Bu sabah erken kalkmayıp yeterinden fazla uyuyacaktık. Kızlar da çok yorulmuşlardı. Genelde en erken Aybüke Beren kalkardı. Bu kez ben kalkmıştım. Onlar uyuyorlardı. Hanife mutfağa geçip kahvaltıyı hazırlamaya başladı. Ben bilgisayarın başına geçtim. 2006’nın Aralık ayından beri işlenmemiş görüntüler vardı. Hepsini bitirip tamamlamak istiyordum. Yenileri de gelecekti ardından.
Kahvaltıyı birlikte yaptık. Patates kızartması, çilek reçeli, beyaz peynir, siyah zeytin, kaşar, süt, çay ve meyve suyu. Bengisu hava serinledi, Kentsa Sosyal Tesisleri’ne gidecek miyiz diye soruyordu. Aybüke Beren ise gelmek istemiyordu. İsteksizliği bizi şaşırtmıştı. Arkadaşını çağıracakmış eve. Monopoly oynayacaklarmış. Sonradan anlaşılacaktı isteksizliğinin nedeni! Üşütmüştü. Ateşi yükselmeye başlayacaktı.
Toparlandık. Aybüke Beren arkadaşı ile odasında oynuyordu. Baktık yatağında. Bedenini yokladık. Yanıyor. Hemen sayısal derece ile ölçtük. 37.9. Çok yüksek. Yan komşumuz Fatma Pınar’dan Ateş Şurubu alıp geldi Hanife. Verdik bir kaşık. Bizi ara diye uyardık. Otoyolun güneyi boyunca uzanan Alikahya Yolu ilerledik. Kentsa Fabrikaları ve 15. Kolordu askeri alanı arasından geçen yola döndük. Kentsa Sosyal Tesisleri doğu girişinden girdik.
Kapıda kimlik soruldu. Gösterdik Toyota kimliğimizi. Aracın camında asılı olan Kentsa Sitesi çıkartması yeterli olmadı. Kentsa Fabrikaları araç çıkartmanız yok denildi! Çalışan değilim ki dedim. Sosyal Tesisleri’nde pek kimse yoktu. Bir iki kişi yüzüyordu havuzda. Akşam yapılacak bir düğünün hazırlığına girişmişti çalışanlar. Her yeri mavi-beyaz balonlarla süslüyorlardı. Beyaz mavi örtülü masa ve sandalyeler. Elma ağaçları altında bir kaç masa doluydu. Eski TMMT çalışanlarından Erol Alpay ve Alper. Aileleriyle gelmişler.
Erol Alpay bu sene şirketten ayrılmış ve Bursa Organize Sanayi’de bir firmaya ortak olmuştu. Alper ise önceki senelerde ayrılmış ve bir Sabancı Fabrikası’nda işe başlamıştı. Erol Alpay konuk olarak gelmişti tesise anlaşılan. Onlara daha sonra PUD’da çalışırken ayrılan Çevre Mühendisi Ecder Dombaycı da katılacaktı.
İki küçük havuzdan kuzeyde olanın kenarında bir masaya oturduk. Ne yiyecektik! Hafif bir şeyler. Balık Mevsimi açılmıştı 1 Eylül 2007 tarihi itibarıyla. Şimdilerde taze balık var, öneririm diyordu şefim. Bengisu ben Hamsi alırım demişti. Hanife ise ben Çupra alayım dedi. Ben de dedim. Öncesinde bir Miller Bira. Yemeğimizi yedik. Üstüne Fırında Sütlaç dedim. Olur denildi. Geri geldi garson. Kalmamış, üzgünüm, başka bir şey ister misiniz! Hayır teşekkürler.
Hava parçalı bulutlu. Gökyüzü bulutlardan görünmüyor. Hava hafiften rüzgarlı. Esintinin serinliği rahatlatıcı. Ara sıra Aybüke Beren’e telefon ediyoruz. Ateşini ölçüyorum kendisi. Elinde sayısal derece var. Derece bellekli. Bir önceki ölçümü de gösteriyor. Ateşi hala yüksek. Şurup içmesini söylüyoruz.
Gelirken Kentsa Sitesi içinde Ülkü-İrfan Koç’ların aracını görmüştük. Durmuştuk. Bengisu bir koşu gidip onları Kentsa’ya davet etmişti. Sabah gelmişler Akçakoca’dan. Ülkü-İrfan Koç çalıştıkları Çelik Halat A.Ş.’den 31 Ağustos Cuma günü için izin almış Akçakoca’ya gitmişlerdi dört gün için.
Yorgunuz. Yemek yiyeceğiz. Eşyaları toparlayacağız demiş Ülkü Koç. Bengisu arkadaşı Özge Koç ile cep telefonundan çağrılaşıyordu. Tekrar davet ettik. Dışarıya çıkmış İrfan Koç kızı ile.
Arabanın bagajındaydı Tenis raketleri ve topları. Tenis Alanı boştu. Biraz ter atalım dedik. Tenis konusu bizim için yeni. Alan ve top bilgimiz, vuruşlar ve hareketlere dair her tür bilgimiz İnternet ortamından öğrendiklerimiz. Bir de TV’lerde gösterilen karşılaşmalar. Bu aralar izlediğimiz karşılaşmalar Amerikan Open karşılaşmaları. TV’lerin naklen verdiği karşılaşmalar USTAP Karşılaşmaları. Oyuncular dünya çapında önemli kişiler.
Elimizde iki top kaldı. İki adedi tel örgülerin ötesinde. Kapısı asma kilitle kapalı. Alamıyoruz. Yedek top almamız gerek. İlkin ısındık. Hanife batı yarı sahasına geçti. Gün batımı. Gün ışığı gözlerimi alıyor. Topa vurmanın değil de kaçırılan ya da tersi köşelere giden topların peşinde koşmaktan yorulduk. Yine de eğil, kalk, top topla, kaçan topların peşinden fırla ve ağa takılan topları toparla. Tüm bu koşuşturmalar etkisini gösteriyor. Başlıyoruz terlemeye.
Bir ara verip devam ediyoruz. İyice terledik. Yorulduk da. Her akşam oynayabilsen ne iyi olur diyoruz. Hanife kız kardeşi Nalan Aykan ile ders alacaktı. Kentsa Sosyal Tesisleri’ndeki görevli hocayla da görüşmüşlerdi. İki kişi için saati YTL 40.00 demiş hoca. Ama bir türlü izin günlerini ayarlayamadılar.
İyice yorulduk. Bırakalım dedik. Masamıza döndük. Bengisu kitabını okuyor. Kitabı yeni almış [1]. Ben de yanımda Tekirdağ Ferenc Rakoczi Macar Müzesi’nden satın aldığım kitapları getirmiştim. Tekirdağ’a sürgün gönderilip burada, sürgünde ölen Ferenc Rakoczi’nin [2] ve İzmit’e sürgün gelen ve İzmit Körfezi’nin karşı kıyısında, bugünkü İhsaniye ile Gölcük Şirinköy arasında bir yerlerde, Macar Köyü’nde ölen Imre Thököly’nin yaşamlarını anlatan iki kitap [3]. Şimdi okuduğum Ferenc Rakoczi’nin kitabı.
Imre Thököly’nin [4] yaşamını incelerken rastlamıştım Ferenc Rakoczi’nin adına. Imre Thököly ile yaşamları annesi Zrinyi Ilona [5] nedeniyle kesişmişti. Derince’nin Öyküsü’nü yazarken bir biçimde İzmit ve çevresinde Sürgündeki Macarlar’ın yaşamlarına dalmıştım. İlkin İzmit. Sonrası Kütahya ve Tekirdağ. İleride demiştim bir biçimde gideceğim Kütahya ve Tekirdağ’a. İki kere gittim Kütahya’ya. İlk gidişimde ciddi bir yenileştirme ve iyileştirme girişimi vardı Kütahya Lojos Kossuth Macar Evi & Müzesi’nde. İkinci gidişimizde gezebilmiştim müzeyi. 20 Ağustos 2007 tarihinde.
Tekirdağ ve Kütahya’da yıllar ama yıllar öncelerinde başlatılan but dostluk ve iyi girişim hareketleri anı evi-müze ve park alanlarına dikilen heykeller biçiminde sonuçlanırken İzmit’te Imre Thököly adına hiç bir girişim yapılmamıştı. Son yıllarda ise Eski İzmit Seka Müessesi alanı içinde, Imre Thököly’nın mezar taşından bir parçanın yer aldığı bir anıt yapılabilmişti. Imre Thököly adı verilmiş ne bir sokak, cadde, ne bir semt ne de bir yer vardı!
Sürgün Macarlar’dan [6] Tekirdağ’da yaşayanlar Tekirdağ’ın Osmanlı İmparatorluğu zamanındaki Rumca adından dolayı kente Rodosto demişlerdi. Lajos Kossuth ve beraberindekiler Kütahya’yı nasıl isimlendirmişlerdi bilmiyorum. İzmit’te yaşayanlar ise kentin antik adın Nikomedia’yı kullanmışlar.
Macaristan Özgürlük Savaşları ve Özgürlük Savaşçıları biçiminde algıladığı bu konularda 1905’lerden itibaren büyük ilgi göstermeye başlamıştı. Sürgün Macarlar’ın anılarına bölgeyi gezip dolaşan Alman, Avustıryalı ve Fransız Gezginler’in yazdığı Seyahatanmeler’den öğrenmişlerdi. Bu konuya ciddi biçimde el atmış ve oluşturulan özel ekiplerle Osmanlı topraklarına gelip Tekirdağ, İzmit ve Kütahya’da araştırma yapmışlar ve Ferenc Rakoczi, Imre Thököly ve Lajos Kossuth’un mezarlarına erişmişlerdi. Sürgün Macarların onurları iade edilmiş ve kemikleri ilgili kilise mezarlıklarından alını 1907’lerde o zamanların Macaristan toprakları içinde kalan çeşitli kentlere tekrar gömülmüştü. O kentler şimdilerin sınır çizgileri ile farklı topraklar içinde kalmaktadır.
Bir tesadüftü. Çok sevinmiştim. İzmit Çarşı Migros Alışveriş Merkezi’nde Mikes Kelemens’in kaleme aldığı Ferenc Rakoczi’nin anılar kitabına rastlamıştım [7]. Kitabı soluksuzca okumaya başlamış ve bitirmiştim. Bir hafta sonu gezi deneme yazımda da söz etmiştim. Öylesine etkilenmiştim ki okuduklarımdan. Neden benzer bir kitap Imre Thököly için yazılmadı diye hayıflanmıştım. Araştırmalarıma göre Imre Thököly’nin kaleme aldığı söylenen anıların sadece Macarcası vardı.
Yıllar önce merakla aradığım Imre Thököly’nin anıları kitabını Tekirdağ Ferenc Rakoczi Anıevi Müzesi’nden alacaktım. Kütahya’da gezip dolaştığım Lajos Kossuth Macar Anıevi Müzesi’nde ise ne yazık ki Lajos Kossuth’un anılarının yer aldığı ne bir kitap ne de bir broşür bulabilecektim.
2007 yılı benim için inanılmaz bir yol oldu. Bu sene çocukluk ve gençlik dönemleri anıları canlandırma, özlemle gidilmesi umulan yerlere gitme ve okuduğum Seyahatname, Anılar ve Belgeler gibi kitaplarda söz edilen mekanları yerinde görüp inceleme. Bağı teması kopmuş Romanya Göçmenleri’nin izlerini sürme. 27 sene öncelerinde, 1980’lerde askerlik görevimin bir bölümünü yaptığım yerleri tekrar görme şansı. Tüm bunları elde etmiş oldum. Bu benim içim inanılmaz bir şeydi! Kırklareli Pınarhisar ve Kaynarca.
Şimdi. Bir başka duyumsuyorum kendimi. Canlanmış. Daha diri. Daha özlem dolu. Sivas’a da gideceğim bir gün diyorum. Gençlik dostum Abdullah Erinmez ve ailesini bulmak için. İstanbul Zeytinburnu’na İrfan Kurnaz ve ailesini bulmak için! Kafamı biraz kurcaladığımda, birçok anı, olay, özyaşam kitaplarında yer alan yerler ve kendi belleğimde yer alan yerleri görme isteği o denli depreşti ki! Bunu tanımlamam olanaksız adeta!
İlkin 23 Nisan 2007’de Amasya ve Merzifon’a gidiyoruz dedim. Bir sürü şey okumuştum Manisa’ya dair. Yeşilırmak’ın böldüğü, dağların sarmaladığı bir kent. Osmanlı şehzadelerinin yetiştiği yer. Antik zamanlardan günümüze uzanan bir cennet köşesi. Ünlü Coğrafyacı, geçmiş zamanların en ünlü gezgin yazması Geografika’nın yazarı, Strabon’un kenti. Ünlü aşıkların, Ferhad & Şirin’in kenti. Kayalara oyulan Kral Mezarları’nın Hareşna Dağı’na kazındığı kent!
Board “Bir Amerikan Misyoneri’nin Anıları” kitabında okuduklarımın izlerini sürmüştüm Amasya Merzifon’da. Adım adım. Ermeni Mahallesi, Ermeni Evleri, terkedilmiş büyük Protestan Ermeni Kilisesi yıkıntıları. Ve sora soruştura, kimselerin hemen anımsayamadığı, Osmanlı Zamanları’nın o ünlü Amerikan Board Misyon Ermeni Lisesi’nin kalıntılarını bulduk. Yanlarda yer alan eklenti yapıları. Harabe ve viraneye dönüşen Ermeni Kilisesi’ni.
Merzifon ne çok şeye merkezlik ediyordu. Okuduğum anı kitaplarında hep karşıma çıkıyordu. Ya Osmanlı Ermenileri ile ya da Kara Mustafa Paşa’sı ile. Kara Mustafa Paşa’nın büyük bir heykeli var ilçenin girişindeki dönel kavşak ortasında [8]. Macar Sürgünler Imre Thököly, II. Ferenc Rakoczi ve Lajos Kossuth’un Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ile kara yazgıları birleşmiş.
Kara Mustafa Paşa, Viyana Bozgu’nun bedelini kellesini vererek ödemiş [9]. Osmanlı’dan yana olan Macar Sürgünleri ise yaşamlarını sürgünde, vatan özlemleri ile sonlandırmışlar! Ben ise 2007 yılında tüm bu anıları ve yaşanmışları, kişileri ve olayları yaşatan yerlerde adeta bir araya getiriyorum. Bilmiyorum belki yanımda onların da ruhları vardı... Bunu duyumsadığımda tüylerimin diken diken olduğunun ayrımına vardım. Değişik bir kan devinimiydi bedenimde duyumsadığım...
Sonraları ne oldu! İki kez Kütahya’ya gittim. Lajos Kossuth’un Anıevi Müzesi’ni buldum. Gezdim. Bu seneki TMMT Genel Duruş Yıllık İzni’mde ise değişik bir dolanma planladım. Planımı adım adım uyguladım. Önce Bursa Balıkesir. Oradan Karacabey-Biga Ayrımı. 1974’lerde Derince’deki evimizde bir kiracımız vardı. Meliha-İbrahim Turgay. Bir oğulları vardı. Ayhan Turgay. Ne bir adres ne bir telefon numarası. Sadece Biga’da emekli polis İbrahim Turgay bilgisi.
Bulduk. İsteyen her şeyi başarır denir. Gerçekten doğru. Denetim yapan trafik ekinine sorduk ilkin. Bir bayan ve erkek sivil görevli ilgilendi bizimle. Ok ilgilendiler. Bir sürü telefon konuşması yaptılar. Sonra bizi bir kahveye yönlendirdiler. Tüm polislerin uğradığı bir mekan. Oradan başka telefonlar. Sonunda buldu bizi Ayhan Turgay. İbrahim Turgay üç sene önce vefat etmiş!
Köyüne gidip mezarında dualar okuduk. Aksaz ve Karabiga’ya gittik. Biga’dan sabahın erkeninde yola çıkıp Lapseki’ye eriştik. Arabalı vapurla sabahın 07.01’inde Gelibolu’ya. Gelibolu, Keşan, Uzunköprü ve Edirne. İzmit İmam Hatip Lisesi’nde okurken bir sürü kent gezmezi yapardık. Edirne ve Tekirdağ’a gitmiştik. Edirne’deki anılarım harabe görüntüleri ile doluydu. Selimiye ve Eskicami. Kırkpınar ve harabe halindeki II. Beyazıd Şifahanesi.
Edirne’den Kapıkule’ye ve oradan Kırklareli’ne. 1980’lerde yedek subay olarak görev yaptığım Çorlu, Kırklareli Pınarhisar ve Kaynarca’yı görmek istiyordum. 27 sene önceleri gitmek ne demektir anlatılamaz! Bunu yaşamak gerek. Haritadan görülen, İnternet’te bakılan Demirköy, İğneada, Limanköy’ü gidip yerinde görmek gerek. İçinden geçip gittiğimiz Vize’de bir sürü tarihi yer vardı. Bizans Surları dibinde de Derinceli bir gençle tanışmak varmış; Ferdağ Öztoplu. Israr etmişti. İlla Kıyıköy’ü görün. Yarım saatinizi almaz. Giderseniz eminim ki bir gece kalacaksınız. Öyle de olmuştu gerçekten.
Vize inanılmaz bir yermiş meğer. Osmanlı Hamamı, Rum Aya Sofya Kilise Camisi, Bizans Surları ve Eski Roma Tiyatrosu. Hepsi de onarılmış. Kıyıköy’den dönüşte Tekirdağ’a uğrayacaktık. Bir gece geçirecektik orada. İki şey vardı benim için Tekirdağ’da. Sürgün Macarlar’ın kenti Rodosto [10] ve Romanya Göçmenleri’nin ilçesi Silivri ve ona bağlı Büyük Kılıçlı Köyü.
Kelemen Mikes’in kaleme aldığı Prens Rakoczi’nin Anıları kitabında okumuştum Macar Sürgünleri ve Ferenc Rakoczi’nin yaşam öykülerini. Macaristan’dan sürgünlerini, Osmanlı’ya kabul edilişlerini ve Tekfurdağı yani Rodosto’ya yerleşmelerini. Teyzesine mektuplar biçiminde anlatmıştı yazar Sürgün Macarlar’ın anavatan özlemi dolu yaşamlarını.
İlkin Osmanlı Eserleri’nin yer aldığı bölgeyi aradık. Belleğimde çok eski zamanların ziyaret görüntüleri var. Silik. Puslu. Sisli. Bir merdivenli yokuş yol var. Sağında solunca cami ve kapalı çarşı benzeri yerler. Bedesten ya da Arasta. Bu yokuş yolla Tekirdağ Sahili’ne inmiştik. Eski Çanakkale Yolu kentin içinden geçerdi. Birde Prens Rakoczi’nin anıları.
Hepsini bulduk. Adım adım. Sora sora. Dolaşa dolaşa. Macar Mahallesi’ni buldum. Sokak ve caddeler arasında dolaştım. Nasıl bir duygudur bu bilir misiniz? 1860’lı yılların anıları arasında dolaşmak. Onarılan Macar Aşevi, Prens Rakoczi Anıevi Müzesi’ne dönüştürülmüş! Osmanlı Rumları’ndan geriye pek bir şey kalmamış gibi. Ne bir ev ne bir mezarlık ne bir kilise! Sürgün Macarlar koskoca bir Osmanlı Rum Mahallesi içinde yaşamışlar 1905’lere dek. Ya sonraları ne oldu! Nereye gitti onca Macar, Rum ve Ermeni!
Emperyalist Batılı Güçler’in Osmanlı İmparatorluğu’nu bölmek için uyguladıkları Misyonerlik Hareketleri ve Misyoner Okulları işe yaramış. Rumları misyonerleştirememişler. Ama Protestan Ermenileri’n ayrı bir ulus ve kimlik olduklarını işlemiş, yeri ve zamanı gelince onları kendi çıkarlarına göre Osmanlı İmparatorluğu’nu bölme ve parçalama girişimlerinde kullanmışlar...
Tekirdağ’daki Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve oraya yurt edinmiş Macarlar ne zaman terk etmeye başlamışlar Tekirdağ’ı ilmiyorum. Bu konuda okuduklarım arasında pek bilgi yoktu. İsteyerek ve bilerek mi yoksa o zamanların koşulları gereği istemeye istemeye mi bilinmez! Olayların örtüşmesi bana göre değişmiyor. Hiç kimse yaşadığı yerleri bilerek ve isteyerek terk etmiyor. Ya zorlanıyor, ya sürülüyor, ya sosyal ya da ekonomik nedenlerle terk ediyor yaşadığı yerleri. Zorunlu Romanya Yerdeğişim Göçmenleri gibi...
Osmanlı Sürgün Macarları Tekirdağı’nın batısında yer alan Rum Mahallesi’nin en batı ucuna yerleştirmiş. Rumlar Ortodoks ama Sürgün Macarlar Protestan. Rum Mahallesi’nin Marmara Denizi’ne bakan yamaçlarında kümelenmiş Macarlar. Bir Macar Mahallesi oluşmuş orada...
Silivri’ye bağlı Büyük Kılıçlı Köyü’ne 1935 Zorunlu Büyük Yerdeğişim Göçü göçmenlerinden büyük bir bölüm yerleştirilmişti. Oraya yerleştirilenler arasında annemin annesi Huriye Ortaç’ın kızkardeşi de vardı. Onların çocuklarından Ahmet, Mehmet, Mahmut ve Ayşe Zıroğlu’larını ziyaretlere giderdik. Daha çocuktum. Ya düğünler için ya da başka nedenlerle.
Başka bir zamanda da annemin büyük ağabeyi Ahmet Ortaç’ın oğullarından İbrahim Ortaç ile gitmiştim. İlkin İstanbul’a. Oradan Topkapı Otogarı’ndan kalkan otobüslerle Silivri’ye. Silivri’den de başak otobüslerle Büyük Kılıçlı Köyü’ne. Başka bir zamanda da eskilerin İzmit Seka Müessesi’ne saman çeken Mahmut Zıroğlu’nun kamyonu ile.
Her şey geçmiş yılların tozlu anıları içinde belirsiz biçimlerdeydi. Her şey hayal meyaldı. Silivri ve Büyük Kılıçlı Köyü, yaşadığımız yer Derince İzmit’te öylesine uzaklardaydı ki! Yıllar 1970’li yıllar. Zaman ve mekanların bir birlerine fersah fersah uzak olduğu zamanlar. En azından bizim durumumuzda olanlar için... Çok az şeyi anımsıyordum.
Şimdilerde ise çok şey değişmişti. Zaman ve mekanlar daralmış, kısalmış ve her yer en kısa zamanda ulaşılır olmuştu. Ama gitme isteklerimizi gerçeğe dönüştürme koşuluyla... Büyük Kılıçlı’ya gidecek ve köy kahvesi önünde duracaktım. Arabadan inip soracaktım soyadı Zıroğlu olan birisini arıyorum diye. Kim çıkarsa karşıma! Ya çıkacaktı. Ya da çıkmayacaktı. Çıkarsa anlatacaktım. Geçmişin dehlizlerinden gelen bilgileri söyleyecektim. Çıkmazsa geri dönecektim köyü şöyle bir dolaştıktan sonra.
Şanslıydım. Mehmet Zıroğlu doğruldu oturduğu sandalyeden. Şaşkın ve anlamsız bir yüzle bakıyordu bana. Açıkladım... Bir anlam ifade etmedi. Tekrar anlattım. Değişen olmadı bakışlarında. Kahvenin önüne çekmiş traktörün römorkunu. Üstü karpuz kavun dolu. Satış yapıyormuş. Vakit geçirmek için de yarenleriyle oyun oynuyormuş. Gidelim dedi bizim eve. Ben önde o arkadan geliyordu. İnanılmaz bir şey. Adeta 17 ya da 18 yaşlarındaydım. BüyükKılıçlı Köyü’nün tozlu yükselen sokaklarındayım. Zamanda yolculuk gibi bir şey bu!
Köyün en batı ucundaki şekli şemali çok az değişmiş bahçeli eve vardık. Bizi evin kuzey tarafındaki bahçeye aldılar. Bir telaş. Masayı silme. Hortumla yıkama. Eşi Kadriye Hanım soruyor. Kimsiniz kimlerdensiniz??? Romanya Göçmenleri’nden İzmit Derince’ye yerleştirilen Huriye-Halil Ortaç’ın büyük kızı Necmiye [Ortaç] Kiraz’ın oğluyum! Bir duraksama. Bir boşluk. Sisler arasından bilgi kırıntıları. Kümeleniyor. Yüzü gülüyor Mehmet Zıroğlu’nun.
Evet, tamam diyor Mehmet Zıroğlu. Hoş geldiniz. Sefalar getirdiniz. Nerden gelir nereye gidersiniz? Özetledik kısaca. Nereden geldiğimizi ve buraya niçin uğradığımızı. Kimsenin içimdeki keşfetme ve silik anıları yeni görüntülerle değiştirme özlemimi anlamasını beklemiyorum. Ama konuşunca herkesi sarıyor tatlı anılar. Geçmişin letafeti ya da zorlukları...
1975’ler filan. 20 yaşlarında var ya da yokum. Nasılını nicesini bilmiyorum. İki kez gitmiştim İstanbul Şile’ye. Üsküdar Yolu ile de bir kez gitmiştim. Kiminleydi anımsamıyorum. Bir kez de Belçikalı bir kaptanı kiraladığı aracıyla götürmüştüm İzmit Kandıra üzerinden Eski İstanbul Yolu ile Ağva ve Şile’ye. O zamanlar İzmit’te Mannessmann-Sümerbank Boru Endüstrisi T.A.Ş. adlı şirkette çalışıyordum. Şimdi bu şirket oldu Borusan A.Ş. 1985-1990’lar arasında bir seneydi. Şile’ye dair anılarım 1975 ile 1985–1990 yıllarına dair. Ama Ağva anılarım taze. Oldukça yeni. Dört sene önce gitmiştik Ağva’ya. Ağva’dan Düzce Akçakoca Karadeniz Sahil Yolu gezinmesi yapmıştık Ülkü-İrfan Koç’lar ile.
Bu kez Şile’ye yeni yolla gidecektim. Silivri’den sonra Marmara Ereğlisi. Buradan girmiştim otoyola. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü ile Anadolu tarafına geçtim. Ümraniye Sapağı’ndan sapıp bir sürü kentiçi altyapı çalışmaları arasından, tabela filan olmadan Yeni Şile Yolu’na girdim. Yolu dağların tepelerinden uçurmuşlar. Tepeden tepeye kondurmuşlar. İnanılmaz bir güzellik sunuyordu yol güzergahı.
Bengisu geç oldu artık gidelim mi babacığım diye sordu. Kafamı kaldırdım okuduğum kitaptan. Evet, gidelim dedim. Hem okuyor hem de gezip dolandığım yerlerde yaşanmışları, anıları, bireyleri ve onların özyaşm öykülerini düşünüyordum. Bir kitabı okurken ara verip hoş düşüncelere dalıp gitmek ne hoştur bilir misiniz?
Açıklamalar & Dipnotlar
[1].
[2]. II. Ferenc Rakoczi’nin Hayatı ve Türkiye’deki Sürgün Günleri, Tekirdağ Macar Dostluk Derneği, ISBN 963 218 279 0, Yayınlayan: Macar-Türk Dostluk Derneği, H–1062 Budapeşte, Bajza u. 54. ©Magyar-Török Baráti Társaság, Budapeśt, 2005. Minden jog fenntartva, Her hakkı saklıdır. Printed in Hungary. [Erkan Kiraz, Ferenc Rakoczi Anıevi Müzesi, Tekirdağ, 14.08.07, YTL 5.00].
[3]. Imre Thököly ve Türkiye, István Seres, Türkçesi: Yılmaz Gülen, Çeviriyi aslıyla karşılaştıran: Edit Tasnádi, Bu kitabın iki dilde yayımlanmasını ve Türkiye’de dağıtımını destekleyenler: Macar Bilimler Akademisi, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Szigetvar Onursal Konsolosu László Horváth, © Macar-Türk Dostluk Derneği, 2006, 1062 Budapest, Bajza u. 54. Türkçe çevirisi: Yılmaz Gülen, 2006. ISBN 963 05 8409 3. [Erkan Kiraz, Tekirdağ, II. Ferenc Rakoczi Anıevi Müzesi, 14.08.07, YTL 10.00].
[4]. Emeric Thokely (Imre Thököly, Emerich Thökely, Emeric Thokoly, Tökeli İmre)- 1657-1705: 1693 yılında Macaristan’da Habsburg Hanedanlığı’na karşı ayaklanmıştır. Avcı Mehmet Dönemi: Fadıl Ahmet Paşa’nın 1676 yılında ölmesi üzerine Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sadrazamlığa gelmiştir. Orta Macar Kralı Emeric Thokely (Tökeli İmre)’ye berat sağlamış gereksiz olduğu halde, Avusturya saldırısı başarısızılıkla sonlanarak savaş sonunda devletin çökme kapısı aralanmıştır. Bu başarısız savaş sonunda Tököli İmre yenilgi suçlarından dolayı İstanbul’a getirilmiştir. II. Mustafa Dönemi: 1691 yılında Fadıl Mustafa Paşa’nın sadrazamlığı döneminde yeniden krallığına kavuşan Tököli İmre’nin sınır boylarında kazandığı bölgesel başarılar üzerine Avusturya’ya yeniden sefer açılır. Ama yenilgi üzerine II. Mustafa İstanbul’a sınır boylarında ikide bir tedirginliğe sebep olan Tököli İmre’yi de beraberine alarak getirir. Bir süre sonrada Macar Kralı İzmit’te oturmak istediğini belirtirek buraya yerleşir. Emerich Thokely’nin İstanbul’a getirilmesinden sonra İzmit’in kendisine isteğine bağlı yerleşim yeri olarak belirlenir. İzmit’i seçtikten sonra kent civarinda Champ Fileuri [Çiçekli Çayır] denilen yerde yerleşerek 13.09.1705 yılındaki ölümüne değin sürgün yıllarını İzmit’de geçirir. Bazı belgelere göre kendisinin sürgün değil bir devletin onur konuğu olarak korunduğu belirtilir. [Nicomedia Yöresinde Yeni Bulgularla İzmit Tarihi, Avni Öztüre, Sf:105–106].
[5]. Zrinyi Ilona’nın da yaşamı İzmit’te sonlanmış. Cesedi İstanbul Beyoğğlu’daki İtalyan St. Atoine Kilisesi bahçesine gömülmüş. 1906 yılında mezarı açılmış ve geriye kalanlar Macaristan’a aktarılmış.
[6]. Bujdoso: Mülteciler ya da Sürgünler.
[7]. Türk-Macar Münasebetleri Işığı Altında II. Rakaoczi Ferenc & Macar Mülteciler Sempozyumu. Macaristan Cumhuriyeti Büyükelçiliği, Tekirdağ Belediyesi’nin katkılarıyla. [31 Mayıs- 3 Haziran 1976-İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi]. II. Baskı Haziran 2003. ISBN 975–92300–0–3. İletişim Adresi: Sancak Mah. 1. Cad. No: 3, Çankaya-Ankara- Email: huembtur@isnet.net.tr.
[8]. Kara Mustafa Paşa Anıtı-Merzifon-Amasya.
[9]. Kara Mustafa Paşa Anıtı-Merzifon-Amasya.
[10]. Sürgün Macarlar Tekirdağ’ın Osmanlı zamanlarındaki Rumca adı olan Redestos ya da Rhaedestos’dan dolayı kente Rodosto demişlerdir. Bu kelime Macarca bir kelimeye uygun düştüğü için bunu benimsemişler.
[11]. Yazıda ad ve adresleri geçen mekanlar ve ticari işletmeler bilgi sağlama amacıyla zikredilmiştir. Her hangi bir ticari bağlantı söz konusu değildir. Sözü edilen mekan ve işletmelerin parasal desteği söz konusu değildir. Zaman içinde erişim bilgilerinde oluşacak değişiklikler bireysel olarak yazarı bağlamaz.
[12]. Yazıda söz edilen mekanlara ait bilgi ve yorumlar sadece bilgi sağlamayı amaçlamaktadır. Her hangi bir yergi ya da yüceltme söz konusu değildir. Amaç yaşanılan anları ve yaşananları bireysel gözlem ve yorumla olduğu gibi aktarmaktır.
[13]. Sözü edilen bedeller ilgili tarihlerde geçerli olup ne bireysel olarak yazarı ne de ilgili yerlerin sahip ve işletmecilerini bağlar.
[14]. YTL / € Paritesi 1,7658.
[J]. Hata ve yanlışlıklar müstesnadır. Olası birey, yer ve mekan adları ile örtüşme durumları, herhangi bir birey ya da tüzel kişiye yazıda değişiklik yapılması isteme hakkı doğurmaz.
Erkan Kiraz, 02.09.2007 Pazar, Saat: 23.00, Kentsa Sitesi, Alikahya-İzmit, GSM: 90–532–613 31 02 Emails: erkankiraz@yahoo.com & erkankiraz-41@hotmail.com.
© Copyright Hakkı Erkan Kiraz’a Aittir. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazı ancak kaleme alanın izni alınarak tekrar yayınlanabilir ya da dağıtılabilir.
© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
This study may be re-copied or re-distributed only with prior consent of its Author.
Written & Edited By Erkan Kiraz erkankiraz@yahoo.com on 02.09.07.
Kahvaltıyı birlikte yaptık. Patates kızartması, çilek reçeli, beyaz peynir, siyah zeytin, kaşar, süt, çay ve meyve suyu. Bengisu hava serinledi, Kentsa Sosyal Tesisleri’ne gidecek miyiz diye soruyordu. Aybüke Beren ise gelmek istemiyordu. İsteksizliği bizi şaşırtmıştı. Arkadaşını çağıracakmış eve. Monopoly oynayacaklarmış. Sonradan anlaşılacaktı isteksizliğinin nedeni! Üşütmüştü. Ateşi yükselmeye başlayacaktı.
Toparlandık. Aybüke Beren arkadaşı ile odasında oynuyordu. Baktık yatağında. Bedenini yokladık. Yanıyor. Hemen sayısal derece ile ölçtük. 37.9. Çok yüksek. Yan komşumuz Fatma Pınar’dan Ateş Şurubu alıp geldi Hanife. Verdik bir kaşık. Bizi ara diye uyardık. Otoyolun güneyi boyunca uzanan Alikahya Yolu ilerledik. Kentsa Fabrikaları ve 15. Kolordu askeri alanı arasından geçen yola döndük. Kentsa Sosyal Tesisleri doğu girişinden girdik.
Kapıda kimlik soruldu. Gösterdik Toyota kimliğimizi. Aracın camında asılı olan Kentsa Sitesi çıkartması yeterli olmadı. Kentsa Fabrikaları araç çıkartmanız yok denildi! Çalışan değilim ki dedim. Sosyal Tesisleri’nde pek kimse yoktu. Bir iki kişi yüzüyordu havuzda. Akşam yapılacak bir düğünün hazırlığına girişmişti çalışanlar. Her yeri mavi-beyaz balonlarla süslüyorlardı. Beyaz mavi örtülü masa ve sandalyeler. Elma ağaçları altında bir kaç masa doluydu. Eski TMMT çalışanlarından Erol Alpay ve Alper. Aileleriyle gelmişler.
Erol Alpay bu sene şirketten ayrılmış ve Bursa Organize Sanayi’de bir firmaya ortak olmuştu. Alper ise önceki senelerde ayrılmış ve bir Sabancı Fabrikası’nda işe başlamıştı. Erol Alpay konuk olarak gelmişti tesise anlaşılan. Onlara daha sonra PUD’da çalışırken ayrılan Çevre Mühendisi Ecder Dombaycı da katılacaktı.
İki küçük havuzdan kuzeyde olanın kenarında bir masaya oturduk. Ne yiyecektik! Hafif bir şeyler. Balık Mevsimi açılmıştı 1 Eylül 2007 tarihi itibarıyla. Şimdilerde taze balık var, öneririm diyordu şefim. Bengisu ben Hamsi alırım demişti. Hanife ise ben Çupra alayım dedi. Ben de dedim. Öncesinde bir Miller Bira. Yemeğimizi yedik. Üstüne Fırında Sütlaç dedim. Olur denildi. Geri geldi garson. Kalmamış, üzgünüm, başka bir şey ister misiniz! Hayır teşekkürler.
Hava parçalı bulutlu. Gökyüzü bulutlardan görünmüyor. Hava hafiften rüzgarlı. Esintinin serinliği rahatlatıcı. Ara sıra Aybüke Beren’e telefon ediyoruz. Ateşini ölçüyorum kendisi. Elinde sayısal derece var. Derece bellekli. Bir önceki ölçümü de gösteriyor. Ateşi hala yüksek. Şurup içmesini söylüyoruz.
Gelirken Kentsa Sitesi içinde Ülkü-İrfan Koç’ların aracını görmüştük. Durmuştuk. Bengisu bir koşu gidip onları Kentsa’ya davet etmişti. Sabah gelmişler Akçakoca’dan. Ülkü-İrfan Koç çalıştıkları Çelik Halat A.Ş.’den 31 Ağustos Cuma günü için izin almış Akçakoca’ya gitmişlerdi dört gün için.
Yorgunuz. Yemek yiyeceğiz. Eşyaları toparlayacağız demiş Ülkü Koç. Bengisu arkadaşı Özge Koç ile cep telefonundan çağrılaşıyordu. Tekrar davet ettik. Dışarıya çıkmış İrfan Koç kızı ile.
Arabanın bagajındaydı Tenis raketleri ve topları. Tenis Alanı boştu. Biraz ter atalım dedik. Tenis konusu bizim için yeni. Alan ve top bilgimiz, vuruşlar ve hareketlere dair her tür bilgimiz İnternet ortamından öğrendiklerimiz. Bir de TV’lerde gösterilen karşılaşmalar. Bu aralar izlediğimiz karşılaşmalar Amerikan Open karşılaşmaları. TV’lerin naklen verdiği karşılaşmalar USTAP Karşılaşmaları. Oyuncular dünya çapında önemli kişiler.
Elimizde iki top kaldı. İki adedi tel örgülerin ötesinde. Kapısı asma kilitle kapalı. Alamıyoruz. Yedek top almamız gerek. İlkin ısındık. Hanife batı yarı sahasına geçti. Gün batımı. Gün ışığı gözlerimi alıyor. Topa vurmanın değil de kaçırılan ya da tersi köşelere giden topların peşinde koşmaktan yorulduk. Yine de eğil, kalk, top topla, kaçan topların peşinden fırla ve ağa takılan topları toparla. Tüm bu koşuşturmalar etkisini gösteriyor. Başlıyoruz terlemeye.
Bir ara verip devam ediyoruz. İyice terledik. Yorulduk da. Her akşam oynayabilsen ne iyi olur diyoruz. Hanife kız kardeşi Nalan Aykan ile ders alacaktı. Kentsa Sosyal Tesisleri’ndeki görevli hocayla da görüşmüşlerdi. İki kişi için saati YTL 40.00 demiş hoca. Ama bir türlü izin günlerini ayarlayamadılar.
İyice yorulduk. Bırakalım dedik. Masamıza döndük. Bengisu kitabını okuyor. Kitabı yeni almış [1]. Ben de yanımda Tekirdağ Ferenc Rakoczi Macar Müzesi’nden satın aldığım kitapları getirmiştim. Tekirdağ’a sürgün gönderilip burada, sürgünde ölen Ferenc Rakoczi’nin [2] ve İzmit’e sürgün gelen ve İzmit Körfezi’nin karşı kıyısında, bugünkü İhsaniye ile Gölcük Şirinköy arasında bir yerlerde, Macar Köyü’nde ölen Imre Thököly’nin yaşamlarını anlatan iki kitap [3]. Şimdi okuduğum Ferenc Rakoczi’nin kitabı.
Imre Thököly’nin [4] yaşamını incelerken rastlamıştım Ferenc Rakoczi’nin adına. Imre Thököly ile yaşamları annesi Zrinyi Ilona [5] nedeniyle kesişmişti. Derince’nin Öyküsü’nü yazarken bir biçimde İzmit ve çevresinde Sürgündeki Macarlar’ın yaşamlarına dalmıştım. İlkin İzmit. Sonrası Kütahya ve Tekirdağ. İleride demiştim bir biçimde gideceğim Kütahya ve Tekirdağ’a. İki kere gittim Kütahya’ya. İlk gidişimde ciddi bir yenileştirme ve iyileştirme girişimi vardı Kütahya Lojos Kossuth Macar Evi & Müzesi’nde. İkinci gidişimizde gezebilmiştim müzeyi. 20 Ağustos 2007 tarihinde.
Tekirdağ ve Kütahya’da yıllar ama yıllar öncelerinde başlatılan but dostluk ve iyi girişim hareketleri anı evi-müze ve park alanlarına dikilen heykeller biçiminde sonuçlanırken İzmit’te Imre Thököly adına hiç bir girişim yapılmamıştı. Son yıllarda ise Eski İzmit Seka Müessesi alanı içinde, Imre Thököly’nın mezar taşından bir parçanın yer aldığı bir anıt yapılabilmişti. Imre Thököly adı verilmiş ne bir sokak, cadde, ne bir semt ne de bir yer vardı!
Sürgün Macarlar’dan [6] Tekirdağ’da yaşayanlar Tekirdağ’ın Osmanlı İmparatorluğu zamanındaki Rumca adından dolayı kente Rodosto demişlerdi. Lajos Kossuth ve beraberindekiler Kütahya’yı nasıl isimlendirmişlerdi bilmiyorum. İzmit’te yaşayanlar ise kentin antik adın Nikomedia’yı kullanmışlar.
Macaristan Özgürlük Savaşları ve Özgürlük Savaşçıları biçiminde algıladığı bu konularda 1905’lerden itibaren büyük ilgi göstermeye başlamıştı. Sürgün Macarlar’ın anılarına bölgeyi gezip dolaşan Alman, Avustıryalı ve Fransız Gezginler’in yazdığı Seyahatanmeler’den öğrenmişlerdi. Bu konuya ciddi biçimde el atmış ve oluşturulan özel ekiplerle Osmanlı topraklarına gelip Tekirdağ, İzmit ve Kütahya’da araştırma yapmışlar ve Ferenc Rakoczi, Imre Thököly ve Lajos Kossuth’un mezarlarına erişmişlerdi. Sürgün Macarların onurları iade edilmiş ve kemikleri ilgili kilise mezarlıklarından alını 1907’lerde o zamanların Macaristan toprakları içinde kalan çeşitli kentlere tekrar gömülmüştü. O kentler şimdilerin sınır çizgileri ile farklı topraklar içinde kalmaktadır.
Bir tesadüftü. Çok sevinmiştim. İzmit Çarşı Migros Alışveriş Merkezi’nde Mikes Kelemens’in kaleme aldığı Ferenc Rakoczi’nin anılar kitabına rastlamıştım [7]. Kitabı soluksuzca okumaya başlamış ve bitirmiştim. Bir hafta sonu gezi deneme yazımda da söz etmiştim. Öylesine etkilenmiştim ki okuduklarımdan. Neden benzer bir kitap Imre Thököly için yazılmadı diye hayıflanmıştım. Araştırmalarıma göre Imre Thököly’nin kaleme aldığı söylenen anıların sadece Macarcası vardı.
Yıllar önce merakla aradığım Imre Thököly’nin anıları kitabını Tekirdağ Ferenc Rakoczi Anıevi Müzesi’nden alacaktım. Kütahya’da gezip dolaştığım Lajos Kossuth Macar Anıevi Müzesi’nde ise ne yazık ki Lajos Kossuth’un anılarının yer aldığı ne bir kitap ne de bir broşür bulabilecektim.
2007 yılı benim için inanılmaz bir yol oldu. Bu sene çocukluk ve gençlik dönemleri anıları canlandırma, özlemle gidilmesi umulan yerlere gitme ve okuduğum Seyahatname, Anılar ve Belgeler gibi kitaplarda söz edilen mekanları yerinde görüp inceleme. Bağı teması kopmuş Romanya Göçmenleri’nin izlerini sürme. 27 sene öncelerinde, 1980’lerde askerlik görevimin bir bölümünü yaptığım yerleri tekrar görme şansı. Tüm bunları elde etmiş oldum. Bu benim içim inanılmaz bir şeydi! Kırklareli Pınarhisar ve Kaynarca.
Şimdi. Bir başka duyumsuyorum kendimi. Canlanmış. Daha diri. Daha özlem dolu. Sivas’a da gideceğim bir gün diyorum. Gençlik dostum Abdullah Erinmez ve ailesini bulmak için. İstanbul Zeytinburnu’na İrfan Kurnaz ve ailesini bulmak için! Kafamı biraz kurcaladığımda, birçok anı, olay, özyaşam kitaplarında yer alan yerler ve kendi belleğimde yer alan yerleri görme isteği o denli depreşti ki! Bunu tanımlamam olanaksız adeta!
İlkin 23 Nisan 2007’de Amasya ve Merzifon’a gidiyoruz dedim. Bir sürü şey okumuştum Manisa’ya dair. Yeşilırmak’ın böldüğü, dağların sarmaladığı bir kent. Osmanlı şehzadelerinin yetiştiği yer. Antik zamanlardan günümüze uzanan bir cennet köşesi. Ünlü Coğrafyacı, geçmiş zamanların en ünlü gezgin yazması Geografika’nın yazarı, Strabon’un kenti. Ünlü aşıkların, Ferhad & Şirin’in kenti. Kayalara oyulan Kral Mezarları’nın Hareşna Dağı’na kazındığı kent!
Board “Bir Amerikan Misyoneri’nin Anıları” kitabında okuduklarımın izlerini sürmüştüm Amasya Merzifon’da. Adım adım. Ermeni Mahallesi, Ermeni Evleri, terkedilmiş büyük Protestan Ermeni Kilisesi yıkıntıları. Ve sora soruştura, kimselerin hemen anımsayamadığı, Osmanlı Zamanları’nın o ünlü Amerikan Board Misyon Ermeni Lisesi’nin kalıntılarını bulduk. Yanlarda yer alan eklenti yapıları. Harabe ve viraneye dönüşen Ermeni Kilisesi’ni.
Merzifon ne çok şeye merkezlik ediyordu. Okuduğum anı kitaplarında hep karşıma çıkıyordu. Ya Osmanlı Ermenileri ile ya da Kara Mustafa Paşa’sı ile. Kara Mustafa Paşa’nın büyük bir heykeli var ilçenin girişindeki dönel kavşak ortasında [8]. Macar Sürgünler Imre Thököly, II. Ferenc Rakoczi ve Lajos Kossuth’un Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ile kara yazgıları birleşmiş.
Kara Mustafa Paşa, Viyana Bozgu’nun bedelini kellesini vererek ödemiş [9]. Osmanlı’dan yana olan Macar Sürgünleri ise yaşamlarını sürgünde, vatan özlemleri ile sonlandırmışlar! Ben ise 2007 yılında tüm bu anıları ve yaşanmışları, kişileri ve olayları yaşatan yerlerde adeta bir araya getiriyorum. Bilmiyorum belki yanımda onların da ruhları vardı... Bunu duyumsadığımda tüylerimin diken diken olduğunun ayrımına vardım. Değişik bir kan devinimiydi bedenimde duyumsadığım...
Sonraları ne oldu! İki kez Kütahya’ya gittim. Lajos Kossuth’un Anıevi Müzesi’ni buldum. Gezdim. Bu seneki TMMT Genel Duruş Yıllık İzni’mde ise değişik bir dolanma planladım. Planımı adım adım uyguladım. Önce Bursa Balıkesir. Oradan Karacabey-Biga Ayrımı. 1974’lerde Derince’deki evimizde bir kiracımız vardı. Meliha-İbrahim Turgay. Bir oğulları vardı. Ayhan Turgay. Ne bir adres ne bir telefon numarası. Sadece Biga’da emekli polis İbrahim Turgay bilgisi.
Bulduk. İsteyen her şeyi başarır denir. Gerçekten doğru. Denetim yapan trafik ekinine sorduk ilkin. Bir bayan ve erkek sivil görevli ilgilendi bizimle. Ok ilgilendiler. Bir sürü telefon konuşması yaptılar. Sonra bizi bir kahveye yönlendirdiler. Tüm polislerin uğradığı bir mekan. Oradan başka telefonlar. Sonunda buldu bizi Ayhan Turgay. İbrahim Turgay üç sene önce vefat etmiş!
Köyüne gidip mezarında dualar okuduk. Aksaz ve Karabiga’ya gittik. Biga’dan sabahın erkeninde yola çıkıp Lapseki’ye eriştik. Arabalı vapurla sabahın 07.01’inde Gelibolu’ya. Gelibolu, Keşan, Uzunköprü ve Edirne. İzmit İmam Hatip Lisesi’nde okurken bir sürü kent gezmezi yapardık. Edirne ve Tekirdağ’a gitmiştik. Edirne’deki anılarım harabe görüntüleri ile doluydu. Selimiye ve Eskicami. Kırkpınar ve harabe halindeki II. Beyazıd Şifahanesi.
Edirne’den Kapıkule’ye ve oradan Kırklareli’ne. 1980’lerde yedek subay olarak görev yaptığım Çorlu, Kırklareli Pınarhisar ve Kaynarca’yı görmek istiyordum. 27 sene önceleri gitmek ne demektir anlatılamaz! Bunu yaşamak gerek. Haritadan görülen, İnternet’te bakılan Demirköy, İğneada, Limanköy’ü gidip yerinde görmek gerek. İçinden geçip gittiğimiz Vize’de bir sürü tarihi yer vardı. Bizans Surları dibinde de Derinceli bir gençle tanışmak varmış; Ferdağ Öztoplu. Israr etmişti. İlla Kıyıköy’ü görün. Yarım saatinizi almaz. Giderseniz eminim ki bir gece kalacaksınız. Öyle de olmuştu gerçekten.
Vize inanılmaz bir yermiş meğer. Osmanlı Hamamı, Rum Aya Sofya Kilise Camisi, Bizans Surları ve Eski Roma Tiyatrosu. Hepsi de onarılmış. Kıyıköy’den dönüşte Tekirdağ’a uğrayacaktık. Bir gece geçirecektik orada. İki şey vardı benim için Tekirdağ’da. Sürgün Macarlar’ın kenti Rodosto [10] ve Romanya Göçmenleri’nin ilçesi Silivri ve ona bağlı Büyük Kılıçlı Köyü.
Kelemen Mikes’in kaleme aldığı Prens Rakoczi’nin Anıları kitabında okumuştum Macar Sürgünleri ve Ferenc Rakoczi’nin yaşam öykülerini. Macaristan’dan sürgünlerini, Osmanlı’ya kabul edilişlerini ve Tekfurdağı yani Rodosto’ya yerleşmelerini. Teyzesine mektuplar biçiminde anlatmıştı yazar Sürgün Macarlar’ın anavatan özlemi dolu yaşamlarını.
İlkin Osmanlı Eserleri’nin yer aldığı bölgeyi aradık. Belleğimde çok eski zamanların ziyaret görüntüleri var. Silik. Puslu. Sisli. Bir merdivenli yokuş yol var. Sağında solunca cami ve kapalı çarşı benzeri yerler. Bedesten ya da Arasta. Bu yokuş yolla Tekirdağ Sahili’ne inmiştik. Eski Çanakkale Yolu kentin içinden geçerdi. Birde Prens Rakoczi’nin anıları.
Hepsini bulduk. Adım adım. Sora sora. Dolaşa dolaşa. Macar Mahallesi’ni buldum. Sokak ve caddeler arasında dolaştım. Nasıl bir duygudur bu bilir misiniz? 1860’lı yılların anıları arasında dolaşmak. Onarılan Macar Aşevi, Prens Rakoczi Anıevi Müzesi’ne dönüştürülmüş! Osmanlı Rumları’ndan geriye pek bir şey kalmamış gibi. Ne bir ev ne bir mezarlık ne bir kilise! Sürgün Macarlar koskoca bir Osmanlı Rum Mahallesi içinde yaşamışlar 1905’lere dek. Ya sonraları ne oldu! Nereye gitti onca Macar, Rum ve Ermeni!
Emperyalist Batılı Güçler’in Osmanlı İmparatorluğu’nu bölmek için uyguladıkları Misyonerlik Hareketleri ve Misyoner Okulları işe yaramış. Rumları misyonerleştirememişler. Ama Protestan Ermenileri’n ayrı bir ulus ve kimlik olduklarını işlemiş, yeri ve zamanı gelince onları kendi çıkarlarına göre Osmanlı İmparatorluğu’nu bölme ve parçalama girişimlerinde kullanmışlar...
Tekirdağ’daki Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve oraya yurt edinmiş Macarlar ne zaman terk etmeye başlamışlar Tekirdağ’ı ilmiyorum. Bu konuda okuduklarım arasında pek bilgi yoktu. İsteyerek ve bilerek mi yoksa o zamanların koşulları gereği istemeye istemeye mi bilinmez! Olayların örtüşmesi bana göre değişmiyor. Hiç kimse yaşadığı yerleri bilerek ve isteyerek terk etmiyor. Ya zorlanıyor, ya sürülüyor, ya sosyal ya da ekonomik nedenlerle terk ediyor yaşadığı yerleri. Zorunlu Romanya Yerdeğişim Göçmenleri gibi...
Osmanlı Sürgün Macarları Tekirdağı’nın batısında yer alan Rum Mahallesi’nin en batı ucuna yerleştirmiş. Rumlar Ortodoks ama Sürgün Macarlar Protestan. Rum Mahallesi’nin Marmara Denizi’ne bakan yamaçlarında kümelenmiş Macarlar. Bir Macar Mahallesi oluşmuş orada...
Silivri’ye bağlı Büyük Kılıçlı Köyü’ne 1935 Zorunlu Büyük Yerdeğişim Göçü göçmenlerinden büyük bir bölüm yerleştirilmişti. Oraya yerleştirilenler arasında annemin annesi Huriye Ortaç’ın kızkardeşi de vardı. Onların çocuklarından Ahmet, Mehmet, Mahmut ve Ayşe Zıroğlu’larını ziyaretlere giderdik. Daha çocuktum. Ya düğünler için ya da başka nedenlerle.
Başka bir zamanda da annemin büyük ağabeyi Ahmet Ortaç’ın oğullarından İbrahim Ortaç ile gitmiştim. İlkin İstanbul’a. Oradan Topkapı Otogarı’ndan kalkan otobüslerle Silivri’ye. Silivri’den de başak otobüslerle Büyük Kılıçlı Köyü’ne. Başka bir zamanda da eskilerin İzmit Seka Müessesi’ne saman çeken Mahmut Zıroğlu’nun kamyonu ile.
Her şey geçmiş yılların tozlu anıları içinde belirsiz biçimlerdeydi. Her şey hayal meyaldı. Silivri ve Büyük Kılıçlı Köyü, yaşadığımız yer Derince İzmit’te öylesine uzaklardaydı ki! Yıllar 1970’li yıllar. Zaman ve mekanların bir birlerine fersah fersah uzak olduğu zamanlar. En azından bizim durumumuzda olanlar için... Çok az şeyi anımsıyordum.
Şimdilerde ise çok şey değişmişti. Zaman ve mekanlar daralmış, kısalmış ve her yer en kısa zamanda ulaşılır olmuştu. Ama gitme isteklerimizi gerçeğe dönüştürme koşuluyla... Büyük Kılıçlı’ya gidecek ve köy kahvesi önünde duracaktım. Arabadan inip soracaktım soyadı Zıroğlu olan birisini arıyorum diye. Kim çıkarsa karşıma! Ya çıkacaktı. Ya da çıkmayacaktı. Çıkarsa anlatacaktım. Geçmişin dehlizlerinden gelen bilgileri söyleyecektim. Çıkmazsa geri dönecektim köyü şöyle bir dolaştıktan sonra.
Şanslıydım. Mehmet Zıroğlu doğruldu oturduğu sandalyeden. Şaşkın ve anlamsız bir yüzle bakıyordu bana. Açıkladım... Bir anlam ifade etmedi. Tekrar anlattım. Değişen olmadı bakışlarında. Kahvenin önüne çekmiş traktörün römorkunu. Üstü karpuz kavun dolu. Satış yapıyormuş. Vakit geçirmek için de yarenleriyle oyun oynuyormuş. Gidelim dedi bizim eve. Ben önde o arkadan geliyordu. İnanılmaz bir şey. Adeta 17 ya da 18 yaşlarındaydım. BüyükKılıçlı Köyü’nün tozlu yükselen sokaklarındayım. Zamanda yolculuk gibi bir şey bu!
Köyün en batı ucundaki şekli şemali çok az değişmiş bahçeli eve vardık. Bizi evin kuzey tarafındaki bahçeye aldılar. Bir telaş. Masayı silme. Hortumla yıkama. Eşi Kadriye Hanım soruyor. Kimsiniz kimlerdensiniz??? Romanya Göçmenleri’nden İzmit Derince’ye yerleştirilen Huriye-Halil Ortaç’ın büyük kızı Necmiye [Ortaç] Kiraz’ın oğluyum! Bir duraksama. Bir boşluk. Sisler arasından bilgi kırıntıları. Kümeleniyor. Yüzü gülüyor Mehmet Zıroğlu’nun.
Evet, tamam diyor Mehmet Zıroğlu. Hoş geldiniz. Sefalar getirdiniz. Nerden gelir nereye gidersiniz? Özetledik kısaca. Nereden geldiğimizi ve buraya niçin uğradığımızı. Kimsenin içimdeki keşfetme ve silik anıları yeni görüntülerle değiştirme özlemimi anlamasını beklemiyorum. Ama konuşunca herkesi sarıyor tatlı anılar. Geçmişin letafeti ya da zorlukları...
1975’ler filan. 20 yaşlarında var ya da yokum. Nasılını nicesini bilmiyorum. İki kez gitmiştim İstanbul Şile’ye. Üsküdar Yolu ile de bir kez gitmiştim. Kiminleydi anımsamıyorum. Bir kez de Belçikalı bir kaptanı kiraladığı aracıyla götürmüştüm İzmit Kandıra üzerinden Eski İstanbul Yolu ile Ağva ve Şile’ye. O zamanlar İzmit’te Mannessmann-Sümerbank Boru Endüstrisi T.A.Ş. adlı şirkette çalışıyordum. Şimdi bu şirket oldu Borusan A.Ş. 1985-1990’lar arasında bir seneydi. Şile’ye dair anılarım 1975 ile 1985–1990 yıllarına dair. Ama Ağva anılarım taze. Oldukça yeni. Dört sene önce gitmiştik Ağva’ya. Ağva’dan Düzce Akçakoca Karadeniz Sahil Yolu gezinmesi yapmıştık Ülkü-İrfan Koç’lar ile.
Bu kez Şile’ye yeni yolla gidecektim. Silivri’den sonra Marmara Ereğlisi. Buradan girmiştim otoyola. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü ile Anadolu tarafına geçtim. Ümraniye Sapağı’ndan sapıp bir sürü kentiçi altyapı çalışmaları arasından, tabela filan olmadan Yeni Şile Yolu’na girdim. Yolu dağların tepelerinden uçurmuşlar. Tepeden tepeye kondurmuşlar. İnanılmaz bir güzellik sunuyordu yol güzergahı.
Bengisu geç oldu artık gidelim mi babacığım diye sordu. Kafamı kaldırdım okuduğum kitaptan. Evet, gidelim dedim. Hem okuyor hem de gezip dolandığım yerlerde yaşanmışları, anıları, bireyleri ve onların özyaşm öykülerini düşünüyordum. Bir kitabı okurken ara verip hoş düşüncelere dalıp gitmek ne hoştur bilir misiniz?
Açıklamalar & Dipnotlar
[1].
[2]. II. Ferenc Rakoczi’nin Hayatı ve Türkiye’deki Sürgün Günleri, Tekirdağ Macar Dostluk Derneği, ISBN 963 218 279 0, Yayınlayan: Macar-Türk Dostluk Derneği, H–1062 Budapeşte, Bajza u. 54. ©Magyar-Török Baráti Társaság, Budapeśt, 2005. Minden jog fenntartva, Her hakkı saklıdır. Printed in Hungary. [Erkan Kiraz, Ferenc Rakoczi Anıevi Müzesi, Tekirdağ, 14.08.07, YTL 5.00].
[3]. Imre Thököly ve Türkiye, István Seres, Türkçesi: Yılmaz Gülen, Çeviriyi aslıyla karşılaştıran: Edit Tasnádi, Bu kitabın iki dilde yayımlanmasını ve Türkiye’de dağıtımını destekleyenler: Macar Bilimler Akademisi, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Szigetvar Onursal Konsolosu László Horváth, © Macar-Türk Dostluk Derneği, 2006, 1062 Budapest, Bajza u. 54. Türkçe çevirisi: Yılmaz Gülen, 2006. ISBN 963 05 8409 3. [Erkan Kiraz, Tekirdağ, II. Ferenc Rakoczi Anıevi Müzesi, 14.08.07, YTL 10.00].
[4]. Emeric Thokely (Imre Thököly, Emerich Thökely, Emeric Thokoly, Tökeli İmre)- 1657-1705: 1693 yılında Macaristan’da Habsburg Hanedanlığı’na karşı ayaklanmıştır. Avcı Mehmet Dönemi: Fadıl Ahmet Paşa’nın 1676 yılında ölmesi üzerine Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sadrazamlığa gelmiştir. Orta Macar Kralı Emeric Thokely (Tökeli İmre)’ye berat sağlamış gereksiz olduğu halde, Avusturya saldırısı başarısızılıkla sonlanarak savaş sonunda devletin çökme kapısı aralanmıştır. Bu başarısız savaş sonunda Tököli İmre yenilgi suçlarından dolayı İstanbul’a getirilmiştir. II. Mustafa Dönemi: 1691 yılında Fadıl Mustafa Paşa’nın sadrazamlığı döneminde yeniden krallığına kavuşan Tököli İmre’nin sınır boylarında kazandığı bölgesel başarılar üzerine Avusturya’ya yeniden sefer açılır. Ama yenilgi üzerine II. Mustafa İstanbul’a sınır boylarında ikide bir tedirginliğe sebep olan Tököli İmre’yi de beraberine alarak getirir. Bir süre sonrada Macar Kralı İzmit’te oturmak istediğini belirtirek buraya yerleşir. Emerich Thokely’nin İstanbul’a getirilmesinden sonra İzmit’in kendisine isteğine bağlı yerleşim yeri olarak belirlenir. İzmit’i seçtikten sonra kent civarinda Champ Fileuri [Çiçekli Çayır] denilen yerde yerleşerek 13.09.1705 yılındaki ölümüne değin sürgün yıllarını İzmit’de geçirir. Bazı belgelere göre kendisinin sürgün değil bir devletin onur konuğu olarak korunduğu belirtilir. [Nicomedia Yöresinde Yeni Bulgularla İzmit Tarihi, Avni Öztüre, Sf:105–106].
[5]. Zrinyi Ilona’nın da yaşamı İzmit’te sonlanmış. Cesedi İstanbul Beyoğğlu’daki İtalyan St. Atoine Kilisesi bahçesine gömülmüş. 1906 yılında mezarı açılmış ve geriye kalanlar Macaristan’a aktarılmış.
[6]. Bujdoso: Mülteciler ya da Sürgünler.
[7]. Türk-Macar Münasebetleri Işığı Altında II. Rakaoczi Ferenc & Macar Mülteciler Sempozyumu. Macaristan Cumhuriyeti Büyükelçiliği, Tekirdağ Belediyesi’nin katkılarıyla. [31 Mayıs- 3 Haziran 1976-İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi]. II. Baskı Haziran 2003. ISBN 975–92300–0–3. İletişim Adresi: Sancak Mah. 1. Cad. No: 3, Çankaya-Ankara- Email: huembtur@isnet.net.tr.
[8]. Kara Mustafa Paşa Anıtı-Merzifon-Amasya.
[9]. Kara Mustafa Paşa Anıtı-Merzifon-Amasya.
[10]. Sürgün Macarlar Tekirdağ’ın Osmanlı zamanlarındaki Rumca adı olan Redestos ya da Rhaedestos’dan dolayı kente Rodosto demişlerdir. Bu kelime Macarca bir kelimeye uygun düştüğü için bunu benimsemişler.
[11]. Yazıda ad ve adresleri geçen mekanlar ve ticari işletmeler bilgi sağlama amacıyla zikredilmiştir. Her hangi bir ticari bağlantı söz konusu değildir. Sözü edilen mekan ve işletmelerin parasal desteği söz konusu değildir. Zaman içinde erişim bilgilerinde oluşacak değişiklikler bireysel olarak yazarı bağlamaz.
[12]. Yazıda söz edilen mekanlara ait bilgi ve yorumlar sadece bilgi sağlamayı amaçlamaktadır. Her hangi bir yergi ya da yüceltme söz konusu değildir. Amaç yaşanılan anları ve yaşananları bireysel gözlem ve yorumla olduğu gibi aktarmaktır.
[13]. Sözü edilen bedeller ilgili tarihlerde geçerli olup ne bireysel olarak yazarı ne de ilgili yerlerin sahip ve işletmecilerini bağlar.
[14]. YTL / € Paritesi 1,7658.
[J]. Hata ve yanlışlıklar müstesnadır. Olası birey, yer ve mekan adları ile örtüşme durumları, herhangi bir birey ya da tüzel kişiye yazıda değişiklik yapılması isteme hakkı doğurmaz.
Erkan Kiraz, 02.09.2007 Pazar, Saat: 23.00, Kentsa Sitesi, Alikahya-İzmit, GSM: 90–532–613 31 02 Emails: erkankiraz@yahoo.com & erkankiraz-41@hotmail.com.
© Copyright Hakkı Erkan Kiraz’a Aittir. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazı ancak kaleme alanın izni alınarak tekrar yayınlanabilir ya da dağıtılabilir.
© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
This study may be re-copied or re-distributed only with prior consent of its Author.
Written & Edited By Erkan Kiraz erkankiraz@yahoo.com on 02.09.07.