da oturan Fikri Durmuş’lara (21) da gideceğiz. Onlar bizim, İzmit Plajyolu Cumhuriyet Mahallesi’nde, 17 Ağustos 1999 Depremi öncesi, oturmakta olduğumuz Bahar Sitesi’nden dostlarımız. Kardeşlerim bizden az önce eve ulaşmışlar. Biraz gazım var. Düzenli yemek yiyemedik, sıcak su içemedim. Allah’tan bu bayram böbrek taşı sancısı, ağrısı ve aşırı gaz basıncı pek yaşamadım. Bir çırpıda, Kırmızı Mercimek Çorbası, Çoban Salata ve Mantar Yahni hazırladı kız kardeşlerim, Huriye [Kiraz] Ofluoğlu ile Hanife Kiraz. Hep birlikte mutfakta midelerimize ziyafet çektik.

Halit Çamlıca’lara birlikte gittik kardeşlerimle. Bekir Ofluoğlu, evde dinlenmeye kaldı. 24 saatlik görevine gidecekti. Bizden ayrıldıktan sonra kardeşlerimi Derince’ye evlerine bırakacak ve kendisi de işe gidecekti. Halit Çamlıca’lardan sonra Fikri Durmuş’ları ziyaret ettik. Hep, ellerimizde çikolata paketleri. Halit Çamlıca’lar aslen Bolulu, Fikri Durmuş’lar ise aslen Artvinliler. Deprem sırasında, çok günler kader birliği yapmıştık onlarla. Ekmeğimizi suyumuzu paylaşmıştık. Sıkıntı ve üzüntüleri birlikte göğüslemiştik. Deprem sonrası ise onlar Gündoğdu Bayındırlık Deprem Konutları’na yerleşmişlerdi birçok Bahar Sitesi sakini gibi. Benim eve ise, kız kardeşimi yerleştirmiştim evlenmeleri ertesinde. Bayramlar iyi fırsat oluyordu, bir araya gelmek için. Başka fırsatlarda görüşsek bile, çocuklar bir araya gelmek istiyorlardı. Onların istek ve özlemleri bir başka oluyor elbette. Özellikle bu iki aile Bengisu ve Aybüke Beren için değerli ve sevgiliydiler. Onlarla büyümüşlerdi. Cici anne ve babalarıydı onlar.

TV’lerde Ana Haber Bültenleri ve gazete haberleri. Bayramda neler oluyor? Belçika’da tarihlerinde ilk kez partisinden istifa edip başka bir partiye geçen milletvekili ülkede infial uyandırırken, “yerel seçimler öncesi parti değiştirip AKP’ye geçenler, el üstünde tutuluyor”muş. İstifa edenleri, AKP “şerefle” partilerine kabul ediyormuş! Gazetelerde boy boy belediye başkanlıklarına, büyük şehir belediye başkanlıklarına ve muhtarlıklara aday adayları sürekli adaylıklarını açıklıyorlar.

Müftülükten, Büyükşehir Belediyi Başkanlığı’ndan, Derince Belediye Başkanlığı’ndan, çeşitli görevlere adaylıklarını açıklayan kişilerden, Kocaeli Valiliği’nden, Saraybahçe Belediye Başkanlığı’ndan bayram mesajları, iyi dilekler ve bayramın anlam ve önemine dair açıklamalar.

İzmit’te Ocak ayı enflasyonu % 1,3. Açıklamayı yapanlar “uzayda” yada ”düş ülkesi”nde yaşıyor olmalılar! Harcanabilir gelirlerinden insanlar, temel gereksinimlerine neler harcadıklarına bakarlar. Bankalarda aylık faiz hala %2’lerde geziniyor. Kredi kartlarındaki gecikme faizi hala %8’lerde. Elektrik, su, doğalgaz ve telefonda gecikme cezaları hala %10! Hiçbir belediye, çalışanlarına ücretlerini ödemiyor. İşverenler Vergi, SSK Primleri ve diğer kesintileri yatırmayor. Ama her tür “sefahat giderleri”ne para buluyorlar. Nasıl bir yaşam sürdürüldüğü kimin umurunda! “Bayramın yoksul yüzleri”. İzmit Yeşilova Prefabrikleri’nde yaşayan Levent-Sabahat Özçelik Ailesi’nin susuz, elektriksiz ve parasız yaşamları. Baba dilsiz ve sağır. Ama iki çocukları var. Baba işsiz ve çaresiz. “Öğretim ve mesleki eğitim” olmadan dünyanın neresinde “yoksulluğa çare bulunabilir ki!” Hizmet-İş sendikası Başkanı Mustafa Taştekin ve sendikaya gelip dertlerini anlatan 100 kadar işçi Kurban Bayramı’na, ücretlerini almadan girdiklerinden yakınmışlar. Sözlü ve yazılı basında çıkacak olan başkanlarının ”Kurban Bayramı”nın ulviliğini yücelten açıklamalarıyla yetinecekler bence. Ama Kocaelispor’da çalışanlar Ağustos ayı maaşlarını almışlar bu arada! Tüpraş’ın özelleştirilmesine karşı çıkan bir grup çalışan trafiği engellemiş. İbrahim Ertürk (86) prostat kanserinden yaşamını yitirmiş.

Bayram öncesi alışverişten esnaf memnun değilmiş. Ya adını duyuramayan binlerce vatandaşın derdini kim seslendiriyor bu ülkede! Bayram öncesi ilimizde her kurum “hazır kıta” görev dağılımı yapmış! Yeni kurulan Kocaeli Emniyet Müdürlüğü’na bağlı Önleyici Hizmetler Şubesi, Fuariçi alanında yapılacak Polisevi nedeniyle, geçici olarak başka bir yere taşınmaktaymış. Fuarın aslında tapusu yok ama, her tür kamu kuruluşunun yeri varmış. Yani ne demek bu! Yasal olmayan kamu alanları! Bir çok kamu aracının ruhsat ve plakasının olmaması gibi. Onlar için yasal işlem yapılıyor mu! Kısa adı MEER olan Marmara Depremi Acil Yeniden Yapılandırma Projesi kapsamında pilot bölge seçilen Körfez Belediyesi’nde, çalışmalara başlanmış. İlçeye gelen İngiliz kuruluşu “Hyder Consulting” firması yetkililerinden David Wilson, Zydmund Lobkowski ile çevirmenleri Kaan Sayın, Başkan Erhan Yenilmez, Fenişleri Müdürü Tunay Aygün ve Müdür Yardımcısı Jeofizik Yüksek Mühendisi Ömer Sayar ile görüşmüşler.

Litresini 600 liradan alıp 1 milyon 400 liradan satan “Kaçak Mazot” tacirlerini, mali polis Tütünçiftlik sahilinde enselemiş (!). “Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi”, “Agent” adlı tekne izlenmeye alınıp buradan aktarılan malzemenin Tütünçiftlik Esentepe Harman Sokaktaki bir konutun bodrum katına taşınmasından sonra baskın yapmış. Cahit-Nihat Sürüm kardeşler işi kotarmaktaymışlar. İzmit kent merkezinde polisin yaptığı operasyonda yakalan Ramazan Yıldırım (25), Ersin Yerlitürk (30), Serkan Battal (24) ve Doğan İnce (25) bir çok suçtan tutuklanmışlar. Üzerlerinde sahte kimlikler, 2 ruhsatsız tabanca da çıkmış. Birisi asker kaçağıymış. Çeşitli hırsızlık ve suçlardan aranmaktaymışlar.

Otilla Oral’ın eline sağlık. Yine oturmuş daktilosunun başına. Harika bir yazı çıkartmış. Bence İzmit’in geçmişini, sürekli yazılarıyla belgelere bağlayan başka bir kişi yok. Onun gibi ince eleyip sık dokuyan. Bu kez Evliya Çelebi’nin “Seyehatnamesi”nde, İzmit ve çevresine dair anlatılanları, görüntüler ve el çizimleri ile birlikte aktarmış. Atilla Oral’ın her hafta Pazar günleri çıkan bu yazılarını, Uluslararasıağ (İnternet) ortamında yada yumuşak (soft) biçimi ne yazık ki bulmak olanaksız. Atilla Oral bilgisayar ve Uluslararasıağ (İnternet) dünyasına uzak. Ürettiği her şeyi, daktilo ile kaleme alıyor. Bu hafta işlediği konunun başlığı şöyleydi; “Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’de İzmit ve Civarı, Evliya Çelebi İzmit’te. (Evliya Çelebi’nin kaleminden 3,5 asır öncesi İzmit’te yaşam)” (
22).

İkinci Gün, Kurban Bayramı

Sabah kalktığımızda Hanife kahvaltıya annemlere gidelim demişti. Bence fark etmezdi. Olur dedim. Hazırlanıp onlara gittik. Biz gidene dek kayınvalide Zeliha Aykan kahvaltı masasını hazırlamıştı. Kayınpeder Ali Osman Aykan bize, Almanya’da çalışan karşı daire komşularının hediyesi tost makinesinde sıcacık tostlar hazırlamıştı. Kayınbirader Barış Aykan kedisi “Safinaz” ile gelmişti zaten bayramın birinci günü. Sofrada Beyaz Peynir, Kaşar, Siyah Zeytin, Kayısı Reçeli, Omlet ve margarin vardı. Ben gazetemi okurken yapıyordum kahvaltımı. Kentimde ve ülkemde neler olmuş onlara göz attım ilkin. Nasılsa gazetelerin dünya haberleri kısmında ve TV’lerde dünyada nelerin olduğunu öğrenecektim. Vakit öğle olmuştu Türk Kahve’mizi içerken. İçeriye giren Nalan Aykan’ı görünce hepimiz hem sevinmiş hem de şaşırmıştık. Bayram izni alıp ziyarete gelmişti İstanbul’dan. Bir gün kalıp geri dönecekti çalıştığı Internatonal Hospital’daki hemşirelik görevine. Kucaklaşıp bayramlaştık. Hal hatır, işler nasıl gidiyor kısa sorgulamaları sonrası, annesinin hazırladığı kahvaltı masasına gitti aramızdan. Felixz ile Safinaz bir birlerine ısınmışlar ara sıra şakalaşıyorlardı. Safinaz, Felix’e göre daha küçük ve ufaktı. Bizim kedi irileşmişti oldukça.

Gazetlere göz atmamın sonucu kentimde nelerin olduğunu öğrendim ve kaydını düştüm. Tütünçiftlik Yeniköy Prefabrikleri’nde yaşamakta olan Mahmut-Halide Katar ailesinin 1,5 yaşındaki çocukları, Barış’ın üzerine sıcak su dökülmüş. Çocuğu hastanelere götürmüşler ama ilgilenen olmamış ve çocuk yaşamını yitirmiş. Gazetede şöyle başlık atılmıştı; “bayramı güle oynaya kutladık çoğumuz. Kurbanlar kestik. Ama Türkiye’de ve bölgemizde yoksulluk, yoksulluğun getirdiği çaresizlik devam ediyor. Bu haber işte bu yoksulluğun ve çaresizliğin haberidir”. Dünyanın neresinde eğitimsiz, mesleki öğretimsiz bir yordamla yoksulluk ve çaresizliğe çözüm üretilebilir ki! İnsanlar eğitimsizlerse ve ayaklarının üzerine basacakları bir meslekleri yoksa, işsizlerse nasıl sürdürecekler yaşamlarını! Salt ara sıra yapılan yardımlarla yoksulluk nasıl ortadan kaldırılabilir? Nice sıradan yaşamlarda, nice çaresizlikler sür git yinelenmektedir ülkemizde.

Ama kimileri ise paralarını havaya sıkarak harcamışlar. Bayramın gelişini kutlamak için çekmişler tabancalarını, mermilerini sektirmişler uzaya doğru. Onları kutlamak ve alınlarından öpmek gerek. Nice yiğit ve yüreklisiniz ve de ulvi olayları böyle “semaya kurşun sıkarak” kutladınız diye. Kutlanacak başka bir olay da olmalı. Orman ve Çevre Bakanı Osman Pepe ilimize gelecekmiş. Ama gazeteler “Kartepe hala duruyor” diye alt yazı atmışlar habere! Aslında adam İzmit’li yakınlarının bayramını kutlama geliyor. Ne ilgisi var gelişin “Keltepe Projesi” ile!

Yıkılmasına karar verilen Metro ve Adalet apartmanlarının yerine “Sağlık Ocağı” yapılması düşünülmekteymiş. Yerel yönetimler mi yapacak yoksa yine bir Hıristiyan kuruluşundan parasal destek mi sağlanacak! Kurban Bayramı’nda İzmit Balık Pazarı’ndaki dükkanlar kepenklerini indirmişler. Et bol. Balığı kim alacak demiş olmalılar. Ama üzülmeyin. Alışveriş merkezlerinde balık satışları sürüyor. Bir çok kişi mezarlıkları doldurmuş. Yakınlarını, büyüklerini ziyaret edip ruhları için hayır dua okumuşlar. Ne güzel bir gelenek. Neyim değil de nereye gideceğimi senede iki üç kez olsa da anımsamak insana bir çok değişiklik yükler.

Kurban keserken kalp sıkıştırmasından yaşamını yitirmiş Seyfettin Şahin (76). Ömer Utlu ise (56) akciğer kanserinden tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirmiş. İzmit Huzurevi’nde kalmakta olan Havva Aslan vefat etmiş ve İzmit’te toprağa verilmiş. Yakınları ise Ankara’da yaşamaktaymışlar. Eşinden ayrılan İhsan Saklat (25) cinnet geçirince eline aldığı kasap bıçağı ile Fethiye Caddesi köşesinde gelip geçenleri tehdit etmeye başlamış. Olaya polis müdahale etmiş ve genci zorla yakalamış. Ama karakolda özgür bırakılmış. Tedavi görmesi gerektiğine karar verilmiş (!). Çukurbağ Mahallesi, Gebeoğlu Sokak’ta Şadi Özenli’ye ait konutta çıkan yangına müdahale edilememiş. Çünkü yangın söndürme araçları sokağa girememiş.

Türkbank’a ait çeşitli eşyalar açık arttırma ile satışa çıkartılacakmış. Adı geçen banka daha önce tasfiye edilmişti. Açık arttırma 23 Şubat tarihinde yapılacakmış. Ne olacak yani! Milyar liralar harcanan eşyaları açık arttırma ile kaça satacaklar? Müflisin malına kim kaç para öder ki!

Bayramın birinci günü ilimizde hangi dernek, kurum, siyasi parti, sendika, sivil toplum kuruluşu hangi saatte ve nerede bayramlaşma yapacağına dair uzun bir liste vardı. Ah biz severiz kutlamaları, sözleri ve kağıt üzerinde, görüntüde çıkanları. Gazetelerde sıradan yaşamlarda ne yangınların sürdüğünü, trafiğe çıktığınızda kutlamalara giden sürücülerin aileleri ile araç sürerken nasıl da bir birlerine karşı “sevecen”, “saygılı ve hürmetkar” olduğunu gözleyebilirsiniz. Bayram ederleri ile vitrinleri süsleyen eşyaların ve malzemelerin bayram sonrası hangi fiyatlara düştüğünü görebilirsiniz. Aktardıklarım hep kötü yönleri değil yaşamımızın. Bizzat yaşamın içinde olanlar. Herkesin her gün yaşadıkları, ilendikleri, dertlendikleri, bir araya gelince”spor”dan ve “ülkeyi kurtarmadan” hemen sonra sürekli dertlendikleri konular. Güzel olaylar, eylemler, etkinlikler ve üretimler var da ben mi göremiyorum okuduğum yerel basında acaba! Ya ben kör olmalıyım, ya bizler yada basın görevlileri! Bence ne görüyorsak o olmalı aktardıklarım. Görüp tanık olduklarımız da ne yazık ki bunlar.

“Bayramınız kutlu olsun” diye başlayan bayram kutlamaları, kanımca çok anlamsız. Nasıl bir ikili düşüncedir çalışanların maaşlarını vermeye para bulamayan belediye görevlilerinin bayram kutlamaları için para ödeyebilme kararları!

Kurban Bayramı’nın birinci günü, hastaneleri ve sağlık ocaklarını “bayramın kurban yaralıları” doldurmuş. Kurban kesmeye çalışan bir sürü acemi kendilerini çeşitli yerlerinden kesmişler. “Kutsal Mekanlar”da Hac görevini yerine getirmek için bulunan Türk hacılarından 25 tanesi şimdiye dek aşırı sıcakların yol açtığı nedenlerle yaşamlarını yitirmişlerdi. “Şeytan Taşlama” sırasında ise İranlı hacıların yol açtığı izdiham nedeniyle 241 kişi yaşamını yitirmişti. Bunlar arasında 11 Türk de varmış.

Hollanda’nın parasal desteği ile sürdürülmekte olan bir proje sessiz sedasız ilerlemekteymiş. Sözü edilen proje “Gülen Yüzler Projesi”. Hale bu kapsamda 9 özürlü Outlet Center arkasındaki alanda üretim yapmaktaymış. Nerede bizim çok inançlı, varsıl ve vatanı, dini, milliyeti tam ve bütün insanlarımız? Neden elin Hıristiyanlarına el avuç açarız acaba? Kaç villa, cip yada gece eğlencesi bedelidir Hollandalı yardımseverlerin bize aktardıkları? Kaç € eder acaba? Bir Jeep, BMW yada Mercedes kaç € eder? Ülkemizdeki “misyonerlik etkinlikleri”den dert yananlar, şikayet etmeden önce biz kendi insanlarımız için ne yağıyoruz, değil Hıristiyan toplumları, Müslüman toplumları için, Doğu Anadolu’daki kendi Türk ve Müslüman insanlarımız için ne yapıyoruz diyorlar mıdır acaba! Ya Bu Hıristiyan Hollandalılara ne oluyor? Onlar paralarını neden Jeep, Mercedes, villa ve başka eğlenceli işlere yatırmasını bilmiyorlar mı acaba! Onlara, “Para nasıl harcanır”mış bir öğretsek iyi olur. Belki onlar da, böylece ”Misyonerlik Etkinlikleri”ne değil de başka işlere para harcamasını öğrenmiş olurlar bizden.

İzmit Defterdarlığı “Kira Gelirlerinden Vergi Bayanı” için başvuruların 15 Mart’a kadara yapılacağını açıklamış. Ama tıpkı araç satışlarında olduğu gibi her tür verginin alıcıya yada kiracıya yüklendiği bilinmiyor mu bu ülkede! Olsun görevliler görevlerini yapsınlar.

Ruhan Odabaş, yeni şiir kitabı “Sonra”yı tanıtmış. Kendisini kutlamak gerek (
23). Ali Gündoğdu köşesinde “Nikomedya’ya ilk dokunan insan” başlığı ile Seka Kağıt Fabrikası alanı altında yatak İzmit’in tarihi ve kültürel değerlerini ele almış. Eline sağlık (24). Akmeşeli dostum, Yakup Özkan (25) da Yerdeğişim Göçü’nü “Mübadele’nin 80. Yılı” başlığı ile ayrıntısını anlatan, tam sayfa bir yazı hazırlamış. “Yerdeğişim Göçü ve Göçmenleri” (Mübadele ve Mübadele Muhacirleri) konusunda yöremizde uzman olanlardan birisidir Yakup Özkan. Geçen günlerde bu konuda bir kitap kaleme almış olan İskender Özsoy (26) bana kitabını tanıtan (27) bir ileti atmıştı. Kendisi ile yaptığı yazışmaları Yakup Özkan’a da aktarmıştım. Bu yazıdan da İskender Özsoy’u bilgilendireceğim.

İzmit “75. Yıl Cumhuriyet Erkek Yetiştirme Yurdu” ile “Kassel Çocuk Yuvası”ni ziyaret eden Vali Yardımcısı Metin Yahşi, Başsavcı İbrahim Ethem Dilkmen ve Büyükşehir Belediyesi Başkanı Hikmet Erenkaya çocuklara 20’şer milyon lira yardım etmişler. Ne güzel bir olay! Ellerine ayaklarına sağlık. Bunlardan başka İzmit Huzurevi’ni de ziyaret etmişler. Huzurevi’nin bayramın ilk günü ziyaretçisi az olmuş. Kocaeli Emniyet Müdürlüğü’nün sade bayramlaşması Polisevi’nde yapılmış. İl Jandarma Komutanlığı’ndaki bayramlaşma ise Jandarma Sosyal Tesisleri’nde gerçekleştirilmiş.

Ablamlara telefon ettim, evde olup olmadıklarını öğrenmek için. Ablam evde olduklarını söyleyince hazırlanıp evden çıktık. Bekir Ofluoğlu tam gün yani 24 saatlik görevine gidince akşamdan Huriye’yi de kardeşlerim Heyecan ve Hanife Kiraz ile birlikte, annemlerin evine bırakmış dün akşam. Onlarda, geçen Kurban bayramı yardım ettiğimiz yoksul aile vardı. Kızı ve oğluyla gelmişler ziyarete ta Derince’nin Makasbaşı semtinden. Kadın oldukça dertliydi eşinden yana. Tembel, miskin ve çalışmayan kocası gün boyu evinde oturmaktaymış. Zavallı karısı ise orada burada çalışıp ayda üç paraya çalışmaktaymış. Evine bir ekmek getirme derdi olmayan adam bir de çocukları ve karısını hırpalamakta ve kapının önüne koyma tehditleri savurmaktaymış. Çaresizlik. Yoksulluk. Dayanaksızlık. Ya bizim bir çara bulma durumumuz? Yok elbette. Böyle bir kocanın olduğu aileye nasıl yardım edilebilir ki! İnsanın içi kararıyor. Onları dinleme oldukça üzmüştü herkesi. Biz oradayken izin isteyip kalktılar. Belki de dertleşmeye, bir umar bulmaya gelmişlerdi bizimkilere.

Ablamlardan sonra Meliha Badal (
28) teyzelere gidecektik. Çıkmadan önce geçerken uğrarız düşüncesiyle Mustafa Giray’a (29) telefon ettim ama yanıt alamadım. Meliha teyzenin tansiyonu çıkınca, oğlu Serdar Badal’ların (30) evine geçmiş. Zaten oturdukları evler karşılıklı daireler. Onlarda Hanife’nin amcası Necati Aykan ve eşi de vardı (31). Yanlarına torunlarını da almışlardı. Uzun yıllardır Kemal Badal ailesi ile yakinen görülmekteydiler. Bursa’dan Yusuf Serhat Badal’lar (32) da gelmişlerdi bayram ziyaretine. Ziyaretimize hepsi pek sevindiler. Memnun kalmıştı Meliha teyze. Divanda uzanmış dinleniyordu. Aybüke Beren yanında karnesini de götürmüştü göstermek için. Meliha teyze emekli olmadan önce ilk okul öğretmenliği yapıyordu. Eşi Kemal Badal ise Albaylıktan emekli olmuştu. Kemal amcanın adını, Serdar’ın oğluna vermişlerdi. Biz eve döndükten sonra, Hanife ailesini Derince’de oturmakta olan dayısı İdris Aşıkoğlu’na (33) götürmüştü.

Üçüncü Gün, Kurban Bayramı

Sabah tembellik yaptık. Ama Hanife bizden önce kalkmış ve patates soyuyordu kızartmak için. Aybüke Beren ve Bengisu ise uyumaktaydılar. Şöyle bir baş başa kahvaltı yapalım, bırakalım onlar uykularına doysunlar demişti. Ama Aybüke Beren çok geçmeden kalkmış bize katılmıştı. Bengisu’yu uyandırmamıştık. Kahvaltımızda kaşar, bal, ekmek kızartması, margarin ve patates kızartması vardı. Kahvaltı ile öğle yemeği gibiydi yediğimiz. Batılıların “Brunch” dediği yani. “Breakfast” ve “Lunch”.

Ben okuduğum “Metrix Avcısı”na (
34) dönerken hanife anneleriyle konuştu. Hep birlikte Özgen Aykan’ın Tütünçiftlik Mezarlığı’ndaki mezarına ziyarete gideceklerdi. Çocuklar benimle kalacaklar ve öğleden sonra ise Outlet Center’daki sinemalara film izlemeye gideceklerdi. Çocuklar bir çizgi film izleyecekler Hanife ise yetişkin filmi izleyecekti. Dün bayram ziyaretine gelen Nalan Aykan ise görevi olduğu için İstanbul’a dönecekti. Sekiz buçuk senedir International Hospital’da hemşire olarak çalışmaktaydı. Hastane İranlı bir yatırımcınınmış. Hastane koşullarının pek iyiye gitmediğini, şimdiye dek deneyimli hemşirelerin işten ayrıldığını ve yeni gelenlerin acemi olduğunu ve uluslararası hasta kabulü için hastane yönetiminin kağıt üzerinde kalan bir “kabul” (akreditasyon) için çalıştığını belirtti. Aldığı 1 milyar 200 milyon lira brüt maaşından geriye pek para kalmadığını söylüyordu. Biz de kendi çıkarına bakması gerektiğini, iyi zamanlama ve parasal fırsatla oradaki işini bırakmasını salık verdik. Daha fazla kalırsan artık oradan ayrılamazsın ve onların dayatma koşul ve maaş uygulamasına katlanmak zorunda kalırsın dedik.

Mezarlıktan geldikten sonra kızları da alarak Hanife evden çıktı. Sinemaya Barış Aykan da gelecekti. Ben evde yalnız kaldım. Bilgisayarın başına oturup Ocak ayı içinde güncemin eksik kalan kısımlarını tamamladım. Ajandama aldığım notları derledim. Yazılarımın yazım hataları ve düzenlemesiyle uğraştım. Bir ara İdris Müftüoğlu aradı. Çenesuyu’nda oturan kız kardeşlerine bayram ziyaretine gelmişler. Gelmişken bize de uğramak istemişler ama bizde kimse yoktu. Daha sonra ise Bengisu’nun okulundan bir kız arkadaşı gelmişti eve. Ama o da şanssızdı. Saat 15:30 sularında ablam Heyecan Kiraz, Huriye ve Bekir Ofluoğlu ziyarete geldiler. Bize çikolata almışlar sağ olsunlar. Bizden sonra ise Meliha Badal teyzelere gideceklerini söylediler. Gelmişlerken onlar için sakladığım duvar takvimlerini verdim. Bir de dedim fişlerinizi bana verin her ay. Böylece ben onları düzenli olarak bilgisayardaki programa gireyim. Ne kadar tutarsa size vereceğim. Böylece siz daha fazla vergi iadesi almış olacaksınız.

Ablamlar geldiğinde ben DW ve Polsat TV’lerinde dünya haberlerini izlemekteydim. Öğrendiğim haberler şöyleydi; Konya’nın Selçuklu ilçesinde 11 katlı ve 37 daireli bir apartman çökmüş. Zümrüt Apartmanı. Şimdiye dek bir çocuk olma üzere 14 kişinin cesedi çıkartılmış ve 11 kişi sağ olarak kurtarılmış. Çöküş nedeniyle ilgili bir açıklama henüz yok. Apartmanın7-8 yıl önce yapıldığı söyleniyordu. Nasıl olur böyle bir felaket diye sormak abes bu ülkede. Ölenler öldükleri ile yaralananlar ve maddi kayıp içinde olanlar her şeylerini sinelerine çekerek kalırlar. İşi yapan firma çalıp çırpmıştır, fenni denetim görevlisi kağıt üzerinde imza atarak işi teslim almış ve yerel yönetim mühendisi ise işi hiç denetlememiştir. Koskoca Marmara Depremi’nde yıkılan onca yapıyı yapanlara, teslim alanlara ne ceza uygulandı bu ülkede!

Konya’daki apartman çökmesi olayını tüm dünya TV’leri yayınlarında aktardılar. Kurtarma çalışmalarından görüntüler verdiler. Gündüz gözüyle görüntüler çok dehşet vericiydi. Marmara Depremi’nde gördüğümüz yıkımların aynısıydı. Apartmanın yıkılmasına sarsıntı neden olmadığına göre, çok hesapsız kitapsız yapılmış olmalı apartman. Yazık değil mi insanlarımıza, umutlarına, paralarına! Bu devlet gerçek sorumluluğunu ne zaman üstlenecek bu ülkede? İnsanımıza karşı gerçekten ne zaman kendisini sorumlu hissedecek? Bakın şimdi olayın ardından yapılan açıklamalara ve düşünülen yaptırım önlemlere? Hiç bir şey yapılmayacak.

Çin’den neredeyse tüm Uzak Doğu ülkelerine yayılan “Kuş Gribi” (
35) salgını yayılmaya devam ediyor. SARS (36) gibi bu salgında Çin’den çıktı. Viroloji uzmanlarına göre Çin ve diğer Uzak Doğu ülkelerinde benzer olayların görülmesine neden yaygın yoksulluk, sefalet ve kötü yaşam koşulları. Hastalık daha çok tavuklardan ve virüsü kapmış diğer kümes hayvanlarından insanlara bulaşıyor. İnsandan insana geçme olayına rastlanmamış.

Bir Singapur uçağından söz ediliyordu. ABD’ye giderken bir şeyler olmuş. 16 kişinin başına bir şeyler gelmiş. Polonya’da donan nehirlerin üzerindeki kalın buzlar kıyıdan kepçelerle ve derin yerlerdekiler ise atılan patlayıcılarla kırılıyordu. Kış koşulları bazı yerlerde yaşamı kötü etkilemiş.

Saat 18:00 sularında ise bizimkiler eve döndüler. Barış Aykan’ın elinde bir sürü torba vardı. Onları alıp mutfağa koydum. Evde meyve sebze kalmamıştı. Turşu, gofret, çikolata ve benzeri şeyler de almışlar Outlet Migros’tan (
37). Sinema bilet ücretlerini ise Barış Aykan ödemiş (38). Hanife ile Nalan ayrı film izlemişler (39). Akşam yemeği olarak Hanife konserve taze fasulye pişirdi. Yanına ise bulgur Pilavı. Barış Aykan da lahana ve kornişon hıyar turşusunu doğradı. Böylece karnımızı da doyurmuş olduk. Bugün Allah’ım çok şükür ne sancım ne de gaz sıkıştırmam vardı. Rahattım yani. Meyve ve sebzeleri ise Kar-çit’ten almışlar (40).

Yemekten sonra tüm dünya TV’lerine haber olan Konya’daki “apartman çökmesi” haberinin ayrıntısını izledik Ana Haber Bülteni’nde. Zümrüt Apartmanı dün akşam 20:15’de aniden çöküvermiş. Kurtarılan 30 kişiden 23 kişinin tedavisi yapılıp evlerine gönderilmiş. 7 kişinin tedavisi isi sürmekteymiş. Kurtarma çalışmalarında 200 kişi görev yapmaktaymış. Enkazdan çıkartılan ceset sayısı 15’e ulaşmış. Ama enkaz altında yaklaşık 100 kişinin olduğu tahmin edilmekteymiş. Bir çok daire sakini apartmanda değilmiş. Olasılıkla bayram ziyaretine çıkmışlar. Olayla ilgili RTE’nin yaptığı açıklama sadece, suçluların cezalandırılması için yasalarda düzenleme yapılacağı, apartmanın bir tamir gördüğü filandı. Konuyla ilgili açıklama yapan her yetkili sadece “cek caklı” cümleler sarf etmekteydi. Kimse sorumluların derhal adalet önüne çekilip cezalandırılması gerektiğinden söz etmiyordu. Bunun olmayacağını, adaletin keskin kılıcının bu ülkede sadece sırdan gariban vatandaşa işlediğini herkes bilmekteydi.

İki üç gün önce de İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde iki tarihi yapı kendiliğinden çökmüş ve toplam 6 kişi yaşamını yitirmişti. Ölenlerden 5 kişi Adıyaman’nın Sarıyamalı Köyü’nden iş bulmak için İstanbul’a gelen ve virane yapıya yerleşen beş delikanlıymış. Cenazeleri defin için köylerine gönderilmiş. Cenazeleri kalabalık vatandaşlar gözleri yaşlı defnetmişler. Sadece göz yaşı ve rahmet dilekleri. Yetkili ve sorumluların dilekleri hep bu. “Ölenlere rahmet ve yakınlarına sabır” dilerler. Sanki bir işe yarıyor ve acılı yakınlarına bir anlam ifade ediyormuş gibi! Tüm bunlar yetmiyormuş gibi Hatay’da “toprak kayması” olmuş. Olayla ilgili ayrıntılı bilgi yoktu ama 3 kişinin kayıp olduğu ve iki kişinin toprak altında yaşamını yitirdiği söylendi.

TRT1 Kanalının haber bülteninin sonunda bir söyleşi vardı. İnal Batu ve ailesi. İnal Batu uzun yıllar Dışişleri basın ve hakla ilişkiler sözcülüğü yapmış ve çeşitli ülkelerde Büyükelçilik görevinde bulunmuş. Yaşadıklarını ve bildiklerini anlattığı bir kitap yada anı kaleme almamış. Bu kendisinin en kızdığı tarafıymış. İnal Batu, Türkiye’nin Suriye’yi sıkıştırdıktan sonra oradan çeşitli ülkeleri dolaşıp en sonunda İtalya’ya kaçan Abdullah Öcalan olayında Türkiye’nin İtalya Roma Büyükelçiliği görevindeymiş. Almanya’dan gelip İtalyan polisinin gözü önünde Türk basın mensuplarını döven eli sopalı PKK militanları nedeniyle Türk basın görevlileri işlerini Büyükelçiliğin bahçesinde ifa etmişler. Kızı Pelin Batu dizi filmlerde ufak roller alan sanatçı olmuş. Oğlu Arda Batu ise siyaset bilimi okuyormuş. Şimdilerde ise doktorasını yazmaktaymış. TRT1 kanalıdan çekimi Maşukiye’de yapılan bir dizi başlamıştı. Ben senaryosunu beğenmemiştim. Oyuncular pek yapmacık gelmişti bana. “7 Numara” ve “İstanbul Yedi Tepe” gibi değildi. Belediye başkanı ve onun çevresinde yer alan kişilerin karıştığı kirli oyunları konu alıyordu. Ailenin iznini almadan ABD’ye giden ve yıllar sonra Kızılderili arkadaşı “Chayenne” ve küçük oğlu ile dönen İnci’nin aile içi ilişkileri ile sarmalanıyordu olaylar. “Kasabanın İncisi”.

Biz niyetlenmiştik ama karşı komşumuz Bayram Odabaş ailecek bize bayram ziyaretine gelmişti (
41). Aybüke Beren biraz mızmızlandmıştı. Baktık ateşi vardı biraz. Annesi hemen ateş düşürücü şurup içirdi. Bir süre sonra canlanıverdi. Şimdi yanlarında dayıları da var. Ardından kızlarımızın bakıcılığını yapan ama nişanlandığı için Mart ayından sonra ayrılacak olan Zehra Ala (42) nişanlısı ile bize geldi. Nişanlısı İzmit Tekel Yapısı Demiryolu altında, eski Fayton Durağı’nın yer aldığı yerde oturmaktaymış. İyi, güleç yüzlü, efendi görünüşlü bir gence benziyor. Kırmamış bayram ziyaretine bize gelmiş. Ayaklarına sağlık. Bengisu arkadaşları Melike ve Tuğçe Odabaş’ın bu akşam bizde kalmalarını rica etmişti. Onlarda ailelerinden izin aldılar. Bize gelip gevceyarılarına dek dayıları Barış Aykan ile “Monopoly” oyunu oynadılar. Hiç birisi yatak nerede diye hayıflanmadı.

Eve gelen gazeteye şöyle bir göz atıyorum. “Derince Kaymakamlığı”, geçici olarak yerleştiği “Zübeyde Hanım İkokulu” yapısından, 17 Ağustos Depremi’nde, Bayındırlık Bakanlığı için yaptırılan apartmandaki yerine taşınmış. Bu yapıda Kaymakamlığa yer ayrılmış. Bayram ve kent görüntüleriyle ilgili iki haber vardı. “Sokak ortasında kurban artıkları”. Hürriyet Caddesi’ne açılan Cebesoy Geçidi’nde kurban artıkları, kemikler torbalara konulmadan öylece köşeye bırakılmış. Artık çöpçüler ne zaman gelirse o zaman kaldırılacak diye yazılmış altına. Diğeri ise “Burası Belediye’nin önü”. Yukarıdan çekilmiş bir görüntü. Altında ise şunlar yazılmıştı; “İzmit İstiklal Caddesi’nde Büyükşehir binasının önünde dünkü tablo... Onlarca tezgah caddeye yayılmış. Bu kent zaten artık onların. Belediye zabıtaları da ahbapları. Diledikleri gibi tezgah açabiliyorlar.” Ama haberin alt başlığı hoşuma gitmişti durum tespiti açısında; “İzmit Avrupa Kenti ya.. Avrupa kentlerinde de her halde ana caddeler böyle çırpıcı çayırı gibi seyyar satıcılarla doludur diye düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Kendisine Avrupa Kenti deyip de, önünü bu hale getiren tek kent, herhalde İzmit’tir..”.

Evet çok hoş ve yerinde bir belirlemeydi. Benzer durumlar tüm kentlerde vardır ama salt Türkiye ve diğer Doğu ülkelerinde. Ayrımı ise İzmit’in, “Burası Avrupa Kenti’dir” belgesini, Belediye Sarayı önünde taşıyor olması. Bakın Osmanlı zamanlarının kartpostal ve resimlerine, günümüz görüntüleri ile pek ayrım görebilecek misiniz? Ayrım çağdaş araç gereçlerdedir. Görüntünün ana konusunda ayrım bulamazsınız. “Bazı garibanlar da ekmek parası kazansın” yaklaşımı ile iki gün içinde hiçbir yerde bir cm’lik boş alan kalmayacağını savunurum. İnanmayan yetkili deneyebilir. İki sonra göz yumulan satıcıları tankla tüfekle yerleştikleri yerlerden kaldırmak kolay mı görebilirler.

Diğer haberler. Kim kimi nerede ağırladı. Kimler kimlerle nerede bayramlaştı. Objektiflere gülümseyen yüzler. Kalabalık gruplar. Siyah beyaz görüntülerde kimin kim olduğu belli olmayan toplu resimler. STK’lar, siyasi parti yandaşları ve belirli postlara adaylıklarını açıklayan bireyler, dernekler filan. Hepsini toplayıp saysan, artık büyük kent görünümündeki İzmit ilinde yaşayan, yaklaşık bir milyon yerleşiğin kaçta kaçı ederler! Ya diğer ilçe ve beldelerde neler olmuştur benzer biçimde? Onları da öğrenmek isteyenler, Karamürsel, Kandıra, Gölcük ve Gebze gibi yerlerde çıkan yerel gazetelere göz atacaklar. Merak ederlerse doğal olarak. Bana göre ilginç olan haber “SODEP’te başladı, AKP’den adayı oldu” başlıklı olanıydı. Zafer Arat’tı söz edilen. Bir sürü de can canlı haber yapılmış. Kıbrıs filan. Bu ülkede kimin umurunda “tutarlı olmak”, “sözünün ardında durmak”! Ne denli fazla yer değiştirir, ne denli fazla kapı yaparsan, “itibar” o denli artar. Haber baştan sonra “Paralı Haber”di bana göre. Ver parayı yaptır haberi. Gazeteler de para kazanacak elbette! Değil mi?

Maliyeye ait, arkasında “MALİYE” yazan, “41 LK 093” siyah plakalı bir araç. Aracın etrafında üç birey. Elleri dolu. Kurban kesilmiş. Görüntünün altına şunlar yazılmış; “Herhalde bir nevi kamu hizmetiydi”. Bence gariplik yok! Bizde işler yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya benzer yürür. Özel gereksinimlerle görev gereği işler iç içedir. Bunu ayıramazsınız. Ayırmaya kalksanız başınız ağrır. Hangisinin üzerine gideceksiniz. Ne denmişse o uygulanır cennet ülkemde; “Bal tutan parmağını yalar” ve “Devlet malı deniz..” Bakın siyasetin parlak yüzüne ve aday adaylarının, varsıl yada yoksul, eğitimli yada eğitimsiz, pür cahil... İlginin altında yatan “çekici parlaklık ne ola acaba!”

Maşukiye’de gökte görülen ve etrafına ışık saçtığı söylenen bir cisim görülmüş. Kameralarla kaydı yapılmış. “Kandilli Rasathanesi” (
43) aranmış, bilgi verilmiş. Ama cismin UFO (44) değil de bir yıldız oyunu yada meteoroloji balonu olabileceğini söylemiş uzmanlar (!). Bazılarında ise ışık oyununun, bir UFO’ya ait olduğunu inancı hakimmiş.

Peki kimler aramızdan ayrılmış? Bakalım; Mehmet Okumuş (73) feçten, Hakkı Pir (56) kalp krizinden, Kadir Kocaman (82) böbrek yetmezliğinden, Kurtuluş Erarslan (52) kalp krizinden ve İbrahim Yalçınkaya (58) kalp krizinden dolayı Hakkın rahmetine ulaşmışlar. Toprakları bol olsun. Aramızdan ayrılanların üçü kurban kestikten sonra fenalaşıp rahatsızlanmışlar ve kalp sekmesinden vefat etmişler. Bu bilgiler saltİzmit merkeze ait veriler. İl kapsamında neler olmuştur bilinmez.

Dördüncü Gün, Kurban Bayramı

Telefon çalıyordu. Uzun uzun. Ama telefon sesi değildi bu. Uyandırma zili. Barış Aykan kurmuş olmalı. Sabaha karşı saat 04:00’de zorla yatağa göndermiştim onları. Akşam Bengisu, Aybüke Beren, Melike ve Tuğçe Odabaş ile birlikte Monopoly oyununa dalıp gitmişlerdi. Kalktık. Kendime gelmeye çalıştım elimi yüzümü yıkadıktan sonra. Mutfakta duvar saatine baktım. Saat10:00’du. Hanife Sigara Böreği yapacağını söyledi. Yufkalar. Ekşimik. Ekşimiğin üzerine nane ve bol tuz boca etti. Karıştırdı. Kaşıkla ezdi. Yufkaları üçgen biçiminde kesti. İçlerini ekşimiği doldurup sardı. Sardıklarını bir tabağa dizdi. Ateşte ısınmakta olan tavaya attık. Kızaranları bir tabağa dizdi. Kızarmış. Gevre. Ağız tadında. Çay demlenmişti. Beyaz Peynir. Ballı dilimlenmiş muz. Ballı, cevizli dut kurusu. Kızların hepsi uyanmışlardı Bengisu dışında. Barış Aykan, Hanife ve kızlar yediler önce. Sonra ben.

Kahvaltıdan sonra kızlar dayıları ile PlayStation’da kamyon yarıştırdılar. Monoply oynadılar. TV’de çizgi film izlediler. Çekiştiler. Kavga ettiler. Bir birlerini babalarına şikayet ettiler. Karşı komşuya gittiler. Geri döndüler. Ben bilgisayarın başında yazmaya devam ettim. Haftalardır yarım yamalak kalan güncemi tamamlıyordum. Özellikle Kurban Bayramı arifesinden beri aldığım notları derliyordum. Bir sürü not almıştım. Ayrıntılar. Azar azar gazım var. Ama geğirebiliyorum. Taş ağrım yok. Bir ara Akçakoca’dan dönen İrfan Koç aradı. Sana böbrek taşları için iyi geldiği söylenen Kabalak Suyu’ndan getirdim dedi. Bize gelin, bayramlaşırız dedim ama çocuklar Outlet Center’a gitmek istiyorlarmış. Daha sonra görüşürüz dedi.

Barış Aykan İstanbul’a geri dönecekti. Efetur’dan 17:15 otobüsüne yer ayırtmış. İlkin Ali Osman Aykan Geldi. Daha sonra ise Zeliha Aykan. Yine bizde bir araya geldik. Hanife annesiyle öğle yemeği hazırlayacaktı. Yada yemek öğle ile ikinci arası yemeği olacaktı. Köfte yapmayı düşünüyordu ama kıyma buzluydu. Açılması lazımdı. Önce Bulgur Pilavı yaptı. Sonra Makarna. Barış Köfteye yetişemeyecekti. Bugün de evden dışarı çıkmamıştım. Barış Aykan ile yürüyerek Bakkal Ekrem’e gittik. Kızların akşamdan beri ateşleri vardı. Önce Aybüüke Beren’de başladı. Ona ateş şurubu verdik. Ardından Bengisu. Sabah ikisi de halsiz düştü ateşten. Aralıklarla ateş şurubu içirdik. Ateşlerini ölçtük. Bengisu’nun 38.1°, Aybüke Beren’in ise 37.2°. Normal. İki arada bir derede üşüttüler yine. Onca uyarı ve korumaya karşın.

Bakkal Ekrem’den (
45) Ihlamur almaya gitmiştik. Gidince üç ekmek, bir kg muz, karbonat, tarçın ve iki gazete alıp geri döndük. Ihlamur kalmamıştı. Ihlamur almak için Stadın önündeki markete gittik. Oradan aldık ıhlamurları (46). Saat 16:30 olmuştu. Barış Aykan gitmek için hazırlanacaktı. “Safinaz”ı alacak, eşyalarını toparlayacak ve saçlarını yıkayacaktı. Eve döndük. Yemek atıştırdı. Saçlarını yıkadı. Onu Kuruçeşme Gişeler’e ben götürecektim. Birlikte çıktık. Önce babasının apartmanına çıktı. Beşinci kat. On dakika içinde kedisinin kutusunu ve eşyalarını toparladı ve arabaya geldi. Şirintepe’nin arka yolundan hızla Kuruçeşme’ye ulaştık. Otobüsün gelmesine beş dakika vardı. Asyatur ve Efetur otobüsleri 5 dakikada bir kalkıyorlardı. İstanbul Harem ve Otogar’a. Herkes hareket halinde. Meğer ne çok kişi İzmit-İstanbul arasında mekik dokumaktaymış. Efetur yazıhanesinden biletini aldı (47). Otobüse gelinceye dek onu bekledim. Vedalaştık. Felix’i arabada bırakmıştım. Arabanın içinde dolaşıyordu. D-100’e çıkıp doğrudan Çenesuyu’na gittim. Sakal tıraşı olacaktım. Berat Berber. İçeride bir müşteri vardı. Koltukta. Saç tıraşı oluyordu. Ben TV’nin önün geçtim. Kanalları gezindim. TRT2’de “Mısır Uygarlığı”nı ve Mısır’ın çeşitli yerlerinde, çöl kumları altında kalmış Firavunlar zamanından, Büyük İskender ve Romalılardan kalma kalıntılarda kazı yapan Alman ekibinin bulgularından söz ediyordu (48). Tıraşımı oldum. Yanımda para yoktu. Borca tıraş oldum. Eve döndüm. Yemeğimi yedim. Ali Osman Aykan hala bilgisayarda “Toplar” oyununu oynamaktaydı.

Saat 21:30 sularında onların karşı komşularından telefon geldi. Ali Osman Aykan’lara ziyaretçi gelmişti. Onları bekliyorlardı. Aybüke Beren ise anneannesinin bizde kalmasını istemişti. Buna üzülmüştü. Söylenip duruyordu. Nerden çıktı bu misafirler diye. Yavaş yavaş gazın basıncını duyumsamaya başladım. Çok fazla rahatsız ediyordu. Allah’tan geğirebiliyordum. İçimdeki körük gaz üretmeye devam ediyordu. Metsil. Laevelac. Faydasız. Sıcak küvete girmem gerek. Küveti su doldurdum. Sıcak su ve buhar iyi geldi. Rahatladım. Bir süre TV’deki filmi izledim. Julia Roberts ve Brad Pitt’in filmi. Konusu saçma sapandı. Salt tutulan iki oyuncu için film çekilmiş. Erkekler Jıulia Roberts’a bayanlar Brat Pitt’e hayran ya!

Gazetelerde haberler Konya’daki çöken apartmanın görüntü ve haberlerinde, birde bayram dönüşü trafikten oluşuyordu. 19:30 An haber Bültenleri’nde ise çöken apartmanı yapan yüklenici firmanın kardeş iki sahibinin arandığını söylüyordu. Ankara’ya gelen KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Başbakan Mehmet Ali Talat Özdemir ve Başbakan Yardımcısı Serdar Denktaş ile RTE doruk toplantısı yapmış. Ada’da Türk tarafının vereceği toprak tavizi ve diğer koşullarla ilgili olarak. Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de AB Aday Ülkeleri Parlamento Başkanları Toplantısı yapılmış. Dünün Komünist peyk ülkeleri Türkiye’den önce üye olacaklar. Türkiye ise 1960 yılından beri uğraşıp duruyor.

Kuzey Irak’ta Erbil kentinde bayramın birinci günü, bayramlaşma sırasında, iki Kürt grubunun merkezleri yakınında yapılan intihar saldırısı olmuştu. Patlamada çok sayıda kişi ölmüş ve yaralanmıştı. Son haberlere göre ise ölü sayısının 135’e yaralı sayısının ise 240’a ulaştığı bildiriliyordu. Musul ve Kerkük’ü Kürt kentleri sayan ve Irak’ta federe bir Kürt devleti düşü peşinde koşan Kürtlere tepkiydi olan aslında. Şimdiye dek tüm saldırı ve pusular hep ABD ve İngiliz askerlerine yönelikti. Bu ise doğrudan onlarla savaşın başından beri işbirliği yapan Kürtlere yönelik oldu. Hem de karargahlarına. Arap Batağı’na saplananlar kolay çıkamıyor orada.

İran’da yapılacak seçimlerin iptal edilmesi istemini Ayetaullah Ali Hamaney geri çevirmiş. Ama İslami kurallara uygun olmadıkları gerekçesi ile seçimlere katılmaları yasaklanan 2,400 kişiden sonra ortalık karışmıştı. Bu sayıyı sadece 240’a filan çekmişlerdi. Yasaklanan milletvekilleri ise Mecliste oturma eylemi yapıyorlardı. Ali Hamaney yasaklananların durumlarının tekrar gözden geçirilmesini istemiş.

Pakistan’da bir Nükleer Fizik uzmanı olan Abdülkadir Han TV’de Devlet Başkanı Pervez Müşerref’ten özür dileyip affedilmesini istemiş. Suçu ise Libya, İran ve Kuzey Kore’ye Nükleer Enerji sırlarını sızdırmakmış. Adam neden böyle davrandığını açıklıyordu. Başka Müslüman ülkelerin de benzer teknolojilere erişmesini ve Pakistan üzerindeki baskının Kuzey Kore’ye kaymasını istediği için bilgi sızdırdığını söylüyordu.


Açıklamalar & Dipnotlar
(1). Akbir Petrol; D-100 Karayolu üzeri, Yahya Kaptan Mh. Karşısı, Üç poğoça 750,000 lira ve Özgür Kocaeli Gazetesi 250,000 lira. 20 milyon liralık da kurşunsuz benzin.
(2). OGS; Otomatik Geçiş Sistemi.
(3). İbrahim Uslu, Sapanca Belediye Başkanı, Tel;+90-264-582 51 51-52-53, http://www.sapanca-bld.gov.tr Email; baskan@sapanca-bld.gov.tr
(4). Cemal Karaağaç; Sapanca Belediyesi-Adapazarı. GSM: 544-481 90 17, cemkar@hotmail.com
(5). Sınırlı Sorumlu Kentsa Yapı Kooperatifi,
(6). “Sayın Üyemiz; Erkan Kiraz, Yönetim kurulunun almış olduğu karar gereği, siz üyelerimizi yapılan çalışmalar hakkında bilgilendirmek amacıyla 15 Şubat 2004 Pazar günü saat 12:00’de toplantı yapılacaktır. Ayrıca evlerimizin son durumu hakkında bilgi edinmemiz için kooperatif güvenlik binasının karşısında bulunan 12 nolu blok nıune olarak tamamlanmak üzeredir. Tamamlandığı takdirde bayramda ve bayram sonrasında gezilip görülebilir. Bu konuda güvenlikte bulunan arkadaşlarımız yardımcı olacakalrdır. Toplantı yeri; Selüloz-İş Eğitim Salonu; Mustafa Kemal Paşa Cad. Doğan Birlik İşhanı, K: 2, Acısu-İzmit. Sınırlı Sorumlu Kentsa Yapı Kooperatifi”. 15.02.04 Pazar günü, saat 12:00’de “Bilgilendirme Toplantısı” için Selüloz-İş Eğitim Salonu; Mustafa Kemal Paşa Cad. Doğan Birlik İşhanı, K: 2, Acısu-İzmit.”
(7). 30.01.2004 10:16. Tahsin Koç; “Erkan Bey güzel Derince anıları için teşekkür ediyorum, gene zevkle okudum inanın. İyi çalışmalar diler eşinize de selam ederim.”
(8). Ahmet Şen, Ali Doruk, Ali Gezer, Bülent Akoğlu, Cevdet Yazgan, Denizalp Gülkokan, Esra Kopaner, Faik Suat Çakır, Gökhan Kara, İdris Taşocak, İnci Güney, Müge Özmerzi, Nurten Çakmak, Orhan Emir, Özlem Avcı, Semih Saraç, Serdar Çakıcıoğlu, Süleyman Ortaç, Şahin Duman, Uğur Güç,
(9). 30.01.2004 11:07. Orhan Emir; “Merhaba; Yazını aldım, ama okuyamadım. Nedeni şu: Uzunca olan yazıları burada okuyamıyorum, eve yönlendiriyorum. Evde de zaten bilgisayarı çoğunlukla mesajları almak için açıyorum. Bir de evdeki ekranım hala 14 inch ve orada okumak pek zevkli olmuyor. Yakında ekranı değiştireceğim.... Sevgi ve Selamlarımla”
(10). 30.01.2004 11:52. Müge Özmerzi; “Erkan bey selamlar, Öncelikle sizleri çok özlediğimi söyleyeyim... Sonra da hafta sonu yazınızı titizlikle okuyup sizi çıldırtan yorumlarımı esirgemeyeceğime emin olunuz diyeyim. Son olarak da bayramınızı kutlayıp bol selam ve sevgiler ileteyim dedim. (Şimdi evde bol miktarda misafir var, bu yüzden bilgisayarı uzun sure kullanamıyorum, bu da dip nottu...) Sevgiler, Müge”
(11). Müge Özmerzi; Home; Weibroekdreef 96, 9880 Aalter Belgium. Ev Tel: +32- 92 27 89 29, GSM: +32-473 27 06 83, mozmerzi@yahoo.com
(12). Ramazan Köftecisi; Necati Cevat Çobanoğlu. Dörtyol san. Çar. 10 Nolu Sk. No: 6, Adapazarı. Tel: +90-264-275 23 41. Benim köfte ücretini Kerem Dedeler ödedi. Toplam olarak 21 milyon lira ödendi. Fişini ben aldım.
(13). Brüt maaşım X,XXX,XXX,XXX lira. Avans; X,XXX,XXX,X lira, Sosyal Tesis kesintisi XX,XXX,XXX lira, Sosyal Tesis Harcamaları; XX,XXX,XXX lira, Özel sağlık Sigortası Peşinatı; XXX,XXX,XXX1 lira, Kentsa Konut Kooperatifi Kesintisi; XXX,XXX,XXX lira. Özel kesinti toplamı; X,XXX,XXX,XXX lira. Net kazancım olan X,XXX,XXX,XXX liradan elime ay sonunda geçen X,XXX,XXX,XXX lira. Ya resmi ve yasal kesintiler nasıl?Vergi indirimi sadece; X,XXX,XXX,XXX lira(!). Vergi matrahım; X,XXX,XXX,XXX lira ve SSK Matrahı; X,XXX,XXX,XXX lira. Ödediğim gelir vergisi; 460,363,849 lira, SSK Kesintisi; 384,741,000 lira, İşsizlik Sigorta Primi; 27,481,500 lira ve Damga Vergisi; 21,538,032 lira. Toplan yasal kesinti; 894,124,381 lira (!). Bu ne yüce devlet anlayışıdır Allahım. Kim bu “devlet soygun düzeni”ne son der? STK’lar mı? Siyasi Partiler mi? Din adamları mı? Sendikalar mı? “Vicdanları pak devlet görevlileri” mi? Bu ne demek biliyor musunuz? 894,124,381 lira çarpı 16 ay toplam 14,305,990,096 lira. Bu ülkede bu kadar vergiyi kim veriyor bordro mahkumlarından başka. Sözgelimi İzmit’te hangi iş adamı, avukat, doktor, özel tıp merkezi, sarraf, muhasebeci, beyaz eşyacı, telefoncu, lokantacı, pastaneci.. Hangi esnaf, tüccar, zanaatkar, ticaret erbabı ödüyor senede bu kadar vergiyi? Ödeyen çıksa bile numunelik. O da her tür özel, tüzel, ulusal ve uluslararası masrafını ödeyeceği vergiden düşüyordur. Çalışırken benden bizzat bu kadar parayı salt 2004 yılında kesecek olan yüce devletim, emekli olduğumda bana ne sağlayacak? Şimdiye dek ne vermiş, okul mu, meslek mi, güvenli, sağlıklı ve temiz bir yaşam noktası mı? Ayda kaç para verecek bana? 350,000,000 lira mı? “Devlet yada kamu vicdanı” diye bir şey var mıdır bu ülkede? Vermesin bana bir şey. Ama bana sormadan da kesmesin. Benden aldığı para ile varsılların villalarına yol, elektrik, su götürmesin. Onlara benim cebimden zorla aldığı paralarla teşvik vermesin. Kamu görevlilerinin altına Mercedes, BMW, Jeep almasın. Hangi devlet sahiplenecek ben emekli olduğumda çocuklarımın eğitimini, geçimini ve sağlıklarını? Benden salt 2004 yılında ~ 14 milyar vergi kesecek devletim mi!.
(14). Koruma Club. Koruma Tarım İlaçLarı’nın Sosyal Tesisi. Bahçecik-İzmit.
(15). Matrix Avcısı; (Neuromancer), William Gibson; © Willim Gibson, Altın Kitaplar Yayınevi, I. Basım, Mayıs 2003, ISBN; 975-21-0367-7, [Erkan Kiraz, Fethiye Cad. Hamamyanı Sokak Kitap Satıcısı, İzmit, 02.01.04, 3,000,000 TL], [Erkan Kiraz, 2. El Kitap Market, İzmit, 02.01.04, 5,000,000 TL].
(16). Prens Rakoczi; Osmanlı’da Bir Macar Konuk ve Mikes’in Türkiye Mektupları; (Törökorzsagi Levelek), Klemens Mikes. Çeviri Edit Tasnádi, Türkçeye uyarlayan Figen Turna. Aksoy Yayıncılık, ISBN 975-312-221-7, [Erkan Kiraz, İzmit Migros Çarşı Mağazası, 20.12.03, 5,250,000 TL], http://www.frankfurt.matav.hu.
(17). Başdeğirmen Konaklama Evleri ve Alabalık Tesisleri; Ahmet ve Mehmet Baş. Karamürsel-Akçat Beldesi Yolu 8. Km. Karamürsel-İzmit. Tel: ++90-262-452 97 07 ve 452 73 40. GSM: 0532-297 66 11 –0533-579 42 84. http://www.basdegirmen.com. Konaklama bedeli kişi başı 30 milyon lira/kahvaltı. Bengisu için yarım pansiyon almışlardı. Gecesi için tüm aileye 75 milyon ödeyecektik. İki gece konaklamış ve bir öğin yemek yemiştik. Toplam borcumuzun 190 milyon lira olduğunu söylediler. Bedelin yarısını peşin yarısını ise kredi kartı ile ödemiştik.
(18). Adnan Yüksel Çevik; [Pirireis İlkokulu’ndan Profesör lakaplı çocukluk arkadaşım. Şimdiki Derince Lisesi karşısında kalan Turan Sokak’ta oturmaktaydılar] Değirmendere-İzmit. Ev Tel: 0262-4271319.
(19). Migros Türk A.Ş.; Gölcük Satış Mağazası. Değirmendere Yüzbaşılar Sapağı, Baca Mevkii, Gölcük-İzmit. Tel:+90-262-426 39 32. Alışveriş tutarı 63,280,000 TL.
(20). Halit Çamlıca; Ev Adresi; Bayındırlık Kalıcı Konutları-İzmit. GSM: 532-2608421,
(21). Fikri Durmuş; Bayındırlık Konutları, Gündoğdu-İzmit. GSM: 535-980 40 41, Ev Tel: 0262-226 6241,
(22). Atilla Oral, İzmit Körfezi Tarihi’nden Bir Sayfa, Özgür Kocaeli Gazetesi, 01.02.04, Pazar Eki, S. 6-7, “Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’de İzmit ve Civarı, Evliya Çelebi İzmit’te. (Evliya Çelebi’nin kaleminden 3,5 asır öncesi İzmit’te yaşam)”.
(23). Ruhan Odabaş, “Sonra”. Gerçek Sanat Yayınları. Odabaş’ın önce yayınlanmış dört şiir kitabı daha varmış.
(24). Ali Gündoğdu, Meydan, Özgür Kocaeli Gazetesi, 02.02.04, S. 7, “Nikomedya’ya ilk dokunan insan”,
(25). Yakup Özkan, “Mübadele’nin 80.ci yılı”, Özgür Kocaeli Gazetesi, 02.02.04, S. 10.
(26). İskender Özsoy; iskensoy@hotmail.com,
(27). İki Vatan Yorgunları, Bağlam Yayıncılık; Ankara Caddesi, 13/1 Cağaloğlu-İstanbul. Tel: 0212 513 59 68,Eposta: baglam@baglam.com,
(28). Meliha-Kemal Badal; [Kemal Badal Vefat 2003]. Mehmet Ali Paşa-İzmit.
(29). Mustafa Giray; İş Adresi; Seka Genel Müdürlüğü, İzmit. Tel: ++90-262-322 31 90-191 (8 Lines), Faks: ++90-262-322 00 74, Ev Adresi; Seka Lojmanları, İzmit. Ev Tel: ++90-262-322 31 90-491. GSM: 0532-546 92 98, mustafagiray42@mynet.com mustafagiray@hotmail.com
(30). Serdar Badal; Ev Adresi: M.A.Paşa-Bekirdere - İzmit. GSM: 532-702 21 81,
(31). Necati Aykan; Sopalı Çiftliği-Yenikent-İzmit.
(32). Yusuf Serhat Badal; İş Adresi; Kiel Koltuk Sistemleri San. Ve Tic. A.Ş. Manolya Cad. 15 Sk. No: 169. Nosab. Bursa. Tel: ++90-224-241 87 88, Fax: ++90-224-242 19 91. serhat.badal@kieltr.com Ev Adresi; Fatih Sultan Mehmet Mah. Madenciler Sitesi Tip: 3 No:6, Emek-Bursa, Tel; +90-224-327 13 51, +90-224-219 31 01, GSM: 0532-585 10 20,
(33). İdris Aşıkoğlu; Derince-İzmit.
(34). Matrix Avcısı; (Neuromancer), William Gibson; © Willim Gibson, Altın Kitaplar Yayınevi, I. Basım, Mayıs 2003, ISBN; 975-21-0367-7, [Erkan Kiraz, Fethiye Cad. Hamamyanı Sokak Kitap Satıcısı, İzmit, 02.01.04, 3,000,000 TL], [Erkan Kiraz, 2. El Kitap Market, İzmit, 02.01.04, 5,000,000 TL].
(35). Kuş Gribi; İngilizcesi “Avian Influenza”.
(36). SARS; İngilizce dört kelimeden oluşan kısaltma. Sever Acute Respiratory Syndrome. Türkçesi aslında “Ciddi Kalıcı Solunum Yetmezliği Belirtisi”. Ama Türk tıp adamları “Şiddetli Solunum Yetmezliği Hastalığı” yada “ Akut Solunum Yetmezliği Sendromu” diyorlar.
(37). Migros Türk A.Ş.; Migros Outlet Center Satış Mağ. Eski Gölcük Yolu Bayraktar İş Merkezi. İzmit. Tel: +90-262-335 32 34-35. Alışveriş tutarı 14,630,000 TL.
(38). Outlet Cinemaları, “Maceraya Devam”, bilet ederi 18,000,000 TL. Adam başı 6,000,000 TL yani. Sinemada KDV fişi verme hak getire. KDV’ler cebe. Vatandaş ödesin. Sorsan Maliyecilere, siz almak zorundasınız diyecekler. Neden? Vatandaşa vergi iadesi vermezsen neden almak zorunda olsun?
(39). Eşim Hanife, Nalan Aykan ile “Aşk Heryerde” adlı filmi izlemiş. Hugh Grant’ın filmi. Bilet bedelleri 14,000,000 TL. Yani adam başı 7,000,000 TL.
(40). Kar-Çit Çevre Düzeni ve Gıda San. Tic. Ltd. Şti; Çınarlı Mah. Atatürk Cad. No: 3, Çenesuyu-İzmit. Tel:+90-262-223 18 17. Alışveriş tutarı 13,950,000 TL.
(41). Bayram Odabaş; [Eşi Nuray, çocukları Tuğçe, Melike,Ece], Çelilhalat A.Ş.’de elektrik bakım içşisi. Aslen Sinoplular.
(42). Zehra Ala; Feza Siteleri, Şirintepe-İzmit. Aslen İhsaniye, Ayvazpınar Köyü’ndenler.
(43). Rasathanesi: Arapça. Rasat; gözlem, hane; ev. Gözlemevi,
(44). UFO; İngilizce. Unidentified Flying Object. Tanımlanmamış Uçan Cisim.
(45). Merve Market; Ekrem Göde. Y. Birlik Sit. Altı, Şirintepe İzmit. Tel; +90-262- 226 72 78. Alışverişşimiz 8 milyon lira tuttu.
(46). Kar-Çit Çevre Düzeni ve Gıda San. Tic. Ltd. Şti; Çınarlı Mah. Atatürk Cad. No: 3, Çenesuyu-İzmit. Tel: +90-262-223 18 17. İki paketr ıhlamurun bedeli 2 miyon liraydı.
(47). İzmit-İstanbul arası çalışan iki firma Efetur ve Asyatur’un bilet bedelleri aynı. Harem 7 milyon, Otogar ise 8 milyon.
(48). TRT2 TV kanalı. Saat 17:30 suları. Kadim Mısır Uygarlığı Kazıları.
(49). Cuma gününden itibaren kur; € 1,655,742.
(50). Yazıda ad ve adresleri geçen mekanlar ve ticari işletmeler bilgi sağlama amacıyla zikredilmiştir. Her hangi bir ticari bağlantı söz konusu değildir. Sözü edilen mekan ve işletmelerin sponsorluk yada parsal desteği söz konusu değildir. Zaman içinde erişim bilgilerinde oluşacak değişiklikler bireysel olarak beni bağlamamakatdır.
(51). Yazıda söz edilen mekanlara ait bilgi ve yorumlar sadece bilgi sağlamayı amaçlamaktadır. Her hangi bir yergi yada yüceltme söz konusu değildir. Amaç yaşanılan anları ve yaşananları bireysel gözlem ve yorumla olduğu gibi aktarmaktır.
(52). Sözü edilen bedeller ilgili tarihlerde geçerli bedeller olup ne bireysel olarak şahsımı ne de ilgili yerlerin sahip ve işletmecilerini bağlar.

Erkan Kiraz, 30 Ocak, 2004 Cuma ve 04 Şubat 2004 Çarşamba, Şirintepe, Bahçecik Sırtları, Karamürsel ve Şirintepe-İzmit,
erkankiraz@yahoo.com, erkankiraz-41@hotmail.com

© Copyright Hakkı Erkan Kiraz’a Aittir. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazı ancak kaleme alanın izni alınarak tekrar yayınlanabilir yada dağıtılabilir.
© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
This study may be re-copied or re-distributed only with prior consent of its Author.
Written & Edited By Erkan Kiraz
erkankiraz@yahoo.com on 04/02/04.