*********************************************
Zaman Bir Mekândır –Time Is A Location
********************************************
Şefika Görgülü Kamcez
Zaman Bir Mekândır –Time Is A Location
********************************************
Şefika Görgülü Kamcez
Emel Kayın’ın Mekân Hikâyeleri okuru mekânlar üzerinde düşünmeye ve derinleşmeye çağırıyor. Bir ilk kitap olmasına karşın dünyayı keskin bir gözle algılıyor ve bu algıyı okura başarıyla geçiriyor.
Aynı zamanda bir mimar olan yazar, mimarlık mesleğinin ana öğelerinden olan mekân kavramı çevresinde dolanıyor bu kitaptaki öykülerinde. İki sevdiğini yani mimarlıkla öyküyü el ele tutuşturuyor. Zaman, kent, ev ve insanın biriktirdiği yitik hikâyeleri gün yüzüne çıkarıyor.
Mekân nedir? İnsanı içinde bulunduğu büyük boşluktan ayıran bir koruyucudur mekân kısaca. Bir uzay parçası değildir sadece. Kent ölçeğindedir bazen. Ev ölçeğindedir kimi zaman. Ancak her mekânın olmazsa olmazı insandır; mekân ancak insanla bir anlam kazanır. “Mekân, peteklerinin binlerce gözünde, zamanı sıkıştırılmış olarak tutar,"diyor Gaston Bachelard. Zamandan kopuk bir mekân olamayacağı belli bir şey... Mekân Hikâyeleri’nin yazarı bunu bir adım daha ileri götürüyor zaman-mekân ilişkisini deşerken...
Ona göre zaman da bir mekândır; yalnızlık hissettiğinde insan, zamana sığınabilir çünkü...
Nitekim Mekân Hikâyeleri’ni okurken sık sık düşüncelerim eski zamanlara gitti. Sıcak ve tozlu eski zaman sokakları, yağmurlu güz pencereleri, yaz tatillerinin çocuksu ayrılıklarını yok eden mürekkepli kalemle yazılmış mektuplar, kartlarla kutlanan bayramlar...
Bu öykülerde büyük kalabalıklar yok. Mekân içinde insan bir büyük boşlukta tek başına gibi... İnsanın yeryüzündeki hafızası ise yaşadığı mekânlar. Ancak yazar insanın kent, ev ve zamanla ilişkilerini, ya da bu kavramların birbiriyle ilişkilerini ele alır ve birbirlerini var edişlerini irdelerken büyük bir yalnızlık duygusu da dolanıyor sayfalar arasında.
Mekân Hikâyeleri zaman, kent, ev ve insan alt başlıklarından oluşuyor.
Zaman hikâyeleri bölümünde peri masallarının havası, gizemli ormanlar, eski kırlangıçlar, devler, periler... Bu bölümde yazar çocukluğuna dönmüş gibidir.
İnsan hikâyeleri adlı bölümde anlatılan insanlar, yapayalnızdır. Sıradan yalnızlıklar üzerine konuşur bu insanlar ama kimselere seslerini duyuramazlar.
Kent hikâyeleri bölümünde yazar kente bir mimar gözüyle bakar. Bu öykülerde insan kentle baş başadır. Öykülerin konusu insanlar arası ilişkiler değil, insan-kent ilişkileridir. İnsan ötekilerden uzaktadır: “Kentin yüksek bir tepesinden baktığında sıradan adam, insanlar karıncalar gibi görünüyordu. Sık sık birbirine çarpıyorlardı.” (s.27)
Sıradan Adam ve Kent adlı öyküde “Binalar korkutucu ezici bir duvar gibi yükselir kentte. Ardındakileri nefessiz bırakır,” der yazar. Çarpık kentleşmeye, güneş vurunca binaların çirkinliğinin ortaya çıkışına değinir.
Ev hikâyeleri bölümünde yer alan Düş Evi öyküsünde yola yalnızca korkularını yenmeyi bilenler devam edebilir. Düş evine girebilenler, yasakların olmadığı bir dünyaya inanır. Bunun düşünü kurar. Düşlere ulaşmak ise sabır ve cesaret gerektirir. Düş yolcusunun evden çıkış yolunu bulabilmesi için, mutlaka yeni bir düş kurması gerekir.
Bu bölümde duvarlara toslama imgesi sık sık karşımıza çıkar. Ev denen mekân duvarlarla sınırlanmıştır. Duvarları aşmak, onların ardına geçmek isteyenler hep engellerle karşılaşır.
Bugünlerde yayımlanan bir mimar-edebiyatçılar antolojisine göre edebiyatımızda 53 mimar-edebiyatçı varmış. Meslek gereği mekânlar üzerinde sıkça kafa yoran mimarlar bana kalırsa, edebiyat yapıtında atmosfer kurmayı iyi biliyor. Buna ek olarak biçimsel öğelere de daha çok dikkat ediyorlar. Emel Kayın’ın bir mimardan beklenebileceği gibi, çok özenli bir anlatımı, dikkatle kurulmuş bir dili var. Öykü adlarının şiirselliği ise özellikle dikkat çekici: “Yorgun kediler için de bir şarkı söyle.”
Öykülerin kimileri oldukça kısa. Hatta tek satırdan oluşan öyküler de var kitapta. Ancak bu kısacık öykülerin her biri adeta birer aforizmadır. Okuduktan sonra küçük bir ilaç kutusu gibi yanınızda taşıyabilirsiniz pekâlâ.
“İnsan çocukluğunda güven ülkesine uğramamışsa bir daha yolunu bulamaz.” (Labirent)
“Kendisi evinin içinde saklıydı... Evi kendisinin içinde saklıydı.” (Çocuk Evi),
“Dağ kasabaya kasaba dağa hiçbir zaman değmemiş.” (Büyük Dağ),
“Aşk hem zayıf hem güçlü olmayı ister. Şiir de...” (Şiir, Aşk ve Lunaparklar),
“Aşk ertelenebilirdi ama delilik ertelenemezdi.” (Ertelenemeyen Delilik),
“Sıradan yalnızlıklar üzerine konuşuyorum hep. Kimse duymuyor.” (Sıradan Yalnızlıklar),
“Uzaklara baktığında yakınları yakınlara baktığında uzakları görebildiği için en iyi dostumdu.” (Uzaklar).
Bu öyküleri okudukça, mekânlar içinde sıkıştırılmış zaman dosyalarını açıyoruz yalnızlığımıza ilaç olarak. Mekânlar içinde saklı eski zamanlara dönüyoruz, biz 21. yüzyılın yalnız insanları. Orada bulacağımız ise kalbimizden başkası değil elbet. Mekân Hikâyeleri, galiba mekânın sınırlarını kalbimize doğru genişletiyor.
(Mekân Hikâyeleri. Emel Kayın, Kanguru Yayınları, Ankara , Eylül 2008)
Aynı zamanda bir mimar olan yazar, mimarlık mesleğinin ana öğelerinden olan mekân kavramı çevresinde dolanıyor bu kitaptaki öykülerinde. İki sevdiğini yani mimarlıkla öyküyü el ele tutuşturuyor. Zaman, kent, ev ve insanın biriktirdiği yitik hikâyeleri gün yüzüne çıkarıyor.
Mekân nedir? İnsanı içinde bulunduğu büyük boşluktan ayıran bir koruyucudur mekân kısaca. Bir uzay parçası değildir sadece. Kent ölçeğindedir bazen. Ev ölçeğindedir kimi zaman. Ancak her mekânın olmazsa olmazı insandır; mekân ancak insanla bir anlam kazanır. “Mekân, peteklerinin binlerce gözünde, zamanı sıkıştırılmış olarak tutar,"diyor Gaston Bachelard. Zamandan kopuk bir mekân olamayacağı belli bir şey... Mekân Hikâyeleri’nin yazarı bunu bir adım daha ileri götürüyor zaman-mekân ilişkisini deşerken...
Ona göre zaman da bir mekândır; yalnızlık hissettiğinde insan, zamana sığınabilir çünkü...
Nitekim Mekân Hikâyeleri’ni okurken sık sık düşüncelerim eski zamanlara gitti. Sıcak ve tozlu eski zaman sokakları, yağmurlu güz pencereleri, yaz tatillerinin çocuksu ayrılıklarını yok eden mürekkepli kalemle yazılmış mektuplar, kartlarla kutlanan bayramlar...
Bu öykülerde büyük kalabalıklar yok. Mekân içinde insan bir büyük boşlukta tek başına gibi... İnsanın yeryüzündeki hafızası ise yaşadığı mekânlar. Ancak yazar insanın kent, ev ve zamanla ilişkilerini, ya da bu kavramların birbiriyle ilişkilerini ele alır ve birbirlerini var edişlerini irdelerken büyük bir yalnızlık duygusu da dolanıyor sayfalar arasında.
Mekân Hikâyeleri zaman, kent, ev ve insan alt başlıklarından oluşuyor.
Zaman hikâyeleri bölümünde peri masallarının havası, gizemli ormanlar, eski kırlangıçlar, devler, periler... Bu bölümde yazar çocukluğuna dönmüş gibidir.
İnsan hikâyeleri adlı bölümde anlatılan insanlar, yapayalnızdır. Sıradan yalnızlıklar üzerine konuşur bu insanlar ama kimselere seslerini duyuramazlar.
Kent hikâyeleri bölümünde yazar kente bir mimar gözüyle bakar. Bu öykülerde insan kentle baş başadır. Öykülerin konusu insanlar arası ilişkiler değil, insan-kent ilişkileridir. İnsan ötekilerden uzaktadır: “Kentin yüksek bir tepesinden baktığında sıradan adam, insanlar karıncalar gibi görünüyordu. Sık sık birbirine çarpıyorlardı.” (s.27)
Sıradan Adam ve Kent adlı öyküde “Binalar korkutucu ezici bir duvar gibi yükselir kentte. Ardındakileri nefessiz bırakır,” der yazar. Çarpık kentleşmeye, güneş vurunca binaların çirkinliğinin ortaya çıkışına değinir.
Ev hikâyeleri bölümünde yer alan Düş Evi öyküsünde yola yalnızca korkularını yenmeyi bilenler devam edebilir. Düş evine girebilenler, yasakların olmadığı bir dünyaya inanır. Bunun düşünü kurar. Düşlere ulaşmak ise sabır ve cesaret gerektirir. Düş yolcusunun evden çıkış yolunu bulabilmesi için, mutlaka yeni bir düş kurması gerekir.
Bu bölümde duvarlara toslama imgesi sık sık karşımıza çıkar. Ev denen mekân duvarlarla sınırlanmıştır. Duvarları aşmak, onların ardına geçmek isteyenler hep engellerle karşılaşır.
Bugünlerde yayımlanan bir mimar-edebiyatçılar antolojisine göre edebiyatımızda 53 mimar-edebiyatçı varmış. Meslek gereği mekânlar üzerinde sıkça kafa yoran mimarlar bana kalırsa, edebiyat yapıtında atmosfer kurmayı iyi biliyor. Buna ek olarak biçimsel öğelere de daha çok dikkat ediyorlar. Emel Kayın’ın bir mimardan beklenebileceği gibi, çok özenli bir anlatımı, dikkatle kurulmuş bir dili var. Öykü adlarının şiirselliği ise özellikle dikkat çekici: “Yorgun kediler için de bir şarkı söyle.”
Öykülerin kimileri oldukça kısa. Hatta tek satırdan oluşan öyküler de var kitapta. Ancak bu kısacık öykülerin her biri adeta birer aforizmadır. Okuduktan sonra küçük bir ilaç kutusu gibi yanınızda taşıyabilirsiniz pekâlâ.
“İnsan çocukluğunda güven ülkesine uğramamışsa bir daha yolunu bulamaz.” (Labirent)
“Kendisi evinin içinde saklıydı... Evi kendisinin içinde saklıydı.” (Çocuk Evi),
“Dağ kasabaya kasaba dağa hiçbir zaman değmemiş.” (Büyük Dağ),
“Aşk hem zayıf hem güçlü olmayı ister. Şiir de...” (Şiir, Aşk ve Lunaparklar),
“Aşk ertelenebilirdi ama delilik ertelenemezdi.” (Ertelenemeyen Delilik),
“Sıradan yalnızlıklar üzerine konuşuyorum hep. Kimse duymuyor.” (Sıradan Yalnızlıklar),
“Uzaklara baktığında yakınları yakınlara baktığında uzakları görebildiği için en iyi dostumdu.” (Uzaklar).
Bu öyküleri okudukça, mekânlar içinde sıkıştırılmış zaman dosyalarını açıyoruz yalnızlığımıza ilaç olarak. Mekânlar içinde saklı eski zamanlara dönüyoruz, biz 21. yüzyılın yalnız insanları. Orada bulacağımız ise kalbimizden başkası değil elbet. Mekân Hikâyeleri, galiba mekânın sınırlarını kalbimize doğru genişletiyor.
(Mekân Hikâyeleri. Emel Kayın, Kanguru Yayınları, Ankara , Eylül 2008)
© Copyright Hakkı Şefika Görgülü Kamcez’a Aittir. Tüm Hakları saklıdır.Bu yazı ancak kaleme alanın izni alınarak tekrar yayınlanabilir ya da dağıtılabilir.
© Copyrighted to Sefika Gorgulu Kamcez. All Rights Reserved.
This study may be re-copied or re-distributed only with prior consent of its Author.Edited By Sefika Gorgulu Kamcez komcez@gmail.com 01.11.2008, Istanbul-Turkey.