Sunday, November 23, 2008

Samatya-Kocamustafapaşa & Bir Piyade Asteğmenin Anıları

Bugün Pazar. Serin, harika bir Pazar sabahı. Biz eskilerin İzmitlilerinin bildiği, aşina olduğu bir İzmit Eylül Pazar Sabahı! Hane halkı yavaştan canlanıyor. Kıpırdıyor. Karnım aç diyen Aybüke Beren. Bengisu henüz kafasını çıkartmamış Galatasaraylı battaniyesinin altından. Nalan Akyan uyuyor. Hanife’ye şayet Kentsa Sosyal Tesisleri’nde açık büfe kahvaltı hizmeti Ramazan’da da sürüyorsa, bu yağmur kokan, her yerin ıslak olduğu günde kahvaltı için Kentsa’ya gidersek harika olur diyorum! Telefon edip öğren bakalım şansımız var mı? Taze doğa kokuları altında keyifle kahvaltı yaparız.

Evde kahvaltı için başka seçenekler üzerinde konuşuluyor ne ve yapabileceğimiz tartışılırken ben bilgisayarımın başına geçiyorum. Pencereyi açtım. İçeriye serin, toprak kokulu hava hücum etti adeta. Üstümde bir tişört ve kolu dirsekten patlamış mavi-beyaz yün hırka. Altımda şort. Serinliği duyumsuyorum bacaklarımda ve dirseğimin ucunda…

İlkin Yahoo sunucuyu açıyorum. Bana gelen ileti var mı diye. Bu günlerde herkesin mail hesaplarını kaplayan istenmeyen iletilerden var. Her gün yüzlercesi geliyor. Yok, bilmem nerenin Loto firmasında, bilmem hangi ülkenin bankasında yatıp duran milyon dolarlardan söz eden ve hepsi uluslar arası dolandırıcılıkla ilgili spam iletiler özetle!

Kanada British Colombia, Vencouver’da yaşayan Duane Duff’tan dün akşam yazdığım geç iletiye yanıt var. Hemen yazmış dostum yanıtını. I have A Story To Tell [1] adlı derleme kitabına benim de kısa özyaşam öykümü koymaya değer bulan dostum.

İkinci bir projesi vardı emekli öğretmen Duane Duff’ın. Türk Üniversiteleri’nde görev yapan okutman, dekan, doktor ya da profesörlerden gönüllü olarak eğitim bilgileri, deneyimleri, yaşam ilkeleri ve özyaşam öykülerinden belli kesitlerin de yer alacağı uluslararası kapsamlı bir Öğretmenler Anı Kitabı yayınlamak. Kendisine söz vermiştim ilgilenen gönüllülerle yazışacak ve aldığım olumlu sonucu iletecektim.

Bana İnternet ortamında bulunan yazı ve görüntülerim nedeniyle temas kurmuş ve belli dostluklar oluşturduğum bir sürü değerli üniversite çevresindeki insana iletiler göndermiştim. Konu hakkında derli toplu kısa bilgiler sunan. İstanbul Ticaret Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul Bahçeşehir Üniversitesi, Sakarya Üniversitesi, Kocaeli Üniversitesi, Ankara ODTÜ, Ankara Bilkent Üniversitesi. Aradan geçen onca zamana rağmen bir tek kişi bile bana olumlu ya da olumsuz geri dönmemişti. Kimse anlatmaya çalıştığım konuyla ilgili iletilerime yanıt vermek gereği bile duymamıştı. Özetle buruktum. Üzüntülüydüm. Bu tatsız durumu dostum Duane Duff’a nasıl açıklayacaktım!

Bir de bizi uzun zamandır üzüntülü duruma sokan ablamız Heyecan Kiraz’ın duçar olduğu hastalık zamanları vardı. Tüm zamanlarımızı alıyordu onun acılarını dindirme ve azaltma çabalarımızı. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi ile evlerimiz arasında gidip geliyorduk. Sürekli bir koşuşturmaydı bu. AML’nin [2] en az rastlanan türüne yakalanmıştı. T-Hücreleri olgunlaşmayıp Blast denilen zararlı hücrelere dönüşmesi illeti. Kısaca Beyaz Kan da denilen Trombosit Eksikliği’nin yol açtığı bir illet. Kimileri Kan Kanseri ya da Kemik İliği derler ya ona benzer bir illet!

Tüm durumları ve geçen zamanları açıklayan bir ileti yazıp göndermiştim dün akşam dostum Duane Duff’a [3]. Yanıtı hızlı olmuştu. Üzülmüşlerdi ablamız Heyecan Kiraz’ın hastalığına. Eşi emekli hemşireymiş anlatmaya çalıştığım AML’nin T-Hücreleri Eksikliği’nin pek kavrayamamışlar. Tıbbi İngilizce’m yeterli olmamış belli! Üzülme diyordu Türk üniversiteleri’ndeki eğitimci dostlarımdan hiç yanıt alamama! Ben de benzer olayları yaşadık Selçuk Üniversitesi ve Bilkent Üniversitesi’nden bazı kişilerle diyordu [4].

Şayet Sinem Eren Ağar’ın annesinin yazacağı bilgileri İngilizce’ye çevirip bana aktarmada yardımcı olursan memnun olurum. Bana gelen bilgileri İngilizce okunur metinlere döndürecek, bunları tekrar kendilerine gönderecek, olur ve olurlarını alıp kitaba sokmak için yayınevine göndereceğim diyordu. Pazartesi günü işyeri arkadaşım Sinem Eren Ağar ile konuşacağım. Yazılanları nasıl hızla İngilizce’ye çevirebileceklerine dair.

Hanife’nin Finli Nokia satmadan önce çalıştığı Türkkablo A.O.’dan bir işarkadaşı vardı. Yazları Datça Yolu üzerindeki bir yazlık sitede üç ay yaşayan, kışları ise İstanbul’daki evine dönen bir tonton amca; Falih Kaya Önder. Bir sürü ileti gönderiyor her gün. İnternet’te kendisine gelen ve beğendiği iletiler. Kimisinde dosyalar yüklü. Cuma günü gönderdiği ve “Samatya–2007” konu başlıklı bir iletisi vardı [5]. Okumayı ve ekli dosyayı açıp izlemeyi sonraya bırakmıştım.

Sonraya bıraktım çünkü Samatya ismi çekmişti beni. Bu isim beni yıllar yıllar ötesine götürmüş, o zamanlardan günümüze getirmiş ve bir sürü anıyı, bilgiyi, küllenmiş değerleri yanardağ gibi patlamaya hazır bir volkana dönüştürmüştü. İzleyecek, düşünecek, anımsayacak ve eskilerin, 27 sene önce yaşananları ile iki ya da üç sene önce sevgili ablam Heyecan Kiraz ve değerli kayın babam Ali Osman Akyan ile yaşadığımız anlara bağlayacaktım. Bizi Samatya’ya yeniden taşıyan değerli Ermeni Patriği Mesrob II Mutafyan’a minnetlerimi yazacaktım.

İleti ekindeki dosya bir sunum dosyasıydı ve İnternet’te bir gurup için, Samatya’da doğup büyüdüğünü yazan Cem Yurtsev tarafından hazırlanmıştı [6]. Samatya, Kocamustafapaşa’nın diğer adıdır diyor ve [Özdemir Erdoğan’ın İkici Bahar adlı şarkısının] İkinci Bahar adlı TV Dizisi filminin çekildiği mekan ve sokaklar Samatya’da bulunmaktadır diyordu… Görüntüleri izlerken ve yazılmış kısa Samatya Bilgileri’ni okurken ben anıların sarmalına dalıp gidiverdim… Teşekkürler Falih Kaya Önder, teşekkürler Cem Yurtsev… Askerlik yaptığım zamanlarda, 12 Eylül 1980’lerde çeşitli gerekçelerle çok ama çok gittiğim yerdi Kocamustafapapaşa ya da diğer yaygın bilinen adıyla Samayta... Şimdilerde ise aklımda Kocamustafapaşa’dan geriye çok silik mekanların siluetleri var…

Yedek subaydım. Piyade Asteğmen. Vatan Caddesi üzerinde, Topkapı Surları’na yakın bir yerde, surların dibinde Kocaeli Öğrenci Yurdu vardı. Doğusunda ise Aksaray Orduevi. Üç ya da dört ay bu yurtta kalmıştım. Kahvaltımızı orduevinin hemen doğusunda bulunan, dar, eski ahşap evlerin bulunduğu ve yukarıya, güneye doğru tırmanan sokağın Sıhhıye’ye çıkardı. Bu sokağın Vatan Caddesi başında bulunan çayevinde yapardık. Akşam yemeklerimi ise Suriçi denilen yerde yan yana dizli lokantaların birisinde yapardım.

Bayrampaşa Belediyesi’ne ait büyük bir karmaşık yapısı vardı. Sıkıyönetim Komutanlığı emrine ayrılmıştı. Burada görev yapmıştım bir süre. Birliği 66. Mekanize Tümeni’ydi. O zamanlardaki adı Karadeniz Mahallesi. Sözettiğim birliğin güney-doğu köşesine sonraları Metris Cezaevi yapılmıştı. Yazları akşam askeri servisten indikten sonra ya askeri kıyafetle ya da daha sonra sivil kıyafetler, orduevinde kalan asteğmen arkadaşlarla her bir semt ve caddeyi dolaşır gezerdik. Bazen Edirnekapı’da iner Fatih’in her bir semtini gezerdik. Karagümrük, Karagümrük Futbol sahası, Ayairini, Millet Caddesi ve Fatih Camii çevresi ile Çarşamba. Bazen Salim İşcan Köprülü Kavşağı ve Vefa’nın üstünde yer alan görkemli Doğu Roma Sukemeri… Güneyde yer alan büyük meydanlık içinde Belediye yapısı vardı.

Doğu Roma Sukemeri’nden kuzeye aşağıya gidildiğinde Unkapanı Köprüsü’ne inilirdi. Solda yan yana beton yapılar. Bir tanesi T.C. Merkez Bankası yapısı diğeri ise M.B. Vergi Dairesi yapısı olmalıydı. Sağ kolda ise Vefa semti ve en aşağıda, denize yakın bir zamanların IMÇ [7] [İstanbul Manifaturacılar Çarşısı] yer alırdı.

Yüzünüzü güneye dönüp aşağılara baktığınızda sağ kolda bir ilkokul yapısı onun yanında Fransızca isimli bir Kız Lisesi ve bitişiğinde ise tarihi bir cami: Valide Hatun Camii. Caminin önü ünlü Aksaray Köprülü Kavşağı idi. Alt katlarında bir sürü giyim mağazasının yer aldığı o zamanların ünlü Yeraltı Çarşısı. Bu çarşıyı en son eşimle 1990’lardan önce gezip dolaştığımızı anımsarım.

Aksaray Köprülü Kavşağı iki caddenin kesitçiği bir dörtyoldu. Her şeyin düğümlendiği, her tür karmaşanın yaşandığı bir yer. Kutsallıkla, ayyaşlığın, yeraltı dünyası yasal ticaretin, Türklerle dünyanın dört bir tarafından gelip yakın çevreleri mekan tutmuş dünya insanlarının bir arada, arıkovanı ya da karınca yuvası gibi bir yerde bir arada kıpır kıpır olduğu bir kavşaktı. Hala da öyledir… Aksaray’dan batıya doğru köprü düzenlemesinden sonra kuzey tarafta Vatan Caddesi, güney kolda ise Millet Caddesi yer alırdı.

Aksaray Orduevi’ne gitmek için Aksaray’dan yürüdük. İleride Fatih’i Şehremeni’ne bağlayan ana cadde bir kavşak oluştururdu. Güney-doğu köşesinde Lunapark vardı. Yıllarda aynı köşede varlığını korumuştu. Türk Sineması’nın bu mekanı çok kullandığını izlediğim filmlerden bilirim. Bazen değişiklik yapardık. Millet Caddesi ile yürür, Topkapı-Suriçi’ne gelmeden önce hastane önünde inerdik. Söz ettiğim dar sokakla aşağıya Aksaray Orduevi önüne inerdik. Şehremeni. Osmanlıca’dan kalan bir isimlendirme. Şehr-i Emin yani Osmanlı’da Belediye Başkanı demek.

Aksaray Köprülü Kavşağı’ndan başlayarak Millet Caddesi yükselirdi. Şehremeni Vatan Caddesi’yle karşılaştırıldığında tepelik bir alana tırmanırdı. Şehremeni Kavşağı da görkemliydi. Yol üzerinde lise yapıları, ilkokul yapıları ve bir de ünlü bir türbe olmalı. Belediye otobüsleri Suriçi’nde yer alan meydandan Ring Dolanması yaparlardı. En son durak Suriçi’ydi.

Suriçi’nin az ilerisi, sur kapısına giderdi. Kapıdan geçemezdiniz. Her tür satış tezgahının açıldığı, o zamanların normal piyasada bulunmayan her tür kaçak ürünün satıldığı tezgahlar. Telek ürünü yerli sigaralar, yabancı sigaralar, tütünler, saatler ve ufak elektronik gereçler… Sur kapısından geçince karşınızda şehirlerarası ve beldelerarası otobüslerin girip çıktığı Topkapı Otobüs Terminali. Her tür koşuşturma, salaş barakalar. Kılık kıyafetten tutun da aklınıza ne gelirse her şeyin satıldığı seyyardan sabite dönmüş bir Pazaryeri.

Suriçi’nde kalıp durursanız sağınızda çevresi yüksek taşduvarla çevrili bir kilise görürdünüz. Duvarların üstüne her tür yazının yazıldığı yer. O zamanlarda Türkiye’nin her bir köşesinde, duvarların geceden sabaha dek her tür siyasi sloganın, tehdidin, ölüm fermanlarının, kırmızı boyalarla yazıldığı açık iletişim alanları olduğunu bilirdiniz. !980’ler ve 1990’larda doğanlar bunları asla anımsamazlar.

Millet Caddesi’nde yer alan bir sokak ya da caddeyle gidilirdi Kocamustafapaşa’ya. Birçok kez belediye otobüsüyle gitmiştim. Birkaç kez de asteğmen arkadaşlarla. Ama Sıkıyönetim Komutanlığı emrinde, Bayrampaşa’dan da bazı erzak temini, Tekel sigarası arama ya da başka bir askeri gerekçeyle çok ama çok kez gittiğimi anımsıyorum. O zaman ilk kez duymuştum Samatya adını. Rumca denmişti. Nasıl yazılırdı bilmem. Samatya’ya ait her bir köşeyi dolanır dururduk. Hele Telek Sigarası almak için sorup soruşturmadığımız, askere “sigara yok” demeyecek bir bakkal dükkanı! Bazen bulur bazen bulamazdık. Mola verir, soluklanırken bulduğumuz en uygun köşede çay içerdik.

Samatya’da o günlerden anımsadığım bir berber dükkanı bir büyük bakkal dükkanı ve ana cadde. Bu ana cadde biraz çarpık, çaprazlamasına bir birine bağlanan sokakların bağlandığı bir yerdi. Katlı beton yapılar arasına sıkışıp kalmış, kimisinde insanların yaşadığı kimileri ise kaderine terk edilmiş ahşap yapılar ve görkemlerini yitirmemiş Taşyapı tarzı Rum ve Ermeni Konutları vardı.

Yıllar ve yıllar oldu. Askerlik zamanlarım 1980’lerde kalmıştı. Yıllar geçmişti aradan. Değerli dostum, saygıdeğer Mesrob II Mutafyan bir hafta sonunu bize ayırmıştı. Tüm gününü. Türkiye Ermenileri Patriği. Bizi davet etmişti Kumkapı Ermeni Patrikhanesi’ne [8]. Öğleden evvel orada ağırlamıştı bizi. Tüm cömertliği, samimi ve sevgi dolu yüreğiyle. Öğleden sonra İstanbul’un çeşitli semtlerine yayılmış ve geriye kalan, ayaktaki ya da belli onarımlardan geçmiş Ermeni Tarihi Değerleri’ni gezdirecekti bize. İlkin Zeytinburnu’nda yer alan tarihi bir mekana götürdü. Ermeni Hastanesi ve Müzesi’ne [9]. Hastane ilkin II. Mahmut zamanında yapılmış. 31 May 1834 tarihinde hizmete açılmış. Hastane işliyordu. Bahçesinin içinde kalan her bir yer yeniden elden geçirilmiş ve tümden yenileştirilmişti. Asılları korunarak. Hayran kalmıştık.

Oradan Samatya’ya gidecektik. Bize bilgi veriyordu. Geçmişi günümüze bağlayan bilgiler. Alçak tonda, sevecen sesiyle kısa kısa bilgiler veriyordu Volkswagen minibüsün içindeyken yolda, ya da sokaklarda dolaşırken… Samatya’da Osmanlı zamanlarında oldukça kalabalık bir Ermeni Cemaati yaşardı. Benzer çoğunlukta olan Rumlar ve Türklerle birlikte. Burada eskilerin bir Doğu Roma Kilisesi kalıntıları üzerine kurulmuş tarihi bir Surp Kevork Ermeni Kilisesi’ne [10] götürmüştü bizi. Avlusuna girdik bahçesinin ana kapısından. Sonra da kilisesinin içine. Böylesine görkemli bir Ermeni Kilisesi’nin içine ikinci kez giriyordum. İlki Kumkapı’daki Meryem Ana Ermeni Kilisesi’ydi. Önceki zamanlarda İstanbul’un çeşitli yerlerinde bulunan bazı Ermeni Kiliseleri’ne girmiştim ama hiç birisi böylesine görkemli değildi.

Samatya başka bir şey ile de ünlüydü. Yedikule Zındanları [11]. Tarihi İstanbul Surları’nın Kazlıçeşme tarafından girilen görkemli bir kapısı vardır. Burası ne çok büyülerdi beni. Kimlerin yaşamları bu zindanlardan geçmemiş ki! En son okuduğum bir kitapçıkta [12], Sürgün Macarlar’dan Esterhazy Anton de Galantha da kapatılış bu zindanlara. II. Rakoczi Ferenc bin bir yazışma yapmış sultana, Esterhazy Anton de Galantha’yı zindandan kurtarmak için. Sonunda kurtulmuş Kont Esterhazy Anton de Galantha Yedikule Zindaları’ndan. Sürgün Yaşamını Tekirdağ’da [Rodosto] sonlandırmış. Tekirdağ’daki Rum Kilisesi [Osmanlı’daki Yunan kökenliler] Panagaia Rum Kilisesi bahçesine gömülmüş.

Bize Samatya kelimesinin Rumca kökenli olduğunu ve ne anlama geldiğini anlatıyordu. Osmanlı zamanlarında böyle anılırdı ama Cumhuriyet’ten sonra adı Kocamustafapaşa’ya döndürüldü. Ama halk arasında Samatya adı yaşatıldı. Burasını herkes Samatya olarak bilir diyordu. Hemen not alma olanağım yoktu. Ama sonradan öğrendim. Rumca’da Psmatheia [Ψαμάθεια] kelimesi Kumsal anlamına geliyordu. Doğu Roma ve Osmanlı zamanlarını bir düşleyin. Samatya’nın Marmara Denizi kıyılarını yani bugünleri Narlıkapı önlerini. Nice altın kumların yer aldığı, tertemiz, berrak Marmara Denizi sahillerini… Haksız mıymışlar bölgeye Psmamatheia: Kumsal ismini vermekle.

Kilise altında yer alan ve hala açık bulunan zindanlara girmiştik. Kilise yakınında bulunan Ermeni Okulu hakkında bilgi vermişti. Buradan sonra ise ara sokaklardan dolaşıp Marmara Denizi kenarından uzanan Sahil Yolu’na koşut, Samatya içinde bir ana caddeye girmiştik. Buradan semtte bulunan diğer Ermeni Kiliseleri’ne gitmişti. Daha küçük, pek görkemli olmayan, bölgede yaşayan görece daha Yoksul Ermeniler’in yaptırdığı kiliselere.

Samatya’da İstanbul’un fethinden sonra da bir sürü Osmanlı Eseri yapılmış; Abdi Çelebi Camii, Hacı Hüseyin Camii, Sancaktar Hayrettin Mescidi ve bir hamam [13]. Ermeniler Doğu Roma Zamanları’nda [Bizans] gelmeye başlamışlar semte. Rumlar azınlıktaymışlar. Sonraları ise Türkler, Rumlar ve Ermeniler bir arada yaşamılar uzun seneler… Osmanlı’dan önce Latinler de bir kilse yaptırmışlar buraya; Latin Kilisesi. Çünkü İstanbul’un bu bölümü Doğu Roma’dan önce Latinler’in egemenliğindeymiş. Rumlar’ın da Aya Nikolas Kilisesi ve Aya Menas Kilisesi adlı kiliseleri var…

Nerden nereye! Bir dosttan gelen ileti eki dosyası alıp götürdü beni geçmişin güzel anılarına. Piyade asteğmenlik anılarım… İstanbul’un bin bir yerinde geçmişti o zamanlarım. Karadeniz Mahallesi, Atışalanı, Esenler, Mamutbey Köyü, Bayrampaşa, Bayrampaşa Ceza ve Tutukevi, Gaziosmanpaşa, Rami Askeri Kışlası, Eyüp Demirkapı, Haliç Eyüp çevresi, Hastal, Taşkışla Askeri Hastanesi, Davutpaşa Askeri Kışlası, Esenler, Merter… Fatih, Vatan Caddesi, Millet Caddesi, Şehremeni, Topkapı Suriçi, Kocamustafapaşa [Samatya], Zeytinburnu Telsiz Mahallesi, Küçükçekmece Gölü çevresi ve tatbikat için gönderildiğimiz İstanbul dışı yerler ve kentler: Saray, Vize, Çorlu, Kırklareli, Pınarhisar ve Pınarhisar Kaynarca.

Aralarda MSN’den selam veren İzmitli dostum Selçuk Yükçü ile muhabbet etmeye çalışıyorum. Bizimkiler evden çıkmış. Bengisu ile bu sene başlayan dersi Almanca çalışıyordu. Alman Abecesi ve Almanca Asal Sayılar’ın okunuşlarını öğretiyorum. Almanca’da Frasızca’da olduğu üzere her bir kelime özel isim gibi Büyük harf ile yazılır ve her bir kelime Eril [Der: Der Vater], Dişil [Die: Die Turkei] ve Yansız [das: Das Buch] bir Takı ile başlar ve kelimeleri bu takıları ile ezberlemek zorundasın diyorum.

Almanca’da Zarflar, İyelik Zarfları ve İsim Çekimleri’ni ezberlemekten başka yolu yok dedim. Bunların neden böyle olduğunu sorgulaman anlamsız. Almanlar da bilmiyor. İşte öyleler o kadar! Hanife ile kızkardeşi Nalan Akyan birlikte çıktılar. Bir de Kentsa Sitesi’nde oturan bir bayan kızını getirmişti eve. Kızı Emek Dayanışması İlköğretim Okulu’nun voleybol çalışmalarına başlamış. Kızımız Aybüke Beren ile gidip gelecekmiş. Aybüke Beren’i voleybol çalışmasına bırakıp, Yahya Kaptan Mahallesi önünde, D-100’a koşut yapılan Yürüyüş Yolu’na gidecekler. Daha sonra ise Kentsa Sosyal Tesileri’nin Spor Salonu’na.

Yürüyüş için Yahya Kaptan Mahallesi’ndeki Yürüyüş Yolu iyi değil. D–100 kenarında bir spor alanı. Onca trafiğin aktığı, egzoz gazı artıkları, lastiklerden çıkan kimyasal parçacıklar ve kurşun atıkları çevreye siniyor bir biçimde. Bu yolun kenarına ise İzmit Büyükşehir Belediyesi salt görsellik olsun diye “D–100 Kenarı Güzelleştirme Hastalığı”na tutulmuş olarak Yürüyüş Yolu yapıyor! Daha iyisi ve sağlıklısı siz hafta içinde Cumhuriyet Mahallesi’ndeki Plajyolu Demokrasi Parkı ya da Sekapark Alanı’na gidin diyorum. Çok geniş alanlar. Deniz kenarı. Ağaçlık ve tertemiz havası var.

Selçuk Yükçü’den başka İstanbullu İlknur Acet ile muhabbet de ediyoruz. Erkek arkadaşı var Sakarya’dan. Sarışın, güzel çekici bir genç kız. Canım sıkılıyor, bıkkınım. Erkek arkadaşınla küstük. Daha ne olsun diyordu! Yaşam iste! Herkesin öncelikleri ve beklentileri çeşit çeşit! Hep birlikte. İftar Yemeği hazırlığı başladı mutfakta. Bengisu odasında müzik dinleyerek tembellik ediyordu. Ara ara çıkıp canım sıkılıyor diyor, bilgisayar girip İnternet’ten müzik indirmek istediğini söylüyordu! Babasına verdiği sözleri çokta unutmuştu.


Aybüke Beren ise mutfakta teyzesi ve annesine yardımcı oluyordu. Bengisu ile odasında konuştuk. Pazartesi günkü derslerin hangileri ise onların ilk bölümlerine birlikte bakalım. Sen bu derslerin ilk bölümlerine çalış. Babana da özetlerini anlat. İster özet çıkart istersen anlamaya çalış. Ama her gün göreceğiniz derslerin konularını bir gün önceden okuyacak, anlamaya çalışacak ve babana özet geçeceksin. Bu sana göre sevimli bir durum değil ama bana göre senin için yararlı bir yaklaşım!

Açıklamalar & Dipnotlar
[1]. 1.) Book Name: I Have A Story To Tell; By R.L. Duane Duff, Price: Euro: 10.46, 2.) Online Book Selling; Lulu Page: http://stores.lulu.com/ideas, 3.) Book Review: http://www.lulu.com/content/885132, 4.) Book Front Page Review: http://www.lulu.com/content/885132, 5.) Book Back Cover Review:View Back Cover.
[2]. AML: Acute Myelogenous Leukemia. Üç Yunanca kelimenin birleşmeindne oluşma Türk Tıbbı’nda Aküd Myöloid Lösemi diye bilinen hastalık. Yani İyileşmeyen İlik Kanseri.
[3]. From:
erkankiraz@yahoo.com, To: "Duane Duff" duaneduff@shaw.ca, Date: Sept, 22, 2007, Subj: Re: Book Mailed, Dear Duane Duff, I know it is so much late to reply back to your kindness and generosity; however I believe in me that your capacity of understanding my position is so wide.... Please forgive my late answer... We were for a month long time trip around European Turkey of Thrace Area and Asia Minor Area... We traveled among three seas [Aegean Sea, Sea of Marmara and Black Sea] and many many cities. I was after my young hood memories and the traces of other people's memoirs... The book has arrived to my work address. I am much thankful for it. I read it completely and I came to understand that each person all over world live his/her own unique life experiences that so much teach full to others... However I decided that I wish there was a chance to get contact with some of them -with ones only wishing to communicate- and I saw that my life grieves; bad events and unwanted happenenings were so minor compared to other people faced during their life spans... And another issue for my lateness is that we all of my sisters were dealing with our elder-sister Heyecan Kiraz who is not married. Ever since the day before New Year of 2007 at that she was hospitalized for a series of Chemotherapy with diagnosed with AML's the worst case of Lack of T-Cells meaning Lack of Trombosite... From that day pf hospitalization day by day with little hope of overcoming that damn Lack of T-Cells, her body started to change. Her all body functions were badly affected by those Chemotherapies' side effects and at the last doctors came to definition that all medical treatments were done and the rest is the work of Allah [God]... We were all in great belief that Allah will give a way her to recover from that devastating AML and those 3 Chemotherapies Sessions... Alas absolutely reverse was developed. Every two or three week’s time her body was in demand of Thrombosis [Whither Blood]. This Trombosite was separated from Red Blood through Haematical Blood Machine from a donor each time within the one and a half hour time. Before a donor is agreed to donate his blood he must wait for a one and an half hours blood testing time... Now from the start of this month our elder-sister's Trombiste need time fell to 5 days time period that is so much hard for us to find a donor especially during this Ramazan Month in which everybody is fasting... We know that from all kind of search on Internet sites this kind of AML meaning Lack of T-Cells means Trombosite in the blood is producing however never reach to mature in the quantity of enough body warring soldiers against to every kind of outer-body assaults.. Shortly those T-cells never manage to mature and turn to Blasts that were so much dangerous for the body bones. Because this T-cell supports Body Bone marrows... Among people ordinarily this kind of AML illness is know as "Bone marrow cancer" or "Blood cancer" and always is destined to death within 6 months time or at the last within one year after diagnosed as AML T-Cell Lack and there is not any symptoms one could recognize it or there is not any preventive pre-cautions from affecting from any kind of AML... It is just business of Allah and if your fate is written with that your end is never changed... All we hope and expectation is just from praying and generosity of Allah... The rest we are doing our best to sooth her pains and sufferings... As to the matter finding some volunteer university teachers who would share her/his educational experiences and life understanding... I am much regret that I feel so much shamed as a Turkishman after this disappointment they treated at me never take care to reply back positively or negatively. I have written three times to nearly over 13 people from different famous Turkish state and private universities. None of them regarded my request as a kind plea being a international book project and I understand that they deemed my request not any worth to reply… Now I do not really know what to say to my kind friend of you and how could I explain the reasons those educational people have in their minds… I wished to be in a positive way as a kind of mediator between those valuable Turkish university teachers and help at a great book project in that some stories would be tell about Turkish Universities and their valuable and esteemed teachers’ educational experiences and knowledge... In regard to Sinem Eren Agar’s mom, I think you communicated with them for the time limit and receiving her mom’s teaching experiences and life story English translation. If there is something lack in which I could be some helps please let me know it. Again and again please I want to know that you are not much sorrow for my late arrived answer. You know that your are the first comers out of all my staunch friends I liked much and valued much… Please reach my deep heart greetings first to your loved wife and your family members… also to all other valuable friends who this way other know my name…. Please also accept all warmest wishes of my wife Hanife and our pretty daughters of Bengisu and Aybuke Beren… If one day you decide being in Turkey it would give us great honor hosting you in Izmit City…. Sincerely Yours, Hanife, Erkan, Bengisu & Aybuke Beren Kiraz.
[4]. From: "Duane Duff"
duaneduff@shaw.ca, to: "Erkan Kiraz" erkankiraz@yahoo.com, Date: Sat, 22 Sep 2007 14:07:53 -0700, Subj: Your News, Erkan: We are happy to hear from you, even though all the news is not good. I had wondered if you had been away from home on vacation. I also wondered if you were ill or had another problem that kept you from writing. We are very sorry to hear of the illness of your sister. I could not understand some about what you said on it. However, Pam, because she has dealt with cancer patients in her nursing career, said that she understands. We know how you and your family are feeling now. Yes, your prayers are important in making it easier for her and all of her family. That is a wonderful trip that you and your family took in Turkey. It is always good to be able to see the beauty in one's own country. It is a special kind of education for Bengisu and Aybuke Beren. When our children were young, we took them on numerous trips in Canada and the United States. They, too, learned much. I understand what you have experienced with the university professors who would not reply to your invitation for them to be a part of my project. It has happened so much to me, but not as much with universities as in other areas, especially reporters. I had requested one person each from Selcuk University and Bilkent University in Turkey. Both women asked me to send the questionaire, but they felt that they preferred not to participate. Some people sare good about letting me know if they cannot or prefer not to send me their stories. I feel that, in your cases and mine that all these people need to do is to write a short email saying that they do not want to participate. Numerous people set aside the questionnaire until I ask about it when the deadline has arrived. Do not worry about those who did not answer you. You have done all that you can do. Yes, you can help me in regard to Sinem. Please ask her how she and her husband are making out with the translation of her mother's story for me. I feel that her story will be useful in telling about the work and experiences of Turkish teachers. North American teachers would be interested. After I receive the submission from Sinem, I shall write the story. Then it will go back to her to translate for her mother, who will correct any mistakes that I may have made. All of this will take time for both Sinem and me. Since her mother was excited about doing this, I really want to include her story. You mentioned that you are interested in contacting some of the persons whose story appear in the book I Have a Story to Tell. I shall try to help you with this. You give me the names of the people. Then, I shall contact them, tell them what you would like, and tell them something about you. If they are willing to give me permission to give you their email addresses, I shall send them to you. If any ask for your email address, which one should I give? Some of the people are good at writing letters; but some are not. Some might be willing to correspond; some may not. I shall let you know what I hear from them. We would love to visit you and your family in Turkey. We also would like to visit others from Europe whose stories are in the book. You are always welcome here if your work or vacations take you to Vancouver, Canada. I am pleased that you enjoyed reading my book. There have been some good reports about it. I enjoyed reading the stories when they came in and when I composed their stories. I learned much about all the participants. We thank Hanife, Bengisu, and Aybuke Beren for their kind wishes. Pam and I extend the same to you and to them. Duane.
[5]. From: "Falih Kaya Önder"
falihkaya@gmail.com, to: "Erkan Kiraz" erkankiraz@yahoo.com, Date: Fri, 21 Sep 2007 23:14:37 +0300, Subj: Samatya-2007.
[6]. Cem Yurtsev: Samatya [Kocamustafapaşa] PowerPoint Sunumu, Email:
c.yurtse@yahoo.com.
[7]. İMÇ: İstanbul Manifaturacılar Çarşısı.
[8]. Kumkapı Ermeni Patrikhanesi: Şarapnel Sokak Kumkapı-İstanbul.
[9]. Surp Pırgiç Ermeni Hastane & Müzesi: Zakirbaşı Sok. No: 32, Kazlıçeşme – İstanbul. Tel: 0212 679 64 01, 0212 582 50 50 (Dahili 734 veya 735), Fax No: 0212 679 64 37. Mail:
info@zibec.org, Web: www.zibec.org.
[10]. Surp Kevork Ermeni Kilisesi: Aziz George Ermeni Kilisesi.
[11]. Yedikule: Pentapyrgion > Eptapyrgion > Seven Towers.
[12]. Türk-Macar Münasebetleri Işığı Altında II. Rakaoczi Ferenc & Macar Mülteciler Sempozyumu. Macaristan Cumhuriyeti Büyükelçiliği, Tekirdağ Belediyesi’nin katkılarıyla. [31 Mayıs- 3 Haziran 1976-İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi]. II. Baskı Haziran 2003. ISBN 975–92300–0–3. İletişim Adresi: Sancak Mah. 1. Cad. No: 3, Çankaya-Ankara- Email:
huembtur@isnet.net.tr. Sayfa: 76.
[13]. Abdi Çelebi Camii: 1530’larda yapılmış. 1991’de tekrar onarılmış. Hacı Hüseyin Camii 1522’de Ahmet Dede tarafından yaptırılmış. 1970’de tamirat görmüş.
[14]. Yazıda ad ve adresleri geçen mekanlar ve ticari işletmeler bilgi sağlama amacıyla zikredilmiştir. Her hangi bir ticari bağlantı söz konusu değildir. Sözü edilen mekan ve işletmelerin destekleyiciliği ya da parasal desteği söz konusu değildir. Zaman içinde erişim bilgilerinde oluşacak değişiklikler bireysel olarak yazarı bağlamaz.
[15]. Yazıda söz edilen mekanlara ait bilgi ve yorumlar sadece bilgi sağlamayı amaçlamaktadır. Her hangi bir yergi ya da yüceltme söz konusu değildir. Amaç yaşanılan anları ve yaşananları bireysel gözlem ve yorumla olduğu gibi aktarmaktır.
[16]. Sözü edilen bedeller ilgili tarihlerde geçerli olup ne bireysel olarak yazarı ne de ilgili yerlerin sahip ve işletmecilerini bağlar.
[17]. YTL / € Paritesi 1,7487.
[J]. Hata ve yanlışlıklar müstesnadır. Olası birey, yer ve mekan adları ile örtüşme durumları, herhangi bir birey ya da tüzel kişiye yazıda değişiklik yapılması isteme hakkı doğurmaz.


Erkan Kiraz, 23.09.2007 Pazar, Saat: 11.00–23.00, Kentsa Sitesi, Alikahya-İzmit, GSM: 90–532–613 31 02, Emails: erkankiraz@yahoo.com & erkankiraz-41@hotmail.com.

© Copyright Hakkı Erkan Kiraz’a Aittir. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazı ancak kaleme alanın izni alınarak tekrar yayınlanabilir ya da dağıtılabilir.
© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
This study may be re-copied or re-distributed only with prior consent of its Author.
Written & Edited By Erkan Kiraz
erkankiraz@yahoo.com on 23.09.07.