Saturday, November 22, 2008

Imre Thököly’nin Çiçekli Çayır’ı Nerede; Karatepe’de mi Yoksa Saraylı’da mı!

Değişik rüyalar görüyordum. Hanife erkenden kalkıp yatak odasının penceresini açmıştı. Dışarıdaki serinliğin yerini günün gittikçe artan erken sıcaklığı alıyordu. Aşırı sıcaktan olmalıydı kabuz benzeri rüyalarım. Bengisu derin uykudayken, erken kalkan kızımız Aybüke Beren’in odasından PlaySatation’daki oyununun sesleri geliyordu.

Annesiyle mutfakta kahvaltı masasını hazırlayan Aybüke Beren hızlıydı. Onları bir süre izledim uyuşuk, ve uykulu gözlerle kapıdan. Elimi yüzümü yıkadım. Salona geçtim. TV kanlarlını gezindim. İznlenecek bir şey yok. National Geographics kanalında İsveç ve Norveç silah üretici firmalarnın, kendini gizleyen tam donanımlı ve üstün vurucu güce sahip yeni tür deniz gücü gemilerinin üretimlerini anlatan bir belgesele daldım. ABD bu konuda İsveç ve Norveç’i geriden izliyebiliyormuş! İskandinav ülkelerinden bu iki küçük ülke, yaklaşık altı yedi milyon nüfuslarıyla ne işler başarıyordu!

İzmit’in her yerini kaplayan ve İzmit Büyükşehir Belediyesi’nin sloganı olan “çalışlınca oluyor” övünmelerini anımsadım. Evet çalışınca oluyordu da biz Türkler hala lafla övünüyorduk. Hanife KanalTürk’ün İnternet sitesinde Hürriyet Gazetesi yazarı Bekir Coşkun’un Başbakan RTE’nin Uğur Dündar ile yaptığı ve dün akşam bir TV kanalında yayınlanan, özel söyleşide kendisine yönelik “istemiyorsa bu ülkeyi terk etsin” tehdidine karşılık yaptığı açıklamayı özetliyordu bana.

Aydın Doğan’ın Hürriyet Gazetesi’nden kovulmasını emrettiği Emin Çölaşan’ın gazeteden atılması günlerinde Bekir Coşkun ve Cüneyt Ülsever’in adları da geçmişti. AKP İktidarı’nın ABD ve AB ülkeleriyle aynı koşutta detskleyen ve Türk Halkı’na dayatan “sözümona” Türk Aydınları’nın dilleri lal olmuştu. Aydınlık adına, doğruluk adına, konuşma ve ifade özgürlüğü adına kimseler durmamıştı Emin Çölaşan, Bekir Coşkun ve Cüneyt Ülsever’in yanında!

Türk Tarih Kurumu Başkanı Halaçoğlu’nun tarihi belgelere dayanarak yaptğı, 1915 Ermeni Tehciri öncesi ve sonrasında bir çok Ermeni’nin koşullar gereği bölgelerinde yada geçtikleri alanlarda egeme yerleşikler olan Alevi, Kürt, Türk yada Çingene olmalarını, Osmanlı Belgeleri’nde bazı Türkmen kökenli aşiretlerin sonraları Kürt Aişeretleri’ne dönüşmesini, Ermenilerin kendilerini Alevi Kürt yada Alevi Kürt Aşiretleri biçiminde gösterdiklerini açıklaması “Türk Bası”nında anında çarptırılmış ve Yusuf Halaçoğulu’nun “Kürtlere, Alevilere ve Ermenilere hakaret ettiği, derhal özür dilemesi ve istifa etmesi” gerektiği biçimine dönüşüvermişti!!

Benim gibi sıradan birisi dahi Ermeni Tehciri öncesi ve sonrası belge ve bilgileri okuyan bilirdiki Yusuf Halaçoğlu’nun söz ettiği konular gerçekti. Bu gerçekler Ermeni Araştırmacı ve Tarihçileri’nin bir çok eserine yansımıştı. Ailesinin Ermeni kökenli olduğunu öğrenen bir çok sıradan kişi bu bilgileri yazdıkları kitaplarında dillendirmişti! Yusuf Halaçoğlu kendisine yöneltilen bu anlamsız açıklama ve suçlamalara basın toplantısıyla yanıt vermek zorunda bırakılmıştı!

Artık Türkiye’de “Türküm” demek suç oluyordu. Ermeni, Kürt, Alevi yada başka bir şeyim demek ise adeta ödüllendiriliyordu. Bekir Coşkun gibi bir yazar ve aydınlar bizzat bu ülkenin Başbakanı tarafından tehdit edilebiliyor, ülkeyi terk etmesi söyleniyorsa, varın düşünün sıradan kişilerin başına nelerin gelebileceğini!

Ama aynı basın ve “sözümona yazar ve çizer kesimi” ile “AKP İktidarı”nı ve Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesini “Allah emri gibi koşulsuz ve sorgusuz” destekleyen ve sorgulatmayan “bir takım dinci basın yazar çizerleri”, Bekir Coşkun’u vatandaşlıktan çıksın “tehdidi” için ne özür dilesin ne de siyasetten çekilsin diye bir şey söylüyordu!!

Tekirdağ Prens Rakoczi Müzesi’nden satın aldığım II. Ferenc Rakoczi’nin Hayatı ve Türkiye’deki Sürgün Günleri [1] ile İmre Thököly ve Türkiye [2] adlı kitapların sayfalarını karıştırdım hızla. İkisi de bir biçimde İzmit’in geçmişiyle ilgiliydi. Derince’nin Öyküsü adlı bitmemiş ve yayınlanmamış çalışmamı yazarken İmre Thökely’nin İzmit’te, Körfez’in karşı kıyısında Gölcük’ün güneyinde, Tatar-İhaniye, Şirinköy, Saraylı ve Örcün köylerini adım adım dolaşmıştım. Macar Dağı’nı, Macar Deresi’ni, Macar Bayırı’nı, Macar Deresi’ni, Macar Köyü ve Macar Mezarlığı’nın nerede olabileceğini araştırıp durdum. Yerleşiklerle muhabbet ettim. En fazla ilgimi Saraylı köyü çekmişti. Büyük bir mezarlığı vardı ve içinde eski zamanlara ait bir sürü taş malzeme vardı… Sonuç yoktu. O zamanalrda Gölcük Belediye Başkanı ile yazıştım. Belediye hiç Macar Mezar Taşı’na rastlamış olabilirmiydi çevre düzenlemeleri yaparken. O da beni başka bir kişiye yönlendirmişti!

Ama elimde var olan Avni Öztüre’nin kitabında [3] bölük pörçük söz ettiği bililerdi. Bir Fransız gezginin bir zamanlar İmre Thököly’yi Çiçekli Çayır’nde ziyaret ettiğinden söz ediyordu. Ama kitaplara göz atınca görülüyordu ki bir sürü gezgin ziyaret etmiş ve anılarını kaleme almıştı. Bu anılarda İmre Thököly’den ve İzmit’ten söz ediliyordu.

Ev telefonu çaldı. Arayan kızkardeşim Hanife Kiraz’dı. Hal hatır sorma, nasılsın ağabey diye sorma… Sab rım kalmamıştı! Ablamız Heyecan Kiraz’ın durumunda kötü bir durum mu var dedim kısa ve net olarak! Bilmiyorum. Ateşi arttı. Bir de bedeninde kırmızı noktalar oluşmuş sanırım. Huriye Kiraz Ofluoğlu ile konuştum. KOÜ Hastanesi’ne görümeni rica ediyor dedi. Diğer taraftan ven telefonum çalıyordu. Eşim Hanife açtı ve arayan Huriye Ofluoğlu ile o konuştu. Tamam dedim. Hemen geleceğiz.

Bengisu’ya bizimle gelmesini ve biz hastaneye gidince Yiğit’le evde kalmasını söyledik. Hanife ile hazırlandık ve Gündoğdu Deprem Konutları, 9. Ada’ya çıktık. Arabayı geri geri III. Blok önüne çektim. Merdivenleri çıktık. Zile bastık. Eve girdik. Kapıda Hanife ve Yiğit vardı. Yiğit bizi görmekten mutluydu. Ablamın odasına geçtik. Onu kollarına girerek arabaya götrdük. Hala gücü yerindeydi. Zor da olsa yürüyebiliyordu. Oldukça fazla kilo vermişti. Yüzündeki ve kollarındaki yaralar henüz geçmemişti.

Hava öylesine sıcaktı ki! Bir zamanlar Hot Dog Days [4] adlı bir Amerikan romanı okumuştum. Aşırı sıcakların egemen olduğu Ağustos ayında bir küçük yerleşim yerinde insanların nasılda normal davranışlarındna çıkıp beklenmedik ve istenmeyen eylem ve edimlere girdiğinden sözediyordu. İngilizce’de bu tabir Aşırı Sıcak Günleri anlatmak için kullanılıyordu. Arabadaki ısı göstergesi 38 derece diyordu. Ben iklimlendirme açık olduğu halde sicim sicim terliyordum. Direksiyon tutulmuyordu bindiğimde. Gündoğdu Tepesi bir derece ve Umuttepe bir derece daha az sıcaktı. Derece burada 36’yı gösteriyordu.

Aracı ilkin Acil Poliklinik Yapısı önüne çekip, Huriye’nin gelemesini bekledik. Kızkardeşim Hanife hasta yürüteci almak istemişti. Buna gerek kalmadı. Ablamın kanı arabada alındı. Değerlendirme yapılırken biz onu Acil Yapısı önüne götürecektik. Kan alımı bitti. Ablamı acil önüne götürdük. Aabanın öününde KOÜ Serbest Giriş Kartı vardı. Kızkardeşim Hanife kavga gürültü bir hasta yürüteci alıp getirdi. Ablamı üstüne bindirdik ve acil bölüme götürdük. Bir süre sonra Huriye elinde değelendirme kağıtları ile işlem bölümüne geldi.

Elindeki değerleri açıkladı. Kırmızı ve Beyaz Kan değerleri aynı düzeyde. Yani ek kana verimek gereksiz. Ama dört beş değer var. Onlar yanıt vermiyor. Gömrdüğün gibi karşılıkları yok. Bir de Plast sayısı 19 binlerede geziniyor. Bu rakam çok yüksek. Plast, olgunlaşmamış Trombosit demketi. Olgunlaşmayan Plast sayısı artıkça kemik içindeki ilik oluşumu azalıyor demekti.

Alamaız Heyecan Kiraz’a gıda desteği olması ve ağrılarını dindirmesi için destekli serumla ağrı kesici serum verildi. Bir süre onu bekledik. Huriye ile Hanife onun yanındayken biz eşim Hanife ile salonda bekledik. Sigara içtim iki kez. Dışarıda dolandım. Görüntü aldım. Almamın birkaç AVI Filmi’ni çektim Samsung Sayısal Fotoğraf makinesi ile. Hastanae kantininde oturduk. Aldığımız sözümona soğuk su ile simitleri yedik [5].

Serum verimi bittiğinde Huriye telefon edip, onu eve götürebiliriz dedi. Hava hala yanıyordu. Gökyüzünde bir tutam bulut yoktu. Güneş gökyüzünde dünyayı kavuruyordu adeta. Ablamı eve bıraktık. Yiğit rahat vermiyormuş Hanife’ye. Biz onu alıp eve götürelim dedik. Gerekli eşyaları bir torbaya kondu. Biberonu unutulmuş. Bir de kalın giysileri. Bengisu biz hastanedeyken iyi bakıp ilgilenişti Yiğit ile.

Eve döndük. Aybüke Beren memnundu Yiğit’in gelmesinden. Evde yalnuzlık çekiyordu. Zaten Yiğit’i pek seviyorlardı. Onunla ilgilnedi. Oynadı. Üçlü koltuğa ayaklarını uzatıp uyutmayı denedi. Ama Yiğit sütü olmadan uyumuyordu. Yarım litrelik bir PVC su şişesinin kapağını delmiş, içine Neskafeli süt koymuştu. Ondan süt içmeye çalılşıyordu Yiğit. Ben uyumuş uyanmıştım ama o uyumamıştı. Öğle yemeği yerine geçen yemeğin ardından Hanife uzanmıştı Yiğit ile koltuğa. Aybüke Beren de odasında PlayStation oynamak için Ege Baran Koç’u çağırmıştı. Ege Baran gelince uzun saatler Shrek’in Treasure Hunt oyununu oynamışlardı TV’de.

Saat 19:30 suları filandı. Kapı zili çaldı. Açtık. Gelenler Ülkü-İrfan Koç’lardı. Çıkın site içinde dolaşalım diyorlardı. Evimizin içi çok sıcak! Tamam dedik. Hazırlanıp çıktık. Dışarısı biraz olsun esintiliydi. Yiğit, Ege Baran Koç ve Aybüke Beren evde kalmıştı. Bengisu ise arkadaşı Özge Koç ile site içinde koşturup duruyordu. Gelip bizden para istemişlerdi. Üzerimizde kuruş yoktu. Bir iki kez dolaştık. Sitenin orta yerinde bir üçgen var. Su deposu ve su kuyusu burada. Çimlerin bir bölümü yeni biçilmiş. Burada Servi Ağaçları dikili. İyice büyüdüler. Yanlarında tek bir doğal ağaç var.

Buradaki banka oturduk. İrfan Koç evinden bir Werzalit sandalye getirdi. Kızlar yanımıza gelip geçince, ocağın üstüne çaydanlığı koymalarını rica ettik. Kısa süre sonra Ülkü Koç eve gidip çay bardakları ve demlikle geldi. Aybüke Beren ev telefonundan beni aradı. Yanımıza çağırdım onları. Yanımıza gelince dondurma oarası istediler. Yanımızda yok, evde var. Gidip alın ve oradan köşedeki büfeye gidip kendinize ve bana dondurma alın dedim.

Algida dondurmasının farklı türlerinde almışlardı. Yiğit’e de en ufak olanından. Hava hafiften esiyordu. Çimenleri sulayan sulama düzeneği sıra sıra devreye gidiyordu. Beklenmedik anda yanıbaşımızdaki fıskıyeler devreye gidince hepimiz çığlıklarla kaçıştık. Neredeyse yarı yarıya ıslanmıştık. Kalktık. Vedalaştık. Bekir Ofluoğlu geç vakitte geldi Yiğit için. Huriye Kiraz Ofluoğlu, Yiğit’i getirmesini istemiş. Özlüyor haliyle. Ne Yiğit gitmek istiyordu ne de Aybüke Beren onun gitmesini! Ama gönderdik.


Açıklamalar & Dipnotlar
[1].
[2].
[3].
[4].
[5].
[6].
[7].
[8].
[9].
[10].
[Tamamlanmamis yazi. Hata ve yanlışlıklar müstesnadır. Olası birey, yer ve mekan adları ile örtüşme durumları, herhangi bir birey ya da tüzel kişiye yazıda değişiklik yapılması isteme hakkı doğurmaz.]
Erkan Kiraz, 22.08.2007 Pazartesi, Saat: 23.00, Kentsa Sitesi, Alikahya-İzmit, GSM: 90–532–613 31 02 Emails: erkankiraz@yahoo.com & erkankiraz-41@hotmail.com.

© Copyright Hakkı Erkan Kiraz’a Aittir. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazı ancak kaleme alanın izni alınarak tekrar yayınlanabilir ya da dağıtılabilir.
© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
This study may be re-copied or re-distributed only with prior consent of its Author.
Written & Edited By Erkan Kiraz
erkankiraz@yahoo.com on 22.08.07.